Şafak öğretmenimiz

Karpuz suya düştü- 3 yok bugün maalesef. Elim varmıyor yazmaya, keyfim yok, hatta böğürüyorum iki gündür Şafak’ımızı kaybettik çünkü.

Haberin Devamı

Bu halin bir benzerini sevgili Reyhan Karaca’nın kardeşi Fatih gidince de yaşamıştım. Ne Fatih’i ne Şafak’ı hayatımda hiç görmedim ama onlarla twitter üzerinden kurduğumuz arkadaşlıklarda paylaştıklarımız, birbirimize yazdıklarımız, gizli mesajlarımız çok daha vurucu ve kalıcı oluyor bazen işte.

Şafak’la işi biraz daha ilerletmiştik; arada sırada telefonla konuşuyorduk. Canı yanıyordu hem de nasıl ama sesini duyunca sanırdın ki karşındaki genç adam son derece sağlıklı; yani çaktırmazdı.

Hastanelere girdi çıktı, kemoterapiler gördü, günler oldu acısını morfinler bile dindirmedi ama o yine  yılmadı.

Aklında, fikrinde iki şey vardı; iyileşmek ve öğretmen olarak atanmak.

 

Bir gün dedi ki; “Abla Amerika’ya gidiyorum tedaviye”; devlet bir kıyak çekmişti, Amerika da  randevu vermişti.

Haberin Devamı

Ama trajikomik bir şekilde Şafak uzun süre Amerikan vizesi alamadı, randevu da ha kaçtı ha kaçacaktı.

Hepimiz sesimizi duyurmak için elimizden ne geliyorsa yaptık, hatta ben bir gece bir canlı yayına bağlanıp bu duruma bir çare bulun Sayın Bakan diye de yırtındım.

İki gün sonra Şafak’ımız vizesini aldı.

Amerika’dayken de bir iki sefer konuştuk.

Bu seferlerden birinde Şafak ilk kez benden bir şey istedi;

“Aşığım abla, birbirimizi çok seviyoruz ama İstanbul’da kalıp bana yakın olabilmesi için ona iş bulmam lazım acaba bulabilir miyiz?”

Hıyar ben, kendi derdime daldım. Hep aklımda olmasına rağmen çok fazla çaba sarf etmedim. Etseydim ne olurdu öyle bir gücüm ve imkânım yok o da ayrı ama işte bu durum bana fena halde koydu.

Sonra bir kaç kez Şafak’ın abisiyle konuştum bu sefer İstanbul’a gelmiş Gata’ya yatmıştı. Amerika; “bizim yapabileceğimiz bir şey yok” demişti.

Uzun bir süre Şafak’tan ses çıkmadı ta ki geçen gün haberlerde “Şafak öğretmen öldü” haberini duyana dek.

İçim çok yandı, hala da yanıyor.

Biraz evvel anacığıyla konuştum; “Başın sağolsun ana” dedim.

“Fenalaştım biraz, yatıyordum” dedi.

Kendimce bir şeyler söyledim Şafak’ın anacığına.

“Sağol evladım” dedi.

Haberin Devamı

Ne söylesek boş işte, bu bir ana yüreği...

O telefondan sonra bir telefon daha açtım, Şafak’ın en yakın arkadaşlarından birine o da çok üzgün ve yorgun. Şafak’ın çok özel ve önemli bir insan olduğunu anlattı. Şafak’ın abisi ve 5 yıllık kız arkadaşıyla da konuştum, onlar da aşağıda.

Mekânın cennet olsun Şafak öğretmenimiz. Sen Allah katının en yüksek yerine atandın, ruhun rahat uyusun.

Şafak öğretmenimiz

ŞAFAK’IN MELEĞİ ŞAFAK’I ANLATTI

Şafak ile bundan 5 yıl önce bir okul pikniğinde tanışmışlar ve o günden sonra da neredeyse hiç ayrılmamışlar.

O pikniğe gitmesi de aslında çok tesadüfen olmuş, geç kalmış, arabayı kaçırmış ama içinden bir ses “gitmelisin” dediği için bir şekilde gitmiş pikniğe.

Haberin Devamı

Şafak o piknikten 3 gün sonra mezun olmuş, o ise o sırada 1. sınıftaymış. Ondan sonra sürekli denk gelmişler Şafak’la, bir şekilde karşılaşmışlar.
 Araya mesafeler girse de hep iletişim içinde olmuşlar.

Tanıştıklarında Şafak 1 yıldır bu hastalıkla mücadele ediyormuş. Sonraki 5 yılda ise hep birlikte mücadele etmişler onunla. O kah hastane odasında sedyede uyumuş kah koşturmuş koridorlarda.

Çevresindekiler “senin yaptığını kimse yapmaz” dediklerinde cevabı “Şafak için herkes yapar” olmuş.

“Şafak benim gerçekten öteki yarımdı.” diyor ve ekliyor; “aramızda hep konuşurduk Şafak’la en büyük aşklar kavuşamadıkları için büyüktür; Leyla ile Mecnun gibi, Kerem ile Aslı gibi biz de aslında hep kavuşacağımız günü bekledik ama maalesef kavuşamadık. Bu yüzden bizi de ileride anlatırken o büyük aşkların arasında sayacaklar.”

Haberin Devamı

“5 yıl çok acı çektim, çok üzüldüm. Çevremdekiler hep devam etmememi sonunda daha da çok acı çekeceğimi söylediler bana. Ben hiç vazgeçmedim ve bu şekilde bir 5 sene daha geçireceğimi söyleseler yine yaşarım seve seve.

Şafak hasta olduğunu hiç hissettirmedi bana, hiçbir zaman “ama o hasta bunu yapamaz” dedirtmedi bana.

Son gün bizim 5. yıldönümümüzdü ve ben de ona bir yüzük aldım hastaneye giderken ancak geç kalmıştım.

Ben gitmeden 5 dakika önce son nefesini vermiş. Ben yine de yüzüğü parmağına taktım ve o an inanılmaz bir şey oldu sanki hissetmiş gibi gözünden bir damla yaş geldi.

Ben hayatımda ilk defa bir ölü gördüm ve o da en çok sevdiğim insan oldu.

Haberin Devamı

Uyuyor gibi geldi, acaba uyanacak mı diye bekledim.

Sonra onu yıkadılar, bir gece morgda bekledi. Ben de sabaha kadar morgun önünde bekledim. Onun sevdiği şarkıları mırıldandım ona.
Yüzüğü başucuna gömdük.

4 gündür sürekli ağlıyorum. Odasına giren herkes gibi ben de eşyalarına dokunmak istiyorum; şapkasına, kravatına, fotoğrafına…

Benim dünyam o gelene kadar siyah beyazdı o gelince renklendi. Yaşadığım hiçbir şey için pişman olmadım çünkü onun sevgisi de çok büyüktü.”

………….

ŞAFAK’IN ABİSİ DENİZ’DEN;

 “Onu hiç unutmayacağız.
Hayatı boyunca kendisi için değil başkaları için çalıştı, çabaladı.
Onu aile olarak unutmayacağız, yaşatmak için de elimizden ne geliyorsa her şeyi yapacağız.”

…………

ŞAFAK’IN DOSTLARINDAN

Şafak öğretmeni kaybettik. Söylenecek o kadar şey var ki onun hakkında.
O, azmiyle, kararlılığıyla, Türkiye’de ataması yapılmayan öğretmenler mücadelesini gündemin ön sıralarına taşıdı.
Yaklaşık iki yıl önce, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’nun (AYÖP) kuruluşuna öncülük etti. Açlık grevi gerçekleştirerek konuyu tüm Türkiye’nin gündemine getirdi. Herkesin her şeyin bittiğini düşündüğü koşullarda, o hem kansere hem de atanmasını engelleyen sisteme karşı çifte direniş gerçekleştirdi. İkisini birbirinden ayrı mücadeleler olarak hiçbir zaman görmedi.
Bu özelliği, onu ülkenin her kesiminden destek alan bir kolektif kişilik haline getirdi. Öyle geniş bir kesimin desteğini aldı ki Şafak, o güçsüz bedeni küçüldükçe etrafındaki destek çemberi büyüdü.
Hiç yıldığını görmedik. Ölümü bir kere bile düşünmedi Şafak. Gözlerimiz yaşlı belki, ama Şafak öyle dersler verdi ki bizlere.
Hep söylediğimiz bir şeydi kendisine. Öğretmenlik, sadece sınıfta, derslikte yapılmaz diye. Şafak, yaşadığımız her yerde sözü, direnci, kararlılığıyla öğrete öğrete kendisini gösterdi.
İki yıldan fazla zaman oldu onu tanıyalı. Gittikçe ısındık birbirimize, kardeşimiz, dostumuz oldu.
Tek söylediği şuydu: “Kansere karşı savaşmak değil amacım sadece, atanmak isteyen öğretmenlere de birlik olmayı, mücadele etmeyi, kararlılığı göstermek.”
Şafak kansere karşı savaştı; bu savaşta yaşadığı ağır acılara, keskin sancılara da direndi; tedavi imkânları yurtdışında mümkünken kendisini bu imkândan mahrum bırakanlara da direndi.
Şafak’ın bedeni direnişti. Atamasının yapılmamasına neden olan çarpık sisteme de direndi; açlık grevi yaparak ülkenin gündemine geldiğinde vize alması için gerekli işlemleri uzatan bürokrasiye de.
Şafak, direndi. En büyük dersi buydu sanırız. Direnmeyi öğretti, yaşama tutunmayı.

Şafak direnirken, yaşama tutunurken, aynı zamanda sayıları 300 bini aşan ataması yapılmayan öğretmene ilham ve cesaret verdi.
‘Şafak kanserken, bu haliyle direnirken, biz neden bir şey yapmıyoruz?’ düşüncesini tetikledi.

Tarihte toplumsal mücadelelerin doğuşu sırasında hep böyle önderler çıkar, Şafak da önderdi. Kendi kuşağının önderlerinden.

26 yaşında bir önder. Mayalanan bir mücadele kuşağının tam içinden.

Kendisine dayatılan gençlik modeline başkaldırıydı yaşamı. Böyle özetlenebilirdi.

Önder olarak başlattığı hareketi geride kalanlara devretti, eşit oranda sorumluluk dağıtarak herkese, geçici bir veda sundu.

Şafak bir ataması yapılmayan öğretmen olarak canımızdı, bu kararlı insan, 26 yaşında 26 yıllık değil, bir asırlık tecrübe devretti.

Şafak yağmurlu bir Ankara Haziran’ında aramızdan ayrıldı. Bir ataması yapılmayan öğretmen olarak.
Hep bunu söylerdi: “Lütfen benim hakkımda yazarken ileride, kanser hastası Şafak Bay diye yazmayın, ataması yapılmayan kanser hastası Şafak Bay diye yazın” derdi.
Bakanlık tarafından öğretmen olması teklif edildiğinde, “ben sadece kendim için değil, tüm arkadaşlarım için kadro istiyorum” diyebilen bir sesti Şafak. Kanser olması ile atamasının yapılmamasını, hiçbir sosyal güvencesinin bulunmamasını, KPSS yüzünden yaşadığı ağır stresi ve buhranlı günleri hiç ama hiç ayırmadı birbirinden. Hep ilişkili gördü bunları.
Kazım Koyuncu bir keresinde, “Beni Çernobil değil, bu sistem kanser etti” demişti. Sahici bir saptamaydı, Şafak için de geçerliydi.
Atamasının yapılmamasına yol açan, yüz binlerce kişiyi işsizliğe mahkûm eden çarpık sistemi kanseri tetikleyen esas neden olarak gördü hep. Tek düşü vardı: Öğretmenlik. Tüm arkadaşlarıyla birlikte bunun mücadelesini verdi.
Şafak, 16 Ağustos 2010 sabahı ABD’ye uçacaktı tedavi için. 15 Ağustos Pazar günü öğleden sonra Ankara’da, ataması yapılmayan öğretmenlerin düzenlediği mitinge katılacağını kim düşünebilirdi?
Elbette sadece Şafak düşünebilirdi. Şafak geldi ve KPSS Eğitim Bilimleri Sınavı’nda ortaya çıkan kopya skandalının yarattığı derin izleri, acıları anlattı herkese. Alkışlar Şafak içindi. Şafak, yüz binlerce kişinin sesi ve vicdanı oldu. Hep ama hep mücadele kararlılığı gösterdi. Giderken aklı hep yarım kalan işlerdeydi.
Hiç unutmuyoruz. Şafak, uzun süre dilekçeler vermiş, çeşitli “üst” makamlardan taleplerde bulunmuştu. Tedavisi ABD’de mümkündü, göndermelerini istemişti. Göndermediler elbette.
Sesi çok çıkan bir öğretmene bu kapının açılması, “harika” işleyen bir sağlık sisteminin içinde mümkün değildi. Hem sonra diğer hastalara emsal olabilirdi.
Şafak geldi Ankara’ya. “Ben açlık grevi yapacağım sesimi duyurmak için” dedi. Yaptı da. İkinci günün sonunda herkes Şafak’tan söz ediyordu. İnternet, medya, her yöntem izlendi sesini duyurmak için.
Şafak Yaşasın başlıklı bir site oluşturduk, blog olarak kurduğumuz site ilk gün kapatıldı! Ardından, yeni bir site kurduk. Başta İnci Sözlük olmak üzere internet grupları inanılmaz bir kampanya başlattı, facebook ve twitter üzerinden Cumhurbaşkanı’na binlerce mesaj gönderildi. Herkes Şafak’a sahip çıktı. Abdi İpekçi Parkı’nda açlık grevinin üçüncü günü Şafak fenalaştı. Hastaneye kaldırdık. Gece 10 gibi kapıda Ankara İl Sağlık Müdürü belirdi.
Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla Şafak’ın ABD’ye gönderileceğini söylüyordu. Şafak yine kararlılığıyla başarmıştı. Önüne hep hedefler koydu Şafak. Gerçekçiydi, bu sayede yaşama sıkı sıkı tutunuyordu. İl Sağlık Müdürü’nün acil servis önünde düştüğü kayıt, hala kulaklarımızdadır: “Yalnız bu durum özel bir durum, emsal teşkil etmeyecek.”
Anlaşılmıştı. Şafak istediğini söküp almıştı yine. Açlık grevi sırasında ölmesiydi korkulan. Bunlardan haberi yoktu, odasına gittiğimizde bize yeni mücadele gündemini açıklıyordu: Kanser hastalarının tedavileri için bir dernek kurmak. Kendi durumundan ve mücadelesinden hareketle, Türkiye’de kanser tedavisi sistemini tartışmaya açmak. Bu görev, vasiyeti gibidir.
Şafak bunca iş yaptı, yaptı da unutulsun diye mi yaptı? Hayır.
Bunun için bir görev edindik dördümüz. Şafak’la kendisini iyi hissettiği zamanlarda oturacak, doğumundan başlayarak saatlerce söyleşi yapacak ve onu ölümsüzleştirecek bir kitap çıkaracaktık.
Söyleşileri yaptık. Saatlerce sürdü söyleşilerimiz. Her şeyini paylaştı bizimle. Kitabı görmeyi çok istiyordu, göremedi kardeşimiz. Kitapta kendisine destek veren herkesin sözünün olmasını istiyordu. Uğur Dündar’la söyleşi yapılmasını istemişti. Bu söyleşiyi gerçekleştirdik.
Yılmaz Özdil’in desteğini biliyor, çok önemsiyordu. Onunla da söyleşi gerçekleştirmemizi istedi ama bir türlü geri dönen olmadı maalesef.
Bir de, Doğan Yayınları’ndan çıkmasını istiyordu kitabın. Onun için de gerekli görüşmeleri yaptık, ancak Şafak’ı kaybettiğimiz güne ve bugüne kadar geri dönen yine olmadı.
Şimdi tek işimiz var: O’nu ve mücadelesini, kararlılığını yaşatacak bu kitabı bir an önce yayınlamak. Şafak’la ilgili izlenim ve anılarını aktarmak isteyen herkes bizimle temasa geçebilir bu konuda.
Son bir not belki: Şimdi Şafak nerede diye üzülenlere. Şafak, kitap için gerçekleştirdiğimiz söyleşilerden birinde şöyle bir not düşmüş ve bizi yine sarsmıştı:
“Ben iyi şeyler yaptığımı düşünüyorum yaşadığım süre içinde. Ataması yapılmayan öğretmen arkadaşlarım için yaptıklarımla, hepimiz için yaptıklarımla biliyorum ki cennete gideceğim. Onun için ölümden korkmuyorum. Anladım ki ölümden korkmamak için, önce yaşamaktan ve direnmekten korkmamak gerekiyor.” Şafak böyle bir bilgeliğin yansımasıydı işte.
Şafak, gözümüzde yaşlar bıraktı, zihnimizde dersler ve ödevler bıraktı hepimize. Tüm ataması yapılmayan öğretmenlerin ataması gerçekleştiğinde, onun huzurla gülümseyen sevimli yüzünü zihnimizde canlandıracağız, emin olsun, rahat uyusun. Hiç unutmayacağız, unutturmayacağız.
Deniz YILDIRIM (Yrd. Doç. Dr., Ordu Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü)

Evren HASPOLAT (Yrd. Doç. Dr., Ordu Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü)

İlker AKÇASOY (Eğitim Sen Sendika Uzmanı)

Kansu YILDIRIM (Ankara Tabip Odası Araştırma Uzmanı)

Şafak’ın Dostları
Kitap için iletişim bilgilerimiz: 0506 5841263, 0506 5841262
yildirimdeniz1979@gmail.com, evrenhaspolat78@yahoo.com

 

Yazarın Tüm Yazıları