Sinan Ergin, bir satış gurusu

BAYILDIM bu numaraya!

Haberin Devamı

Sinan Ergin, bir satış gurusu
Meğer bir satış tekniğiymiş.

Ben de uçakta yanıma, havalı, yakışıklı bir adam oturdu diye sevinmiştim.

Oysa o, kontuardaki yetkiliyi benim yanımdaki koltuğu almaya ikna etmiş!

Olsun yine de çok

hoşuma gitti.

Uzun uzun sohbet ettik.

Pek çok şey öğrendim

kendisinden.

Sinan Ergin’in

yeryüzünde ikna edemeyeceği kimse

yok. Gerçekten.

O, bir satış gurusu.

“Satış Okulum” da müthiş bir proje.

Sizi onunla

baş başa 

bırakıyorum...

 

*Hayata, gerçekten kapı kapı tencere-tava satarak mı başladınız?

 Evet öyle başladım. Bundan da gocunmuyorum. Çünkü çalışmak zorundaydım. Çelik tencereler de yeni çıkmıştı o dönemde, kadınların kabul günlerinde satış yapıyordum. Ama önce o tencerelerde yemek pişirip deniyordum ki, onlar da gözleriyle görsünler, iyi bir yatırım olduğuna ikna olsunlar...

Haberin Devamı

Oluyorlar mıydı?

Hem de nasıl.

*Kaç yaşındaydınız?

Lise öğrencisiydim. Tabii müthiş bir tecrübe oldu benim için. Hiç unutmam, işe ilk başladığım gün, müdürüm, cebimde kaç para olduğunu sordu. Çok da bir şey yoktu ama hepsini almasın mı, bir tek Kızılay-Keçiören otobüs bileti parası bıraktı. “E peki geri nasıl döneceğim?” dedim. “O kadar çok satış yapacaksın, o kadar çok para kazanacaksın ki, zaten taksiyle döneceksin!” dedi. Gerçekten de öyle oldu.

Satış sizin için ne ifade ediyor?

Her şey. Hayatın özü. Biz satışı hep yanlış anlıyoruz, bir ürünü alıp başka birine satmak olarak algılıyoruz. Oysa satış, iletişim demek. Bir kişi iyi satıcıysa, iletişim tekniklerini çok iyi kullanıyordur, o zaman da işinde ve özel hayatında mutludur. Biz her an, çevremizdekilerle iletişim içindeyiz, onlara kendimizi anlatabilmek için alışveriş halindeyiz. Bu, işte satış! Kişi kendi içsel dünyasında da satış yapar.

O nasıl oluyor?

Düşünceler ve fikirler beynimizde çatışır. Kalbimiz başka şey, beynimiz başka şey söyler. İyi satıcı, bütün o sesleri dinleyip, ortak bir ses haline getirebilen iletişim uzmanıdır.

Haberin Devamı

*Sizin satamayacağınız bir şey...

Galiba yok. Ama inanmadığım şeyi satmam, insanlara zarar verebilecek şeyi de. Mesela sigara satmam, silah satmam.

Bu kabiliyet herkeste var mı?

Kesinlikle var. Zaten başka şansımız da yok. Doğduğumuz anda annemizin karnımızı doyurmasını bekliyoruz. Öyle değil mi? Hiç pes etmeden sürekli ağlayıp, iletişimde kalmaya çalışıyoruz. Satışta en önemli özellik: İletişimde kalmak. Bunun kaynağı ise istek. İstek olduğu sürece, belli satış teknikleriyle herkes profesyonelleşebilir. Bu öyle bir şey ki, bir şirkette genel müdür olmak istiyorsanız, satış bilmek zorundasınız, bir şirket kurmak istiyorsanız satış bilmek zorundasınız, bir işe girmek istiyorsanız satış bilmek zorundasınız. Niye mi? O işe girebilmek için kendinizi karşı tarafa çok iyi anlatabilmeniz lazım. Sizin gibi birine ihtiyacı olduğuna onu inandırabilmeniz lazım. Bu da satış işte.

Haberin Devamı

*“Satış”la başladınız, sonra hangi hedeflere yöneldiniz?

Ben kariyerimde hızlı ilerledim, uluslararası şirketlerde uzun yıllar müdürlükler, direktörlükler, genel müdürlükler, yönetim kurulu üyelikleri yaptım. Ama sonra her şeyi sorgulamaya başladım. “Neden” isminde bir kitap yazdım. İstemedim artık başkası için çalışmak ve kendi şirketimi kurdum. Ondan sonra da “Satış Okulum” geldi.

Hadi anlatın nedir bu Satış Okulum? Ve nerede çıktı?

Çetin Altan’ın şu sözü beni tetikledi: “Kars’tan Brüksel’e kadar eğitim sistemimiz eşit olduğunda hiçbir problem kalmaz!” Satış mesleğiyle bu tespiti birleştirmek istedim. Biliyorsunuz, o da herkesin bir meslek sahibi olmasının önemini vurgular hep. Kendi kendime “Öyle bir sistem kurmalıyım ki” dedim, “Van’dan Edirne’ye kadar herkes aynı kaliteli eğitimi alabilsin, en iyi hocalardan ders dinleyebilsin”. Bütün bunları düşünürken o esnada bir otelin sinema salonundaydım, “Mesela her şehirde böyle salonlarda eğitim verebilsek...” dedim.

Haberin Devamı

*Ve o anda kafanızda bir ampul mü yandı?

Yandı valla. Birden, “Neden sinema salonlarında eğitim vermiyoruz ki?” dedim. Yani şöyle: İstanbul’da bir şifreli bir kanal kiralıyoruz, ben ve diğer arkadaşlarım eğitimleri veriyoruz. Aynı anda Türkiye’nin birçok yerinde insanlar sinema salonlarında, film izler gibi bizi izliyor. Üstelik interaktif, soru sorabiliyorlar, cevabını alabiliyorlar, tartışıyorlar, SMS atıyor, kendi fikirlerini söylüyorlar...

Müthiş bir fikir!

O gün, o arada, bu işini geleceğini gördüm, “Tamamdır, budur...” dedim. Şu anda Satış Okulum, Türkiye’nin her yerinde, sinema salonlarında canlı yayınla, aynı anda, eğitim veren dünyada tek okul. Bu sistemle yılda 6000 kişiyi yetiştiriyoruz. Binlerce insanı iş sahibi yapıyoruz çünkü buraya sponsor olan birçok şirket var. Mezun olup da işi olamayan genç arkadaşlarımız bu firmalarda işe giriyorlar. Bu, benim için çok önemli çünkü ben gençlerin, okuldan mezun olur olmaz, bu korkunç dünya düzeni içerisinde, ellerinde CV’leri oradan oraya koşturmalarının haksızlık olduğunu düşünüyorum.

Haberin Devamı

Kimler eğitim veriyor bu okulda?

Üniversite hocalarından tutun, benim gibi hayatlarının eksenine satışı yerleştirmiş pek çok insan. Tabii iş dünyasının guruları da, mesela ESE kurucu rektörü Prof. Stefano D’Anna, mesela Ali Sabancı, mesela Şerif Kaynar. Eğitimler 1 ay sürüyor, salı ve çarşamba günleri 09.00-11.00 arasında.

Eğitim sırasında esprili şeyler yaşanıyor mu?

Tabii, tabii. İstanbul’da eğitim verilirken, Trabzon’daki bir öğrencimiz yanındaki arkadaşıyla konuşuyor diyelim, biz İstanbul’daki hocamıza bilgi veriyoruz, hoca da kendisini “Trabzon’da ikinci sırada oturan Mehmet kardeşim! Yanındakiyle konuşmayı kes de, dikkatini bize ver!” diye tatlı tatlı uyarıyor. İnsanlar gülüyor. Yani şu: Popcorn’unuzu alıyorsunuz, sabahleyin sinema salonuna giriyorsunuz ve sinema salonunda Türkiye’nin en iyi eğitmenlerini ve iş dünyasının gurularını canlı yayında seyrediyorsunuz, sorularınızı onlara SMS’le soruyorsunuz, bilgiyi kaçırdığınız ve kaybettiğinizi düşündüğünüzde size verilen şifre ile internetten takip etmeye devam ediyorsunuz, sonra sertifikanızı alıyorsunuz, eğer işiniz yoksa ve iş arıyorsanız 50’ye yakın şirket bu        projeye sponsor olduğu için, öncelikle sizi işe alıyor.

Karpuz gibi seçilmeyi beklemeyin

 

 Gerçekten işe girmek isteyen bir genç ne yapmalı?

Gerçekten girmek istiyorsa girer! Benim ilk iş müracaatım bir Amerikan şirketine oldu. Tabii almadılar. Üniversiteyi bitirmemiştim, İngilizcem yeterli değildi, askerliğimi de yapmamıştım. Yine de yılmadım, genel müdüre bir mektup yazdım, “Herkes bir şansı hak eder. Siz de bana bir şans verin. Maaş istemiyorum. Hiçbir şey istemiyorum. Sadece 3 aylık bir şans istiyorum” dedim. Tamam dediler. 3 ay içinde, satışta, Türkiye çapında birinci oldum ve o sayede bu işe girdim. Demek ki gerçekten isterlerse, işe girememeleri mümkün değil. Öncelikle kendilerine güvenmeleri ve ne istediklerine karar vermeleri gerekiyor.

Torpil ve adam bulup işe girme hevesinden vaz mı geçsinler yani...

Evet, insanın en büyük torpili kendisi. Bir şirkette mi çalışmak istiyorsunuz? O şirkette size kimin ihtiyacı olacaksa, onu bulun, onunla görüşün. Ulaşamayacağınız kimse yok. Özellikle üst yönetim, uzun saatler çalışır ve akşam saatlerinde asistanları çıktığı için telefona direkt kendileri bakarlar. Siz saldırın. Karpuz gibi seçilmeyi beklemeyin...

Çalışmak istedikleri insanı arabalarına binerken filan yakalayıp, “Ben sizinle çalışmak istiyorum” mu desinler...

Tabii ki öyle yapsınlar. Onları yakalasınlar. Benim sizi uçakta yakaladığım gibi...

 

 

Yazarın Tüm Yazıları