Sefaretname

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Sevgili okuyucularım, bugün size çok ilginç bir kitaptan söz edeceğim. ‘‘Osmanlı Diplomasisi ve Sefaretnameler’’ isimli bu kitabı mutlaka okuyun... Çünkü bir yazıda işin esprisini vermek mümkün değil.

Kitabı anne-kız Hadiye ve Hüner Tuncer yazmışlar. Hadiye Hanım bir süre önce vefat etmiş. Kızı Hüner Tuncer ise Dışişleri Bakanlığı'nda görevli.

Kitapta, özellikle 1700'lü yıllarda Fransa, İspanya, Prusya (Almanya), Avusturya ve İran'a gönderilen Osmanlı elçilerinin oralarda yaşadıkları ve başlarına gelenler, kendi kalemlerinden, yani devlete verdikleri resmi raporlardan anlatılıyor. Bunların tümü günümüz Türkçesi ile yeniden yazılmış.

Okudukça bazen gülüyor, bazen sinirleniyorsunuz. Ama o dönemde diplomatik ilişkilerin nasıl olduğunu öğreniyorsunuz.

***

Bizim elçiler, o dönemde yabancı ülkelere genelde padişahın bir mektubunu o ülkenin kralına götürmek için gidiyorlar. Orada birkaç ay kalıp geri dönüyorlar. Osmanlı, diğer ülkeleri küçümsediği için oralara sürekli elçi göndermiyor.

Ayrıca, bizim elçiler oralara büyük kafilelerle gidiyorlar. Yanlarında bazen yüzlerce adam, hediye bohçaları, yiyecek içecek var.

Belli zamanlarda oralarda parasız kalıyorlar. Yabancılar bunlara kazık atıp masrafları ödetince, bizim elçiler çok bozulup bunları sefaretnameye yazıyorlar.

Ayrıca, o dönemin de zorlu protokol kuralları var! Gittikleri ülkelerde kralın adamlarıyla pazarlık yapıyorlar. Kabul sırasında neler yapılacağı ve yapılmayacağı konusunda büyük tartışmalar oluyor.

Bizim elçi gerektiğinde ‘‘Bu dediklerim olmazsa geri dönerim. Haberiniz olsun’’ diye posta koyuyor.

Kitap muhteşem olaylarla dolu... Ve hepsi de devlet belgelerinden alınmış.

O sırada Osmanlı'da yabancı dil bilen adam yok. Bu yüzden bizim elçiler arasında Polonya ve Alman asıllı bazı kişiler oluyor. Bunlar din değiştirip müslüman olmuş kimseler.

Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıklar elçiliklerde görev yapıyor. Bunlar doğal olarak bulundukları ülkeye de casusluk yapan tipler.

Örneğin 1800'lü yıllarda Londra'ya atanan 16 elçiden 3'ü, Roma'ya atanan 10 elçiden 4'ü Rum!

Yine Rum olan Musurus Paşa, İngiltere'de tam 36 yıl elçilik yapıyor. Oğlu Stefanaki ise Roma elçisi oluyor!

***

Evliya Çelebi, Osmanlı elçisinin Viyana'ya girişini anlatıyor:

‘‘Kralın maiyeti, paşanın (elçinin) eteğini öptüler. Paşa, kralın gönderdiği ata binerek Beç (Viyana) kalesine girdi. Kendisine ayrılan konakta yabancı ileri gelenlerine bir ziyafet çekti ki, kâfirlerin hepsi hayatlarında böyle yemek yemediklerini söylediler...’’

Halet Efendi Fransa'ya elçi olarak gidecek. İmparator Napolyon Bonapart. Başbakan ise ünlü Taleyrand. İstanbul'da bu ikisi için hediye bohçası hazırlanıyor. Bu konudaki devlet yazışmasından bir bölüm:

‘‘Defterdar efendi, Fransa cumhuru baş konsülü Bonaparta'a hediye tertip ediniz. Ve Bonaparta ve Taleyran'ın madamalarına dahi birer bohça tertip eyleyesün...’’

Hediye bohçalarında çeşitli kumaş ve mücevherli kutularla birlikte kıl çekme aracı ve ter kokusunu önleyen kokular var.

Yine Fransa'ya giden elçi Seyyit Ali Efendi, orada çok önemli bir konuyu soruşturuyor: Acaba Fransa, Osmanlı'nın elinde olan Mısır'a saldıracak mı?

Seyyit Ali, İstanbul'a gönderdiği raporlarda böyle bir şey olmayacağını söyleyip duruyor... Çünkü Taleyrand ona yalan söyleyip, onu uyutuyor!

En sonunda Fransa, Mısır'ı ele geçiriyor. Bu haber İstanbul'a geliyor. Bir süre sonra bizim elçinin son raporu İstanbul'a ulaşıyor...‘‘Endişe edecek bir durum yok. Fransa saldırmayacak...’’

Kafası bozulan şair, besteci ve duygulu padişah Üçüncü Selim, bu raporun üzerine el yazısıyla not düşüyor:

‘‘Ne eşek herifmiş bu.’’

***

Elçi Halet Efendi Fransa izlenimlerini raporunda padişaha arz ediyor:

‘‘Devletlu efendim, bu Fransızlar'ın akıl ve inançları acayip bir şeydir. Hileleri ve politikaları gayet kaba. Burasını görüp de size metheden varsa, onlar tam bir eşektir. Zira burası bir fuhuş yuvasından başka bir şey değildir...’’

Elçi İbrahim Paşa Avusturya'ya gidiyor. Avusturya elçisi de İstanbul'a geliyor. Sınırda buluşuyorlar. Önde iki tarafın komutanları ve maiyetleri, her iki tarafın arkasında 15 bin kişilik ordu!..

Çünkü bir defasında sınırda buluşan iki elçi kavga etmiş ve ardından savaş çıkmış! Bu yüzden, elçiler sınıra orduyla geliyorlar.

Osmanlı komutanı bizimkini öbür komutana emanet ediyor:

‘‘Elçimizi sana sağ salim teslim ediyoruz.Yine sağ olarak isteriz.’’

Öbür komutan da aynı şeyi bizimkinden istiyor.

O dönemde elçilerin güvenliği yok. Örneğin Osmanlı, kızdığı elçileri İstanbul'da hapsediyor. Onlar da aynı şeyi bizimkilere yapıyor.

***

Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, Fransa'ya elçi gidiyor. Büyük protokol pazarlıklarından sonra kral tarafından kabul ediliyor. Fakat bir bakıyor ki, Fransa kralı 15. Lui, henüz 11 yaşında bir çocuktur!

Bütün kabul süresince işi kral naibi mareşal idare ediyor. Padişahın mektubu da kral naibine veriliyor. Çocuk kral orada oturuyor. Birkaç gün sonra bizim elçiyi saraya davet ediyorlar. Elçinin raporundan aktarıyorum:

‘‘Mareşal bize ‘Kralımızın güzelliğine ne dersiniz. 11 yaşındadır ve saçları peruk değil, kendi saçıdır' dedi. Böyle diyerek kralı bize yaklaştırdı ve saçlarını okşattı. Sonra krala dönüp ‘Haşmetmeab biraz yürüyün de görsünler' dedi. Kral, arkadaşları ile koştu. Mareşal bize dönüp ‘Beğendiniz mi' diye sordu. Biz de ‘Maşallah, Allah ülkesine bağışlasın' dedik.’’

(Ümit Yayıncılık. Tel: (0 312) 419 38 26. Faks: (0 312) 417 56 68).













Yazarın Tüm Yazıları