‘Takma kafaya’ ülkesinde güneşli sabah kahvaltıları

‘No worries, mate’. Yani, ‘takma kafaya arkadaşım’ yaklaşımı, Avustralya’nın hayata yumuşak ve esnek bakışını anlatan çok ünlü bir yerel deyim.

Bu kültürü öylesine yansıtıyor ki, Avustralya’yı tanıtan turistik eşyaların üzerinde bile ‘no worries down under’ yazıyor. ‘Down under’ ise, İngilizlerin Avustralya kıtasına verdikleri isim. Çok güzel ve çok kaliteli restoranları, muhteşem kafeleri, harika şarapları ve yumuşacık hayatları olan insanların ülkesi burası.

Bu sabah her zamankinden biraz daha erken uyanıyorum. Uzun bir yolculuk sonrası ‘jetlag’ ekisi ile uyku tutmuyor. Yatakta dönmektense, spor pabuçlarımı giyip her sabahki mutad koşuma biraz daha erken başlıyorum. Saat sabahın beşi, daha gün ağarmamış. Otelim Sydney’in ilk kurulduğu mahallede, ‘The Rocks’ semtinde. Burası aslında şehrin de merkezi. Hani şu ünlü Opera binası ile ünlü Liman Köprüsü’nün bulunduğu bölge.

Koşu yapılacak en makul hedef Opera binasının etrafı gibi görünüyor camdan dışarı bakınca. Ocak ayının başları ama hava cehennem gibi sıcak ve nemli. Burada yaz kasım ve şubat ayları arasında yaşanıyor. Koşuma başlıyorum. İlk hedefim Circular Quay limanı ve hemen onun yanı başındaki ünlü Opera binası. Opera binasını bir koşu dönüp, bitişiğindeki botanik bahçesine yöneliyorum. Geniş, yemyeşil ve çeşit çeşit ağaçlarla bezeli denize nazır harika bir yer bu bahçe. Arada bazı ağaçların önünde durup künyelerini okuyorum. Dev bir incir ağacı ile Norfolk adası çamlarından çok etkileniyorum. Opera binasının arkasındaki deniz manzarası ise İstanbul boğazını anımsatıyor. İki tarafı yemyeşil bir deniz, yeşiller arasında zorla görünen evler ve girintili çıkıntılı kıyılar. Tekrar operaya yöneldiğimde gelinlik içinde genç bir Japon kızı ile şık damadın bu manzarada fotoğraf çekilmek için siyah bir BMW’den indiklerini görüyorum. Garipler, neyin içine girmek üzere olduklarını bilseler acaba sabahın köründe bu aceleyi ederler miydi diye düşünüyorum. Güneş operanın yelkenleri arasından yüzünü göstermeye başladığında ben otelime koşar adımlarla yaklaşıyorum.

BILLS CAFE

Biraz sonra Sydney kadar ünlü kahvaltısı olan Bills Cafe’ye gideceğim. Her yerde, Sydney’e Bills’de kahvaltı olmaksızın yapılacak bir ziyaret, tamamlanmış bir ziyaret olarak kabul edilmez, diye söz ediliyor. O sırada dudaklarımdan Leonard Cohen’in ünlü şarkısının sözlerinin döküldüğünü fark ediyorum: ‘I’ll go to Bill’s bar, I think I can make it that far, and I’ll see if my friends are still there.’

‘Bill’in barına gideceğim, orada arkadaşlarımı göreceğim’ diyor. Benim görecek kimsem yok ama çırpılmış yumurtasını (scrambled eggs) çok merak ediyorum. Methini o kadar çok duydum ki, gerçekten merak ediyorum bir çırpılmış yumurtanın nasıl bu kadar matah olabileceğini. Hem de dükkanın orta yerinde bir komünal masa varmış ve bazen yanınızda ünlü Avustralyalı şarkıcı Kylie Minogue’un oturup gazete okuduğunu görüyormuşsunuz. Sırf bu ihtimal için bile gidilebilir diye düşünüyorum.

Taksi ile Darlinghurst semtine gidiyorum. Taksici adresi bilmiyor ama yaklaşınca ‘Yoksa siz şu meşhur kahvaltı yerine mi gidiyorsunuz’ diye soruyor ve o saat neresi olduğunu çıkarıyor. Sakin bir köşebaşında, küçük ve son derece gösterişsiz bir yer. Bembeyaz duvarları, ahşap zemini ve zeminle uygun renkte ahşap sandalyeleri olan bir yer Bill Grange’in yeri. Gerçekten de ortada koskocaman bir masa var, etrafında da 16 sandalye. Masanın üzerinde dergiler, gazeteler. Yeni Zelanda ve Avustralya’daki kafelerde bu adet oldukça yaygın. Bu masalara ‘komünal’ masa adı veriyorlar. Yer bulmanın çok zor olduğunu zaten biliyordum, o nedenle 15 dakika sırada beklemeye aldırış etmiyorum. Zaten Kylie de orada değil!

Neden sonra sıramız geliyor ve ünlü yumurta yemeğini ısmarlıyorum. Eşim ise en az bunun kadar ünlü ‘Rikotta peynirli tava keklerini’. Bunların kara tahtadaki mönüde ismi ise şöyle: ‘Ricotta hotcakes with honeycomb butter’. Ricotta peyniri, bizim taze ‘lor’un muadili. Lorlu tava kekleri de diyebiliriz bunlara. Kocaman bir çukur tabak içinde, yanında bir bütün sıcak muz ve şurup ile birlikte geliyor. Gerçekten de çok güzel, çok doyurucu ve haliyle çok şişmanlatıcı. Benim çırpılmış yumurtam ise anlatmaya değecek denli güzel ve kremamsı bir dokuya sahip. Adama bravo, benden bile güzel yapıyor bu yumurtayı!

KAFE KÜLTÜRÜ

Sydney, iyi kahve yapmayı çok iyi öğrenmiş bir şehir. Neredeyse boş yok; hangi kafede kahve söylerseniz söyleyin, mükemmele yakın geliyorlar. Yalnız kullandıkları isimler biraz farklı. Espresso kahveye ‘short black’ diyorlar, duble espressoya ise ‘long black’. O kadar olacak, ne de olsa burası ‘down under’. Şehir gerçekten de Paris’i aratmayacak denli bir kafe kültürü geliştirmiş. Hava da buna müsait olduğundan, pek çok kaldırım kafeye dönüştürülmüş. Şehrin her tarafında gerçekten çok iyi kafeler var.

Akşam yemeği için dünyaca ünlü Tetsuya’s restorana gideceğim. Yani Tetsuya’nın yerine. Tetsuya Wakuda, Sydney’in belki de en ünlü restoran şefi. Aslen bir Japon. Yıllar önce Avustralya’ya göç edip burada önce suşi şefi olarak bir restoranda çalışmış, ardından 1989 yılında kendine küçük bir restoran açmış. Daha ilk günden bekleme listeleri oluşmaya başlamış. Daha sonra Kent Caddesi’ndeki şimdiki yerine taşınmış. Tetsuya Usta, en kaliteli ve en taze Avustralya malzemelerini kullanarak, Japon ve Fransız teknikleri üzerine kendine has o mükemmel tarzı geliştirmiş olan birisi. Mutfağı bir ‘füzyon’ mutfağı ve gerçekten sıradışı. Zaten o kadar fazla üne sahip ki, yer bulabilmeniz çok zor ve mutlaka bekleme listesine yazılmanız gerekiyor. Üstelik yüklü bir hesap ödemeyi de göze alarak. Sık sık değişen on yemeklik degüstasyon mönüsü ve ‘okyanus alabalığı confit’si çok ünlü. Gerçekten bir tür ‘yaşam boyu deneyim’ burada yemek yemek.

DİĞER KAHVALTILAR

Burada kalacağım tüm süre için yemek planlarımı çok önceden yapıyorum. Örneğin bir sonraki akşam ünlü Rockpool restorana gideceğim ve burayı da size ballandıra ballandıra anlatacağım. Ayrıca öğle yemekleri için de tüm sıradışı yerlerde rezervasyonum var. Ama bunlardan daha önemlisi sabah kahvaltıları. Bizim kış mevsiminin ortasında burada yaz sabahı kahvaltısı keyfine doyum olmuyor.

Otele çok yakın, Argyle Caddesi üzerinde yine çok ünlü bir yer var: Gumnut Çay Bahçesi. Tüm Sydneylilerin sık ziyaret ettiği bir yer. Burası Bills’den daha mütevazı. The Rocks semtinin kolonyel mimarisine sahip bir bina. Küçük bir arka bahçesi var, eski bir Bodrum evini andıran. Masalar Singer dikiş makinesi ayakları üzerine çakılmış tahtalardan yapılmış ve her yer ağaç gölgesi. Bunların da en ünlü yemeği çırpılmış yumurta, ama içinde füme somon dilimleri var. Kalın iki dilim kızarmış köy ekmeği ile birlikte geliyor. Veya pide ile. Pidenin bu ülkedeki adı ise ‘Turkish’. Hepsi çok güzel. Zaten tüm Avustralya’da ekmekler inanılmaz güzel. Yanında ise koca bir çaydanlık İngiliz çayı. İki sabah arka arkaya burada kahvaltı etmeyi seçiyorum.

Ama bunlar kadar ünlü olmayan bir başka yer var ki, önündeki kalabalığa baktığınızda buranın da çok revaçta bir yer olduğunu anlıyorsunuz. Adı ‘Blend on George’. Yani, George Caddesi üzerindeki ‘Blend’ kafe. Tam cadde üzerinde, kaldırımlara atılmış metal masalar ve sandalyeler ve ağzına kadar dolu bir mekan. Üstelik bir de kuyruk. Buranın da ‘bacon & eggs’ inin çok meşhur olduğunu öğreniyoruz. Ama biz kapuçino ve poşe yumurtayı tercih ediyoruz. Arka arkaya iki sabah daha. Sydney sabah kahvaltısında başka, öğle yemeğinde başka, akşamüzeri limana nazır içki keyfinde başka, akşam yemeğinde ise bambaşka bir yer. Güzel, gerçekten çok güzel. Sadece restoran ve kafelerin kalitesi, içlerindeki servisin sıcak ve canayakınlığı ile değil, size verdiği genel huzur ve iyi yaşam hissi ile de çok farklı, çok sıradışı bir şehir. Havadaki yumuşaklığı hücrelerinizde hissediyorsunuz. Relaks ol, fazla aldırma, hissi tüm vücudunuzu sarıyor. Burada yemek yemek fiili, bir karın doyurma etkinliğinin çok ötesinde cereyan ediyor. O nedenle bu hissi çoğaltmalıyım diye düşünüyorum ve bir sonraki rezervasyonumu sabırsızlıkla bekliyorum. Eğer siz de merak ediyorsanız, haftaya bizim sayfaya buyurun.

Yeni Türk Mutfağı Tarifleri

Füme Somonlu Çırpılmış Yumurta (Gumnut Cafe)

Malzemeler

7 8 iri yumurta

7 4 tatlı kaşığı ince kıyılmış frenk soğanı (chives)

7 3 çorba kaşığı süt

7 5 çorba kaşığı tereyağı

7 150 gr. somon füme, şeritler halinde kesilmiş

7 Tuz, taze çekilmiş karabiber

Yapılışı

Bir tas içinde yumurtaları sütle iyice çırpın, frenk soğanlarını ilave edin. Büyükçe ve kalın tabanlı yapışmaz bir tavada orta ateşte yağı eritin. Yumurta karışımını tavaya dökün. Arada sırada karıştırarak yaklaşık pişene kadar 4 dakika pişirin. Yumurtalar neredeyse pişmiş olmalı, ama yine de karışım nemli kalmalıdır. Kurumamalıdır. Somonu ekleyip bir dakika kadar daha karıştırarak pişirin. Tuz biber ekleyip, kızarmış kahverengi ekmek dilimi üzerinde, üstlerine biraz daha frenk soğanı serperek servis edin. Çırpılmış yumurtanın kesinlikle ‘kremamsı’ olması ve hiç kurumaması gerekir. Frenk soğanı veya somonunuz yoksa, yemeği diğer malzemelerle yapın ama kolesterolü yüksek bir yemek olduğunu da unutmayın.

FANİ DÜNYA

Sözünü ettiğim mekanlar

Bills Cafe: 433 Liverpool Street, Sydney, tel: (+61) 2 9360 9631

Gumnut Tea Garden: 28 Harrington Street, The Rocks, Sydney, tel: (+61) 2 9247 9591

Rockpool Restaurant: 107 George Street, Sydney, tel: (+61) 2 9252 1888. www.rockpool.com

Blend on George: 200 George Street, Sydney, tel: (+61) 2 9251 7040.

Tetsuya’s: 529 Kent St., Sydney, tel: (+61) 2 9267 2900. www.tetsuyas.com
Yazarın Tüm Yazıları