Şiddetin yaktığı yürekler

İNSANLIĞIN en acı dramları, en acıklı hikáyeleri, şiddetin yaktığı yüreklerin çığlığı ile tarihin hafızasına kazınmıştır.

Asırlar boyunca insanlık, indirilen kitaplar ve gönderilen peygamberler vasıtasıyla sevgi ve barışı hákim kılmak isteyen ilahi bir uyarının muhatabı olmasına rağmen, kan içmeye doymayan iştahıyla şiddet, günümüzü de kasıp kavurmaya devam ediyor.

Ocaklar sönüyor, yürekler yanıyor, çocuklar yetim bırakılıyor; fakat şiddetin kara vicdanı hüküm kesmekten, kanlı infazlarına bir yenisini eklemekten vazgeçmiyor! Çünkü o öldürdükçe, masum canları aldıkça yaşayan, güç bulan bir yaratıktır. Onun hayat sahasını daraltmadan, yok etmeden toplumların huzur bulması mümkün değildir.

* * *

Acaba hangi din, hangi inanç, hangi ülkü, hangi ideoloji şiddeti mazur gösterebilir? Hangi ortam insanı "eşref-i mahlukat" (şerefli mahluk) sıfatından koparıp, "esfel-i safilin" (aşağıların aşağısı) çukuruna atabilir? Hangi çare, hangi çözüm insanlığın bu kanayan yarasına merhem olabilir? Özellikle şiddetin ilkokul sıralarına kadar indiği bir toplum bu cinnetten nasıl kurtulabilir?

Devlet adamları, bilim adamları, yazarlar, çizerler, analar, babalar, kendi sorumluluklarını hatırlayarak bu suallerin cevabını bulmak, tedbirlerini de ona göre almak durumundadırlar. Bir ahşap binanın içindeyiz, yanımızdaki ahşap bina yanıyor. Alevler bizim evimize de sıçramadan bunu yapmalıyız!

Bir yurt insanını daha şiddetin karanlığında kaybettik. On binlerce insan, ırk-din ayrımı yapmadan bu cenazeye sahip çıkıp şiddeti lanetledi. Türk insanı, bu cenazenin arkasından yürüyen onbinleriyle bütün önyargıları yıkarak dosta düşmana çok anlamlı bir tablo armağan etmiştir. Herkes bu değerli tabloyu duvarına asıp vicdan muhasebesi yapmalıdır! Herkes bu tablodan ders çıkarmalıdır. Özellikle de acılı eşin şu çığlığından:

"Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim."

Sonra, dudaklarından dökülen o sevgi sözcükleri:

"Oraya (cennete) yalnız ve yalnız sevgi girer. Kimseyi kıskanmayan sevgi, kimsenin malında gözü olmayan sevgi, kimseyi öldürmeyen sevgi, kimseyi aşağılamayan sevgi, kardeşini kendinden üstün tutan sevgi, kendi hakkından vazgeçen sevgi, kin tutmayan sevgi, kardeşinin hakkını arayan sevgi..."

Rakel Dink, bu çığlığıyla bütün insanlığa ders veriyor. O’nun Ermeni, ya da Hıristiyan kimliği, bu gerçeğin algılanmasına ve sorgulanmasına engel teşkil etmiyor. O’nun mensubu olduğu din de, tetiği çekenin mensup olduğu din de aynı şeyleri söylüyor. "Bir bebekten katil yaratma"ya meydan veren toplum kendini sorgulamadıkça, bütün bu olup bitenlerden kendine ders çıkarmadıkça, bebeklerden katil üreten düzenin çarkları daha nice masum bebeklerin geleceğine pusu kurmaya devam edecektir!

Dinimiz bize güzel ahlakı, hoşgörüyü, doğruluğu emrediyor. İslam, "barış" ve "esenlik" demektir. Dinimiz, barış ve esenlik dinidir. "Her kim bir insanı öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş sayılır" sözü, bu dinin mukaddes kitabı Kur’an’a aittir. İslam’ın emirleri, insandaki şiddet eğilimini terbiye etmek ve sınırlamak için vardır. Şiddeti "cihad" kılıfıyla örtmeye çalışanlar büyük bir yanılgının, büyük bir inkárın maznunu durumundadırlar.

Kendilerine "durumdan vazife çıkaran", bunu inançları, ideolojileri adına yaptıklarına inananlar, "cihad" kavramının içeriğinden de habersizdirler. Ne yazık ki Batı dünyası da cihadı terörle özdeşleştiren çarpıtmalarıyla ortalığı iyice karıştırmaktadır. Cihadın kelime anlamı, çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarf etmektir. Bu kelimeler sadece harp meydanında düşmanla savaş yapmak anlamına gelmez. Bir savaşın, müminin kendi nefsiyle yaptığı mücadele yanında ancak "küçük cihad" mertebesinde olacağını yine bize Peygamberimiz söylemiyor mu?

* * *

Nefis terbiyesi... İnanan insanın en büyük cihadı budur! Nefsimizi kinden, husumetten, kıskançlıktan, kötülüklerden arındırmadıkça Yüce Yaratan’ın istediği kul olamayız! İnsanlara zulmetmek, masum insanların canını almak, Allah’ın "Bütün insanlığı öldürmüş sayılırsınız" ikazına isyandan başka ne olabilir?

Şiddetin tohumlarını serpen eller de şüphesiz bu isyanın içindedirler. Şiddeti teşvik eden filmler, ahlaksızlığı teşvik eden programlar, katillerin suçlarını hafifleten kanunlar, insanların problemlerini çözmek yerine iradelerine kömür ve pirinçle ipotek koyan şark kurnazlıkları yürürlükte olduğu müddetçe korkarız daha çok masumun kanı akar, daha çok çığlıklar yükselir yanık yüreklerden!

Bugün, ülkemizin yetiştirdiği değerlerden eski Dışişleri Bakanımız İsmail Cem’i de Hakk’a uğurluyoruz. Allah rahmet eylesin. Ailesinin ve yakınlarının başı sağolsun.

SORALIM ÖĞRENELİM

Besmelede geçen "rahman" ve "rahim" kelimeleri rahmet kökünden geldiğine göre her ikisi arasında ne fark vardır? Muttalip GÜLER

Rahman ve rahim kelimesi, "esirgeyen ve koruyan" anlamına gelmektedir. Aralarındaki fark ise rahman, dünyada tecelli eden bir sıfattır ki inanan inanmayan, canlı cansız bütün yaratıkları kapsar. Rahim ise ahirette mümin insanları mükáfatlandıracak bir anlam taşımaktadır. Rahman sıfatı, rahim sıfatına göre daha genel bir mana ifade eder.

Bağışlanan organı taşıyan insanın işlediği günah, o organı bağışlayana da yazılır mı?

Ali DESTEGÜL/KARS

Sorumlu olan organlar değil, organları taşıyan şuurlu varlıktır, yani insandır. Tabancayla bir insanın hayatına kastediliyor. Suçlu tabanca mıdır, tabancayı kullanan insan mıdır? Hiç tabancanın suçlu olduğu görülmüş müdür? İşte, bağışlanan organlar da kimin tarafından kullanılıyorsa sorumlu olan onu kullanandır. Dolayısıyla bu tür düşüncelere itibar etmek doğru değildir. Organ bağışlamak, bir hayatı kurtarmaktır. Dinimizde çok büyük sevabı vardır.

Hacer-ül Esved gökten mi indi? Namazı ona yönelerek mi kılıyoruz?

Cengiz SERDAROĞLU/İSTANBUL

Hacer-ül Esved, gökten inmiş bir taş değildir. Onun Kábe duvarına konulmasındaki amaç, Kábe etrafındaki tavaf (dönüşler) için başlangıç noktası olmasıdır. Namaz, Kábe’nin herhangi bir noktasına yönelerek kılınır. Karmatiler, Miladi 930 tarihinde Mekke’yi talan ettiklerinde Hacer-ül Esved’i ülkeleri Umman’a ganimet olarak götürmüşler ve onu ancak 21 yıl sonra geri vermişlerdi. Hacer-ül Esved’in olmadığı bu süre boyunca Müslümanlar Kábe’yi kıble edinmeye devam etmişlerdir. Gerek Mekke’de yaşayanların, gerekse dünyanın başka bölgelerinde yaşayanların kıblesi Kábe’dir.

Üzerinde kul hakkı olan birisi helallik alınca Allah tarafından da bağışlanır mı?

Memduh ÜRKMEZ

Herhangi bir yaratığa haksızlık yapan kişi, aslında çifte suç işlemiştir. Sadece doğrudan mağdur olana değil, Allah’a karşı da hata işlemiştir. Çünkü suç olan davranış, ilahi buyrukları da çiğnemektir. Bu sebepten, bir varlığa karşı suç işlediğimizde sadece ondan helallik almakla yetinmemeli, tövbe edip Allah’tan da af dilemeliyiz.
Yazarın Tüm Yazıları