Şu bizim gazetecilik

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Gazetecilik dünyanın en güzel işidir. Yeter ki kaleminizi satmayın, liboş, üçkâğıtçı, vurguncu, kişisel çıkar peşinde koşan biri olmayın. Saygınlığınızı koruduğunuz sürece halkın size inancı, saygısı ve sevgisi devam eder.

Yazılarınıza karşı olanlar bile ‘‘Hırsız, namussuz’’ diyemez. Kızarlar ama bilirler ki siz hiç kimsenin adamı değilsiniz. Yazılarınızı kendi çıkarlarınız doğrultusunda yazmıyorsunuz...

Ve öyle güzel olaylar yaşarsınız ki, gözleriniz yaşarır. O saniyeleri bir kez daha yaşamak istersiniz ama iş işten geçmiştir.

***

Aşağıdan odanıza telefon ederler:

- Abi, Almanya'dan bir işçi, ailesiyle birlikte gelmiş. Sizinle resim çektirmek istiyor.

İnersiniz, bir aile sizi bekliyor. Öperler, sırtınızı sıvazlarlar. Almanya'dan izne gelmişler, Hürriyet binasının önünden geçerken durmuşlar.

Resim çektirirsiniz. Size ellerindeki naylon torbadan küçük bir hediye verirler. Almak zorundasınız. Almazsanız kırılırlar, rencide olurlar.

Önünüze bir paket gelir. Siirt'in Doğanköy muhtarı Gürgün Babat, bir çift yün çorap göndermiştir.

Hemen ardından bir başka paket gelir. Yuvarlak bir teneke kutu içinde bal! Üzerinde ‘‘Pervari Okçular Köyü. Afiyet olsun’’ yazılıdır.

Kimdir bu insanlar ki, taaa Siirt'in köylerinden sizi hatırlayıp, belki yazılarınızı okuyup armağan gönderirler!

***

Sabah gazeteye gelirsiniz, önünüzde bir tomar mektup ve faks. Hepsini tek tek okur, sonra arşive kaldırırsınız. Onları çöpe atmaya eliniz varmaz. İşte geçen haftadan biri:

‘‘28 yaşında, doğuştan özürlüyüm. Evden dışarı çıkamıyorum. Sizin yazılarınızı severek okuyorum. Ailemin maddi durumu iyi değil. Her zaman kitap ve gazete alamıyorum. Üç ayda bir 5 milyon lira sakatlık maaşı alıyorum. Bu para kendi ihtiyaçlarımı zor karşılıyor.

Abi, benim sizden bir ricam var. Bana imzalı resminizi ve Turgut Nereden Koşuyor kitabınızı gönderir misiniz?

Ülkemizin sizin gibi Atatürkçü, laik, çağdaş kalemlere ihtiyacı var.

Hasan Özcan. Yaşamayı her şeye rağmen çok seven genç.

Adres: Burunköy, Söke-Aydın’’...

Köylerde sizi okuyorlar, yazılarınızdan etkileniyorlar.

Ne güzel, ne güzel!

***

Geçtiğimiz çarşamba günü Türkiye-İsveç basketbol maçındayız. Tribünler inliyor. Pota arkasında meşhur Ankaragücü seyircisi toplanmış. Maç boyunca sürekli tezahürat yapıyor, salonu coşturuyor, slogan atıyorlar.

Tribünlerde Güneydoğu gazileri de var. Kırmızı eşofmanlarıyla, tedavi görmekte oldukları Gülhane Hastanesi'nden gelmişler. Aferin komutanlarına. Bu çocuklara moral vermek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Hepsinin ellerinde Türk bayrakları.

Bazılarının kolları sarılı, bazılarının ayakları kopuk.

İki ayağı kopuk bir gazi, arkadaşının omuzuna çıkmış. İki elinde tam üç bayrak. Bir yanda tezahürat yapıyor, bir yanda bayrakları sallıyor.

Salonun hoparlörlerinde Onuncu Yıl Marşı çalınıyor. Binlerce insan bu marşı söylüyor.

Onuncu Yıl Marşı tutmuş, kitlelere ulaşmış.

Tribünler, gazilere slogan atıyor:

‘‘Türkiye sizinle gurur duyuyor’’...

‘‘Mehmetçik ölmez, vatan bölünmez’’...

Bu inanılmaz manzaraları gördükçe yanımdaki arkadaşlara diyorum ki: ‘‘Şu bizim entel-liboş-Kürtçü gazeteci takımı burada olsa da, şu manzarayı bir görse...’’

Ama böyle yerlere gelemezler ki!..

Onların yeri İstanbul'un gece kulüpleri, entel barları, meyhaneleri, sosyetenin kokteylleridir. Bir elleri yağda, bir elleri baldadır.

Oralardan, rakı ve viski kadehlerinin ve sosyetik tiplerin gölgesinden ahkâm keserler, Türkiye düşmanlığı ve Kürtçülük yaparlar.

***

Bir okuyucu gazeteye gelmiş, sizi bulamayınca not bırakıp gitmiş:

‘‘Mangal gibi bir yürek ve bu hasletini milleti için kullanan bu kalem sahibinin ellerini öpmek için geldim. Sizi göremediğim, o kalem tutan eli öpemediğim için çok üzgünüm. En derin sevgi ve saygılarımı sunarım. Ahmet Gedik.’’

***

Zeki Başçı, bizim matbaada yönetici. Yıllardan beri her kandil gecesi mutlaka telefon eder:

‘‘Abi, kandilin mübarek olsun...’’

Her telefonda ona derim ki: ‘‘Zeki, bundan sonraki kandilde ben seni arayacağım...’’ Ve her seferinde unuturum.

Geçtiğimiz perşembe gecesi Miraç Kandili. Kafama koydum, bizim Zeki'yi bu kez ben arayıp kandilini kutlayacağım.

Gece saat 21.00'de aradım:

- Zeki, kandilin mübarek olsun. Oh be, en sonunda sözümü tutabildim. Üzerimden bir yük kalktı...''

- Yok abi, ben seni akşamüstü arayıp kandilini kutlarım demiştim. Söylemediler mi?..

Santrala sordum, gerçekten aramış ve not bırakmış.

Şimdi işimiz bir sonraki kandile kaldı. Tabii yine unutmazsam!.. O gün Zeki'yi sabah yataktan kalkar kalkmaz arayacağım!

***

Cuma sabahı istihbarat servisine indim. Bizim Meva'nın elinde bir faks. İstanbul'dan çekilmiş. Arkadaşlar okuyup okuyup gülüyorlar:

‘‘Sayın Çölaşan, bu sabah kalktığımda moralim çok bozuktu. Bunun nedeni, yeni evleniyorum ve aldığım maaşla ancak ev tutabildim. Daha eşyaları alamadım. Kara kara düşünürken sizin İ. Melih hakkında yazınızı okumaya başladım. Eksilerin altında olan moralim bir anda enflasyon gibi yükseldi. Senden ricam, eşya taksitlerim bitene kadar bu yazılarına devam et. Teşekkürler. Şahin Özay.’’

Güzeldir bizim meslek. Yeter ki hakkını vererek yapın.

Yazarın Tüm Yazıları