Sandık başında

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Altıyol'a fırladım, ilçe merdivenlerini tırmandım, doğum tarihini değiştirip kendime sandık görevlisi kartı çıkarttım ve işgüzarlığın azı çoğu olmaz, bu görevlilere dağıtılacak azık için ekmek arasına peynir doldurdum.

Madem bugün sandık başına gidiliyor, ben de tatlı tarafından bir seçim hikayesi anlatacağım. Tamı tamına otuz yıl öncesine uzanıyor.

* * *

Efendim, Hitler yenilgisini Alman mültecisi Yahudi arkadaşlarıyla beraber ‘Fişer’ birahanesinde kafa çekerek kutlayan hümanist bir babanın çocuğu olduğumdan mıdır nedir, ben politikayla pek kopil çağdan itibaren ilgilendim.

Gerçek anlamda hatırladığım ilk seçim 1965 oylamasıdır. Aybar, Kemal, Altan, TİP'in kazanması için dua ederek radyo başında sabahlamıştım.

On yedi yaşımı sürdüğüm 1969 seçimlerinde ise artık militandım.

Bir yandan sayıları iki elin parmağını geçmeyen çocuklarla beraber ‘Devrimci Liseliler’ arasındayım, öte yandan ‘oportünist’ addettiğim yönetime karşı TİP içindeki muhalefete katılıyordum, diğer yandan da ‘bolşevik’ kamera kullanacağım diye ‘Genç Sinema’ grubunda sekiz milimetre bobin sarıyordum.

Ve, hümanist mümanist ama aynı zamanda da çok pederşahi bir insan olan Babam bunlara bulaştığımı öğrense canımı çıkartır, her şeyi gizli yapıyordum.

Tiyatroya izin alıyorum, pır, kahve toplantısında ‘Arman Abi’nin 1942 model ‘Deseto’ taksisi üzerine tırmanarak çınar ağacına hoparlör bağlıyorum.

Sabah okula gidiyorum diye çıkıyorum, ver elini Teknik Üniversite, Gümüşsuyu'ndan aşağı Dolmabahçe'ye 6. Filo ‘coni’si kovalıyorum.

Suadiye'deki arkadaşımda ders çalışacağım palavrasını uyduruyorum, gazete kağıdının içine sopa sarıp Taksim'deki mitingde kürsü koruması oluyorum.

Komedi oynamakta, diplomat davranmakta, yalan kıvırmakta üstüme yok, hem evi idare ediyorum, hem de ‘proleter sorumluğuyla’ militanlık sergiliyorum.

* * *

1969 seçimlerinde gün geldi çattı ve muhalefet yapsak bile TİP bünyesinde faal olmalıyız ki ‘örgüt ve kitleler’ nezdindeki ‘öncülüğümüzü’ ispatlayalım, benim de sandık görevlisi olarak sayım sırasında nöbet tutmam gerekiyor.

Ama işin kötüsü şu, benim yaşım tutmuyor... Hadi bunu geçtik ve Kadıköy ilçesinde yakama görevli kartı uydurdum, peki Peder beyi nasıl atlatacağım ?

Bir, yatak altına sakladığım ve üzerinde gerilla resmi olan kitabı buldu.

İki, renk vermese bile ‘Kanlı Pazar’da Bağdat Caddesi piyasasına çıktığım palavrasını yutmadı. Tam teyakkuz halinde ve her hareketimi kontrol ediyor.

Zaten Annemle beraber oy kullanmaya giderken evden hiç ayrılmamamı sıkı sıkı tembihledi. İşte öğlen yemeğini yiyoruz ve aklım fikrim sandık başında.

Anladım, şimdilik kurtuluş yok. Kapı komşusu ve papaz mektebinden ağabeyim Mehmet Yalım'a uğradım. Onun hem ‘Dual’ pikabı var, hem de Leo Ferre Aragon' dan ‘Kızıl Afiş’i söylüyor. Lükse bak, Fikirtepe gecekonduları kurşun atımlık yerde ve ben Frenk şarkılarıyla solculuk oynuyorum. Allah günahımı affetsin !

İkindiye doğru tekrar eve geldim ve gaflete düşüp uslu davranacağımı mı sanmışlar nedir, kardeşim ebeveynimin Anneannem'e gittiğini ve Bebek'ten ancak akşam yemeğinden sonra döneceklerini haber verdi. Sevinç ki, ne sevinç !

Altıyol'a fırladım, ilçe merdivenlerini tırmandım, doğum tarihi değiştirip kendime sandık görevlisi kartı çıkartım ve işgüzarlığın azı çoğu olmaz, bu görevlilere dağıtılacak azık için ekmek arasına peynir doldurdum. Benden de ‘keskin’ Sarı Erol uğradı ve ‘parlemantarizmden medet umduğum için’ alay etti.

Artık sandıklar kapandı ve sayım başlayacak, bana Kalamış'taki Rum Okulu'nun bürosu düşüyor. Hemen hemen kendi mahallem ama yakalanma tehlikesi çok düşük, zira ebeveynimin tanıdığı kimseler sonuç ne çıkacak diye gelmez.

Çehremi yaşımdan büyük göstermeye çalışarak ve diğer parti temsilcilerinin tebessümlerine aldırmayarak masaya oturdum, hesap kağıdını çıkarttım, kartımı yakama taktım, başkan pusulaları okudukça müthiş ciddiyetle not alıyorum.

* * *

Parantez açayım, Kalamış'ın eski Rum Okulu Todori'nin hemen bitişiğindeydi ve Babam bu bahçeli meyhanenin en sadık müşterilerinden birisi olduğundan ben ve kardeşim neredeyse masaların arasında büyüdük. Çiroz kokusunda boy attık.

Neyse, pür dikkat sonuç topluyorum, hemen yanımda ve çok alışık olduğum bir aksanla ‘Hadi pasam mebus olmaya karar vermistir ?’ cümlesini işitim.

Başımı kaldırdım ki Todori'nin demirbaş garsonu Yani !.. Beni beşiğimden beri tanıyan bu muhterem adam o akşam izinli miydi, yoksa lokanta kapalı mıydı ne haltsa bilemiyorum, dudağında cigara, müstehzi müstehzi bana bakıyor.

‘Bakkal hesabı tutasın diye Feridun Bey’cim göndermistir ?' diye ekledi.

Bende şafak attı. Nasıl atmasın ki ? Eğer Pederim tüm ihtarlarına rağmen böyle bir kalt karıştırtırdığımı, üstelik bunu kendisinin herkesle selamlaştığı bir mıntıkada yaptığımı öğrenirse, lami cimi yok, kafamı kırar.

Daha beteri, her şeyim demek olan sekiz milimetre kameramı da kırar.

Tamam proletarya falan filan ama nihayet ağzı süt kokan bir ana kuzusuyum, titremeye başladım. ‘Vre Yani’ diye yakaracağım, ‘militanlığa’ yediremiyorum.

Sandıktan kalktım, yakamdaki kartı çıkardım ve suçlu suçlu garsona baktım.

‘Bu defalık görmedim. Doğru eve, efendi babanın elini öp’ dedi.

Deyiş o deyiş, bendeniz tabanları yağladım ve bizimkiler dönmeden önce radyonun başına oturdum. 1969 seçim sonuçlarını oradan izledim.

Sonraki günler yine maaile Todori'ye gittiğimizde, bilge Yani midye tabağını masaya bırakırken, Hadi Bey’cim, insallah mektepte iyi hesap öğreniyorsundur, hayat zor, çok zor...' diyerek bana gizliden göz kırptı.

Ebeynim garsonun benim derslerimle neden ilgilendiğini anlayamadı.

Yazarın Tüm Yazıları