Sübyancılar ve demokrasiler

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Napolyon Savaşları ertesinde Avrupa'yı düzenleyen 1815 Viyana Kongresi'nin uzantısı olarak ve Fransa, Hollanda, Prusya ve İngiltere arasında tampon ülke yaratmak amacıyla yoktan var edilen Belçika öz itibariyle suni bir devlettir.

Kuzeyde Cermen secereli Flamanlardan, güneyde de Latinleşmiş Wallonlardan oluşan ahali ulusları ulus yapan ‘‘kader birliği’’ ruhiyatından yoksundur.

Bunlar hem tek tabanca oynayarak hep kendi başlarının çaresine bakarlar, hem de rahat kıçlarına batar, birbirleriyle kedi köpek dalaşı sürdürürler.

‘‘Sen nesin?’’ diye sorsanız Anversli'den ‘‘Flamanım’’, Liegeli'den de ‘‘Wallonum’’ cevabını alırsanız. Belki belki Brükselli ‘‘Belçikalıyım’’ der.

Ama kökeni farketmez tüm Kraliyet tebasının daima küçük burjuva kaygılar ve taşralı refleksler yansıtmasından dolayı, yukarı komşu Hollandalılar aynı ırki aidiyeti taşıdıkları Flamanlarla; aşağı komşu Fransızlar ise ortak dil konuştukları Wallonlarla sabahtan akşama kadar alay ederler. Tefe koyarlar.

Parisli veya Amsterdamlı için Belçikalı en değme salozdur. Rembrant ve Voltaire başkentinin kahve aylaklıklarında bizim Laz latifelerini hatırlatan türden Belçikalı fıkraları anlatılır. Onlara bin bir ahmaklık yakıştırılır.

Her halükarda, Belçika ve Belçikalılar ‘‘absürd’’le özdeşleşir.

* * *

Fransız ve Hollandalıların çok şoven davrandığı düşünülebilir ama doğrusu önceki gün vuku bulan olay Belçika fıkralarına tam hak verdirten cinstendi.

Dört çocuğun ırzına geçerek bunları katleden ve ülkenin bir numaralı ‘‘kamu düşmanı’’ addedilen sübyancı hergele Marc Dutroux, cezaevinden mahkeme dosyalarını incelemek için götürüldüğü Neufchateau adliye binasından tüydü.

Kendisine refakat eden iki jandarmadan birisinin boş silahını kaptı, dışarıda otomobil zaptetti ve üç buçuk saat boyunca sırra kadem bastı.

Haber duyulduğu an cümle alem ayağa kalktı. Mısır'dan ABD'ye yedi diyarın yetmiş yedi televizyonu normal yayını keserek dakika başı Belçika'ya bağlandı.

Neyse, beş bin zaptiye, on dört helikopter, yüzlerce baraj, komşu devletlerden yetişen takviye, herifçioğlu biraz sonra yakayı tekrar ele verdi.

Vermesine verdi de, tabii Belçika'da fırtına değil tayfun esti.

Zaten sübyancı vukuatlar sırasındaki alarga tutuma ateş püsküren kamuoyu ve medya Dutroux gibi bir caninin nasıl bu kadar kolay kaçabildiği sorusunu sorarak anında seferber oldu. ‘‘Sokaktaki adam’’ isyan bayrağı çekti.

Kriz bitiminde hükümet İçişleri ve Adalet bakanlarının istifasını duyurdu.

Ancak ahali ve muhalefet partileri bu istifalarla yetinmedi. Başbakan ve Jandarma komutanının da kellesini talep etti. Dün bu yönde gensoru verildi.

Belçikalılar absürd Belçika fıkralarını doğrulayan bir olay daha yaşadı.

* * *

Burada duralım. Şu gerçek ki, Belçika öz itibariyle demokrasi etiğine uydu.

Üçüncü derece bir jandarma teğmeninin boşverciliğinden kaynaklanan kaçma vukuatında zerre kadar kişisel günahı olmamasına rağmen iki bakan da ‘‘icra hiyerarşisi’’ ve ‘‘siyasi sorumluluk’’ gereği derhal istifalarını sundular.

Üstelik, bunu son tahlilde hiç bir politik boyut taşımayan bir ‘‘vakka-ı adiye’’den dolayı gerçekleştirdiler. Sübyancı bir katilin kurbanı oldular.

Belçika fıkraları ne kadar absürd veya doğru olursa olsun, on milyon nüfuslu bir ülkede bir milyon kişi yürüyerek laçkalığa karşı muazzam bir sivil tepki göstermiş olan Belçikalılar yine sivil demokrasinin abecesine uydular.

* * *

Belçika'daki adli bir sübyancı vukuatı iki bakanın kellesini uçurdu.

Belki yakında hükümetin ve jandarma komutanınınkini de götürecek.

Peki Susurluk, peki bok yedirme, peki işkence, bizde kimin kellesi gitti?

Kim sivil demokrasi etiğine uyarak istifa etmek erdemini gösterdi?

Ve sizce hangisi absürd?













Yazarın Tüm Yazıları