Zira yabancı düşmanlığı ve ırkçı söylemleri ile öne çıkan Ulusal Cephe’de parti Başkanı Marine Le Pen 8 Şubat 2016 günü adaylığını açıklamıştı.
Ön seçim ilk turunda en yüksek oyu alan Cumhurbaşkanı adayı François Fillon
Bu durumda Cumhurbaşkanlığı seçim yarışına katılacak partilerden Merkez Sağ’da Cumhuriyetçiler (Les Rebuplicain) iktidardaki Sosyalist Parti (Parti Socialiste) ve aşırı sağda Ulusal Cephe (Front National) partilerinin adayları 2017 de karşı karşıya gelecek. Bu üç adaydan en az oy alanı elenecek ikinci tura kalan iki adaydan en fazla oy alanı ise Fransa Cumhurbaşkanı seçilecek.
Fransa'da cumhurbaşkanı seçimine katılacak ‘merkez sağ ‘ partisi ‘Cumhuriyetçiler’ adayının belirlenmesi için düzenlenen ön seçimin birinci turunu Sarkozy’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde Başbakanlık yapan François Fillon kazandı.
BİRİ PARİS'TE İKİSİ T.B.M.M'DELKİ ODASINDA ÜÇ KEZ RÖPORTAJ YAPTIM
AB Zirveleri ile uluslararası toplantılarda takip etmenin dışında Ecevit’le üç kez gazetemiz Hürriyet için biri Paris Büyükelçiliğinde diğer ikisi Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisindeki dev Atatürk portesinin asılı olduğu odasında uzun uzun sohbet etme ve röportaj yapma imkânı buldum.
Gazetede birinci sayfalardan geniş şekilde yer alan bu röportajlarda Bülent Ecevit ‘Sosyalistler ve Sosyal Demokratlar, Milliyetçilik, İnsan hakları, etnik sorunlar ve Batı’nın Türkiye’ye bakışı ile politik dayatmaları, Laiklik ve İslam, Alevilik- Sünnilik- Şiilik ve bu çerçevede Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail konularındaki görüşlerini açıkladı.
Ecevit’i ölümünün 10.cu yılında rahmetle anarken noktası virgülüne dokunmadan röportajların bu konulardaki bölümlerinde söyledikleri;
Fransız kamu oyu ve medyasında da darbeden sonra yapılan yorumlarda Türkiye’de artık siyasi mücadelenin eskisi gibi ‘Laikler ve İslamcılar’ arasında değil ‘Milliyetçiler ve İslamcılar’ arasında olacağı vurgulanırken “Bu Kemalizm’in sonu mu olacak?” soruları soruldu.
Türkiye’ye bu önyargı neden?
Fransız basını Radyo ve Televizyonları ilk gün verdikleri haberlerde genel olarak Türk halkının darbecilere karşı koymasını verirken ‘Darbeyi Türk halkı, siyasiler ve medya önledi ancak korkulan bu zaferin iktidar tarafından otoriterliğe sürüklenmeyi beraberinde getireceğidir. Günlerdir halk sokaklarda sabahlara kadar darbecilere karşı koymanın sarhoşluğuyla demokrasi zaferini kutlarken hükümet 3 ay süreyle olağanüstü hal kararı aldı. Böylece Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni de askıya almış oldu. Hemen ardından insan hakları ve özgürlüklerin kısıtlanması, keyfi tutuklamalar, askerler, yargıçlar, akademisyenler, polis memurları ve gazeteciler arasında Türkiye'de sonu gelmeyen bir tasfiye başladı’ yorumunu yaptılar. Maalesef Türkiye aleyhindeki yorumlar sadece Fransa’da değil hemen hemen bütün batı medyası ve kurumlarından da gelmeye devam ediyor.
Tabii insan bunları duyunca ‘Daha dün bir bugün iki Türkiye’ye bu önyargı neden?’ diye sormadan edemiyor. Üstelik bu yorumu yapanlar, Fransa’nın Kasım 2015'te 130 kişinin hayatını kaybettiği IŞİD saldırıları nedeniyle yasada en fazla 12 gün sürmesi gereken olağanüstü hali 2 kez 3 er ay, birkaç gün öncede 14 Temmuz Fransa Ulusal Günü kutlamalarında Nice’te 84 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırısından sonra 6 ay daha uzattığını unutuyorlar.
. . .
Türkiye, Davos'ta Erdoğan'ın 'One minute' çıkışından sonra İsrail ve savaş uçağı düşürüldükten sonra kurtulan pilotu havadayken öldürülen Rusya ile bozulan ilişkilerini karşılıklı mekik diplomasisi ile düzeltirken Mısır'la da seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi'nin askeri darbe ile devrilmesinden sonra bozulan ilişkilerini düzeltme yolunda adımlar atıyor. Atmasına atıyor ama…
İlişkiler Maslahatgüzar seviyesinde yürütülüyor
Mısır’la ilişkilerin bozulması 2 milyar dolarlık yatırım ve 5 milyarlık ticaret hacminin durması, İskenderiye ve Port Said limanlarından gerçekleştirilen ticaretin bozulması ile Mısır’da iş yapan Türk şirketlerinin zor durumda kalmalarını beraberinde getirdi. Her ne kadar aradan uzunca zaman geçtikten sonra bazı yetkililerin Türkiye adına yaptıkları açıklamalarda Türk halkının Mısır halkıyla kardeş olduğu ve sadece ‘Askeri Darbe ’ye tepki gösterildiği belirtildiyse de ilişkiler bir türlü düzelmedi. Mısır hükümeti 23 Kasım 2013 tarihinde iki ülke diplomatik ilişkilerini ‘Maslahatgüzar’ seviyesine indirince Türkiye de ‘Karşılıklılık ilkesi’ gereğince Kahire Büyükelçiliğimizin faaliyetlerini Maslahatgüzar seviyesine indirdi ancak Türkiye’nin İskenderiye Başkonsolosluğu ile Mısır’ın İstanbul Başkonsolosluğu faaliyetlerini sürdürmeye devam etti.
Türkiye-Mısır ilişkileri nasıl bozuldu?
Türkiye’nin Mısır’la 1925 yılından sonra kurduğu dostane diplomatik ilişkiler Mısır’da ordunun gerçekleştirdiği Temmuz 2013 askeri darbesinden sonra bozuldu. Türkiye’de askeri yönetim aleyhine yapılan açıklamalar bunu tetiklerken Mısır’da da Türkiye aleyhine bir karalama kampanyası başlatılmasına neden oldu. Mısır
Ben dış haberciyim futboldan anlamam. Milli maçlar, Avrupa ve Dünya kupaları dışında hiçbir maçı izlemediğim gibi bu maçların da hepsini değil büyük kulüplerinkini izlemeğe çalışırım, kaçırsam da hiç üzülmem. Tıpkı hangi gün oynandığını unuttuğum Türkiye’nin 2 golle Çek Cumhuriyetini yendiği maçı kaçırdığım gibi.
Ama Mehmet Arslan’ın A Milli Futbol Takımı'nın EURO 2016'da yaşadığı 'prim krizinin' perde arkasını yazdığı 'Özel haberi'ni okuyunca ‘yazıklar olsun’ demekten kendimi alamadım. Zira milyonların gözünü diktiği, herkesin tek yürek olduğu, heyecanla stadyumlarda Türk bayraklarıyla destek vermeye gittiği Avrupa Kupası maçlarına çıkan futbolcularımız Türkiye adına kazanmak için değil alacakları prim için oynuyormuş.
Tüm ülkelerin oyuncuları da tabii ki prim alıyor ama onlar canlarını dişlerine takıp ülkelerinin ve arkalarında kenetlenerek tek yürek olmuş milyonlarca vatandaşının yüzünü güldürmek için oynuyor. Bütün dünyada prim kıstasları bellidir, ilk 11 de oynayanlar, sonradan girenler ve yedek kulübesinde bekleyenler performanslarına göre ne alacaklarını bildikleri için bunun kavgasına girmezler. Tur atlayınca yada şampiyon olunca da alacakları ek primler bellidir o nedenle para için morallerini bozmaz galibiyet için oynar ülkelerini öne çıkarırlar.
Mehmet Arslan'la Hürriyet Yazı İşlerinde
Biliyorsunuz, Prof. Dr. Sancar, Kanserle mücadelede önemli bir adım olarak nitelendirilen morötesi ışınların DNA’ya verdiği hasarı ve vücudun bu hasarı tamir sürecini haritalandırmasıyla ‘2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü. Ödül açıklandığında Nobel İnternet Sitesi muhabirinin ona telefonla ulaşıp ‘neler hissettiği’ sorusuna Prof. Sancar’ın cevabı “Kendim ve memleketim için çok sevindim. Çünkü bana çok güzel öğretim veren kendi memleketimdir. Bana olağanüstü tıp eğitimi verdi ve o buradaki başarımının kaynağı oldu. O bakımdan ana vatanıma çok minnettarım” oldu.
Amerika’ya gelen ilginç kutlama mektubu
Prof. Dr. Aziz Sancar Nobel ödülü aldıktan sonra kutlamalar Türkiye’den, doğduğu Mardin’den, dünyanın birçok ülkesindeki Türklerden, yabancı arkadaşlarından yağmur gibi e-mail, twitter, telefon ve sosyal medyanın çeşitli araçlarıyla gelmeye başlamış. Fakat bu kutlamalar arasında adresine gelen bir mektup Aziz Hoca’nın dikkatini çekmiş. İletişimin bu kadar hızlı olduğu bir dönemde gelen Mektubun üzerinde ‘Süryani Kadim Ortodoks, Patrik Vekilliği-İstanbul’ adresini görünce zarfı hemen açıp okumuş.
O gün, dünyanın en acımasız 10 diktatörü arasında sayılan Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin’in kararıyla, Kırım Türkü Tatarlarının gece yarısından sonra evlerinden, sıcak yataklarından kaldırılıp trenlerin yük vagonlarına istif edilerek yaşlı, genç, çoluk, çocuk demeden aç susuz orta Asya’nın çeşitli bölgelerine, Sibirya’ya sürgüne gönderildikleri ‘Kara Gün’ olarak tarihe geçti.
Kırım Tatarları, Sovyet Kızıl ordu Askerleri ve Sovyetler Birliği gizli servisi ‘İçişleri Halk Komiserliği-NKVD’ ye bağlı siyasi polislerinin bağrışmaları arasında hazırlanmaları için verilen 15 dakikalık süre içinde asılmaya mı yoksa kurşuna dizilmeye mi götürüldüklerini anlayamadan Sibirya, Özbekistan, Kazakistan ve Ural bölgesine penceresi olmayan havasız yük vagonlarına doldurulan insanlar.
Kırım Tatarları asılsız suçlanmıştı
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’
Cafer Özkul, 1951’de Malatya’da doğdu, Fransa Devlet Üstün Başarı Madalyası "Chevalier dans l`ordre National du Merite" nişanına layık görüldü Üniversite’de ‘Bölüm Başkanı, Dekan, Rektör, Ordinaryüs Profesör’ oldu. Rouen Üniversitesi Rektörlüğü devam ederken şimdi 46 yıllık Fransa macerasına nokta koyup doğduğu Malatya’ya dönerek Haziran ayında yapılacak ‘Malatya İnönü Üniversitesi’ Rektörlük seçimlerine aday olduğunu açıkladı.
Doğduğum Malatya’ya Ordinaryüs Profesör olarak dönüyorum
Ord. Prof. Dr. Cafer Özkul
Merkezi Paris’te olan ‘Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü-OECD’ dünyada taklit ve sahte ürün imalatı ve bu ürünlerin korsan ticaretiyle ilgili bir rapor yayınladı. Bu rapora göre, 500 milyar dolara yaklaşan küresel taklit ve sahte ürünlerde yüzde 63,2 oran ile dünyada birinci sırada yer alan Çin’i, yüzde 3,3 ile Türkiye takip ediyor. Yani taklit ve sahte ürün ticaretinde dünya ikincisiyiz. Üçüncü sırayı da yüzde 19 ile Singapur takip ediyor. Bu nedenle Çin, Türkiye ve Singapur ‘taklit ve sahte mal cennetleri’ olarak kabul ediliyor. Rapora göre taklit ve sahte ürünlerin miktarı küresel ithalatın yüzde 2,5'ine denk geliyor. En fazla taklit edilen ürünler ise ABD, İtalyan ve Fransız malları.
Avrupa Birliği ülkelerine ithal edilen mallarında yüzde 5’ini taklit ve sahte ürünler oluşturuyor. Dünyada taklit edilen markaların yüzde 20' si Amerikan, yüzde 15'i İtalyan, yüzde 12'si Fransız, yüzde 12'si İsviçre, yüzde 8'i Japon, yüzde 8'i Alman ve İngiliz. Korsan ürünler için Hong Kong, Singapur ve Çin uluslararası ticaretin kaçınılmaz platformları ve geçiş noktalarını oluşturuyor. Taklit ve sahte ürün kaçakçıları genellikle Afganistan ve Suriye gibi siyasi istikrarın olmadığı ülkelere yerleşip malları oralardan başka ülkelere gönderiyorlar
OECD raporunda dünyada yıllık korsan ve sahte mal ticaretinin terörü beslediği ayrıca, otomobil yedek parçalarından, ilaçlara, çocuk sağlığını bozan oyuncaklardan gıdalara kadar üretilen sahte ürünlerin insan hayatını tehlikeye soktuğunun altı çizildi. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü raporunda, yasadışı sahte ürün ticaretinden elde edilen gelirin uyuşturucu ticaretinden daha büyük olabileceği ve küresel yeraltı ekonomisinin en büyük parçası olan korsan ürün ticaretinin terör örgütleri ile suç çetelerine büyük kaynak sağladığı belirtildi.
Peki, nedir bu Dağlık Karabağ meselesi? Gelin Sovyetler Birliği döneminden kalma bu karmaşık meseleyi birde benden dinleyin… Çünkü o günlerde ‘Kaynayan Kafkaslar’ röportajı için Dağlık Karabağ’daydım.
Yıl, 1991 Eylül 24…
Sovyetler Birliği’ni oluşturan 15 Cumhuriyet’te bağımsızlık hareketlerinin olduğu yıllar. Azeri-Ermeni çatışmasının sürdüğü Dağlık Karabağ’da ilan edilmemiş bir İç savaş vardı. Ermeni çeteciler, Azeri köylerine otomatik silahlar, roketatar ve bombalarla saldırıyor. Sovyet Kızıl Ordu askerleri ise Ermeni ablukası ve olaylar karsısında aciz ve seyirci kalıyordu. Namluların çevrildiği Azeri köylerine yardıma gitmeyen, kurdukları barikatlarda kımıldayamayan Kızıl Ordu birlikleri ve Sovyet tankları. Esirler, Yaralılar, kaçırılıp rehin tutulan, öldürülen Azeri Türkleri ve dünyanın duyamadığı imdat çığlıkları...
Bosna genelinde öldürülen yaklaşık 100 bin kişinin yüzde 83’ü, yarısı sivil olmak üzere Müslüman Boşnak'tı. Halk arasında 'Çetnik' adı verilen Sırp Komitacı ve Milislerin saldırılarıyla Bosna’da kan gövdeyi götürürken Sırbistan ordusu bu gözü dönmüş katillere silah desteği, milis ve mühimmat veriyordu.
O günlerde Hürriyet Paris Bürosunda Fransa'nın Birleşmiş Milletler çerçevesinde Saraybosna'ya asker göndermesi haberini yazarken, Genel Yayın Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök arayarak 'Muammer, Saraybosna'ya gidermisin? Faruk Zabçı bir süredir orada, şartlar çok zor biraz yorulmuş Londra'ya dönmek istiyor, yani nöbeti sen devralacaksın' dedi. Daha önce Azerbaycan’da Dağlık Karabağ savaşı, Sovyetler Birliğinde Gorbaçov’a karşı yapılan darbedeki olayları, Romanya ve Bulgaristan'daki çatışmaları gazete adına ben izlemiştim, tereddüt etmeden 'Tamamdır' diyerek hazırlıklara başladım. Önce Birleşmiş Milletlerin Zagreb'teki karargâhını aradım çünkü Saraybosna Sırpların kuşatması altında olduğu ve Havalimanı sivil uçuşlara kapalı olduğu için oraya sadece askeri malzeme götüren BM askeri nakliye uçakları uçabiliyordu.
Paris’ten ilk uçakla Zagreb’teki BM Operasyon Merkezine gidip akredite olduktan sonra bölgede çalışabilmek için BM basın kartı aldım. Bana Saraybosna’ya gidebilmem için İtalya'nın sahil kenti Ancona yakınlarındaki askeri üs'ten gidecek askeri bir nakliye uçağı beklemem gerektiğini söylediler. Zagreb’ten Ancona’ya kara yoluyla ulaştıktan sonra askeri Üs’te beklemeye başladım.
Bu sözler Efsane yazar Yaşar Kemal’e ait.
Aramızdan ayrılalı bir yıl oldu…
Türkiye’nin en önemli edebiyatçılarından Yaşar Kemal 2015 yılı Şubat ayının 28 inde tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmişti. Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilen ilk Türk yazarı olan Yaşar Kemal 92 yaşındaydı.
Yaşar Kemal, Kasım 2014'te Bilgi Üniversitesinin'Fahri Doktora' unvanı vermek için düzenlediği törene sağlık sorunları nedeniyle katılmayınca adeta ‘vasiyet’ gibi bir mesaj göndermişti. Törende okunan mesajda dünyaca ünlü yazar şöyle diyordu;
“-Benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun.
-İnsanın insanı sömürmesine karşı çıksın.
Mart 2011 den bu yana kanlı bir iç savaşa sahne olan Suriye’de en az 250 bin kişi yaşamını yitirdi, 4 milyon kişide evini, toprağını vatanını terk ederek 2,5 milyonu Türkiye'ye olmak üzere başka ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Dış güçlerin müdahalesi ile de savaş bölgesel ve uluslararası alanda karmaşık ilişki ve çıkarların bir sahnesi haline geldi. İşte birçok ülkenin müdahil olduğu ve dünyanın çeşitli ülkelerinden sayıları 30 bini aşan teröristin karıştığı bu kanlı ve karmaşık savaşta kimin kime destek verdiği, kimin kiminle savaştığını anlamak için Merkezi Washington'da olan 'Savaş Araştırmaları Enstitüsü’ haritalarla Suriye savaşının şifrelerini hazırladı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nden alınan bilgililerle desteklenen araştırma haritaları Suriye savaşının ne kadar karmaşık olduğunu da gözler önüne seriyor. Fransız Le Monde gazetesinde de yer alan araştırmada Suriye savaşının aktörleri, bölgesel ve uluslararası destekçileri ile hangi ülkenin hangi bölgeyi niçin vurduğu belirtiliyor.
Suriye savaşının 4 aktörü
-Bugün Suriye'de savaşın 4 aktörü var. Bunlardan ilki iktidarı bırakmamaya kararlı olan Beşar Esad rejimidir. Düşmanları da Suriye’deki terör gruplarıdır. El Kaide'nin Suriye kanadı ‘El Nusra örgütü’ ve İslamcı grup ‘Ahrar El Şam’ ile Esad rejimine karşı savaş veren 'Suriye Özgürlük Ordusu' ayaklanmanın ılımlı aktörleri olarak tanıtılıyor. Diğer önemli aktör Kürtler. Bölgenin dört ülkesine dağılmış olan bu büyük azınlık iç savaşı fırsat bilerek devlet kurmaya çalışıyor ve bu amaçla da savaşın karmaşıklığından yararlanarak Suriye’nin Kuzey doğusunda kontrolü elinde bulunduruyor. Ancak bu bölgedeki Kürtler Şam güçleriyle ya da diğer terörist gruplarla değil sadece savaşın 4.cü aktörü IŞİD ile savaşıyorlar. Irak'ta kurulan ve İslam cihatçısı olduğunu ileri süren terör örgütü IŞİD, Suriye'yi bölgedeki nüfuzunu arttırmak için bütün dünyadan katılan 30 bin kadar yabancı teröristi yönettiği bir üs olarak kullanıyor.
Cumhurbaşkanı François Hollande 13 Kasım 2015'te Paris’te 130 kişinin ölümü ve 350 kişinin yaralanmasına yol açan terör saldırılarından sonra konuyu gündeme getirmişti.Hollande Versailles’da ‘Ulusal Meclis’ ve ‘Senato’nun ortak toplantısıyla oluşan ‘Fransa Parlamentosu’ önünde yaptığı konuşmada ‘Terör suçuyla bağlantılı olarak vatandaşlıktan çıkarma" ile ‘olağanüstü hal ilan edilmesi’ konularını içeren Anayasa maddelerinde değişiklik yapılmasını istemişti. Bunun üzerine hazırlanan ‘Anayasa Ulusu Koruma Kanun Tasarısı’ büyük tartışmalara neden oldu. Bu tartışmalar tasarıya karşı çıktığı için Mayıs 2012 den bu yana Adalet Bakanlığı koltuğunda oturan Christiane Toubira’nın istifasını beraberinde getirdi.
Paris saldırısından hemen sonra herkes sivillere karşı yapılan hunharca saldırının etkisi altında duygulu açıklamalarda bulundu ancak daha sonra işin ‘hukuki’ ve ‘yasal’ durumu düşünülmeye başlandı. Şimdi ise aradan daha 3 ay bile geçmeden hem soldan, hem sağdan hem de diğer görüşteki parlamenterlerden farklı sesler yükselmeye ve konu ‘politik malzeme’ haline getirilip tartışılmaya başlandı
Fransa bir taraftan Ürdün ve uçak gemisi Charles de Gaulle’den kalkan savaş bombardıman uçaklarıyla IŞİD’e karşı Suriye ve Irak’ta operasyonlarını sürdürürken örgütün yayınladığı terör propagandası videolarına da İçişleri Bakanlığı vasıtasıyla video, afiş ve İnternet sayfası ile karşı propaganda yaparak vatandaşları uyarıyor.
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDA VİDEOSU
Paris saldırılarının ardından Fransa ve Belçika’da teröristleri hedef alan operasyonlarını artıran Fransa’ya karşı IŞİD, 130 kişiyi öldüren saldırganların Suriye’nin Rakka kentinde çekildiği sanılan 17 dakikalık görüntülerini yayınladı. Terör propagandasının yapıldığı profesyonelce hazırlanan videodaki görüntülerde Paris’te baskında ölen teröristlerden 9’u yer aldı. Paris saldırılarını düzenleyen üçü Fransa, dördü Belçika ve ikisi Irak vatandaşı olan teröristler arasında saldırılardan iki gün sonra Saint Denis semtinde yapılan operasyonda öldürülen ekibin lideri Abdelhamid Abaaoud’ta bulunuyor. Videodaki görüntülerde atış talimi yapan ve esir tuttukları kişilerin kafalarını kesen teröristler yer alıyor. Fransa İçişleri Bakanlığı IŞİD’in bu ve buna benzer propaganda videolarına karşı hazırladığı propaganda kampanyasında vatandaşları bilgilendiren, uyaran afiş ve kısa videolarda terör örgütünün gençleri kandırmak için yaydığı yalan İslami söylemleri verirken altlarında da gerçeklere vurgu yapıyor.
IŞİD VİDEOLARINA KARŞI PROPAGANDA AFİŞLERİ
Ellerinde siyah bayraklarla lüks araçlarda tur atan teröristlerin olduğu afişlerden birinin renkli üst yarısında
Haberleri tararken hürriyet.com.tr’ ye “İş adamı Halis Toprak (78), Fransa’nın Nice şehrinde kalp rahatsızlığı nedeniyle hayatını kaybetti” haberi düştü. Haber “1938 yılında Diyarbakır Lice’de doğan ve iş hayatına Adana’da başlayan sanayici, iş adamı Halis Toprak Fransa’nın Nice kentinde kalp rahatsızlığı nedeniyle kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Seramik, kâğıt, ilaç gıda gibi 30’a yakın sektörde faaliyet gösteren Toprak Holding’i Türk sanayine kazandıran Halis Toprak’ın cenazesi bugün Fransa’dan İstanbul’a getirilecek” diye devam ederken tam 20 yıl öncesine gittim.
26 Nisan 1996 öğlen saatleri…
Hürriyet Paris bürosunda gündemle ilgili haberleri hazırlarken dönemin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök aradı.“Muammer, işadamı Halis Toprak’ın sevgilisiyle ön balayı için Fransa’nın Côte d'Azur sahiline gittiği haberini aldık ancak tam nereye gittiğini öğrenemedik. Sen bölgeyi iyi bilirsin Hürriyet Haber Ajansı Genel Müdürü (şimdiki DHA) Uğur Cebeci, Toprak’ın özel uçakla Nice havalimanına gitmiş olabileceğini söyledi, buradan yola çıkarak araştırma yapılabilir, bir bak nerede olduğunu bulursan derhal atla git mahkemelik bir olay var çok önemli” diyerek kapattı.
Özkök’ün bahsettiği sahil Fransa’nın hemen hemen tüm güneyini kaplayan Nice, Antibes, Cannes, Théoule-sur-Mer, Saint Raphael, Sainte Maxime ve Saint Tropez’nin olduğu ve özel olarak korunan dünya sosyetesi yazlıklarının bulunduğu geniş bir bölge, yani denizde balık aramak gibi bir şey. ‘Mahkemelik önemli olay’ dediği de Halis Toprak’ın boşanmak istediği 25 yıllık eşi Ayşe hanımın istediği 100 Milyon dolar, o günün parasıyla tam 7 Trilyon Türk lirası…
İlk iş bölgedeki tanıdıkları telefonla arayıp bir bilgileri olup olmadığını sormak oldu. Hemen hemen hepsinin cevabı
IŞİD’e karşı Suriye ve Irak için Akdeniz’e savaş gemileri gönderen ülkelerle bu ülkelerdeki ordu ve terör gruplarının kullandıkları silahları üreten ülkeler aynı. Silah satan ülkelerin başında Amerika, Rusya, Almanya, Fransa, Çin ve İngiltere yer alıyor. Paris saldırısından sonra bu ülkeleri ayağa kaldıran Fransa daha yılsonu gelmeden silah ticaretinin yüzde 38 inden fazlasını Ortadoğu’ya yaparak yaklaşık 17 milyar Dolarlık Savaş uçağı, Helikopter gemisi, silah ve mühimmat sattı.
Bölgede Rus, Amerikan, Alman ve İngiliz silahlarından geçilmiyor. Uluslararası Af Örgütü’nün uyarılarına rağmen Suudi Arabistan’la bile 3 milyar Dolarlık silah anlaşması yapan Fransa sadece Ortadoğuda Mısır’a 5,2 milyar Euro’ya 24 Rafale Savaş bombardıman uçağı, 1 Firkateyn ve Rusya’ya Ukrayna yaptırımları nedeniyle satmaktan vazgeçtiği 950 milyon Euro tutarında 2 Mistral Helikopter gemisi sattı. Katar’a sattığı 6,3 milyar Euro’ya 24 adet Rafale savaş uçağı dışında Lübnan’la da silah ve mühimmat anlaşması yaptı.
Fotoğraf-Suriye'nin Rakka bölgesinde Rus tankı-Amnesty İnternational Raporundan
Birleşmiş Milletler Uluslararası Silah Ticareti Anlaşmasına göre, donanma gemilerinden saldırı helikopterlerine, tabancalardan otomatik tüfeklere tüm konvansiyonel silah ticareti savaş suçları, insanlık karşıtı suçlar ve soykırım suçu işlenen ülkelere silah satışına yasak getirdiği halde bu silahlar hangi ülkelerden geliyor? Kim temin ediyor? Nasıl satılıyor?
Bu soruların cevapları için Washington'dan sonra silah satış lobicilerinin ikinci merkezi olan Brüksel’de politikacıları etkileme sanatını en iyi bilen yaklaşık 30.000 savunma endüstrisi lobicisinin faaliyetlerine bakmak gerekiyor. Bunlar Avrupa’nın üst düzey yetkilileriyle yakın ilişkiler kurup, hem silah alan ülkelerin sorumlularını hem de Avrupa silahlanma politikalarında karar vericileri etkilemek için Avrupa Birliği siyaseti üzerinde güçlü etki sağlamak için çalışıyorlar.
Bu Lobi faaliyetlerini yürütenler aynı zamanda silah fabrikalarının 'Kara Departman' adı verilen birimlerinden silah satılmaması gereken ayaklanma ve iç savaş olan ülkelerdeki terör gruplarına gizli silah ve mühimmat akışını işbirliği içinde oldukları yerel unsurlar vasıtasıyla organize ediyorlar.
Silah Endüstrisi karar vericileri ile karanlık ilişkiler içinde olan ve dünyanın birçok bölgesinde kan ve gözyaşına neden olan silahları pazarlayan bu lobiciler silahların çatışma bölgelerine ulaşmasını da sağlıyorlar. Silah satılmaması gereken iç savaş olan yerlerle çatışma bölgelerinde silah satışı kontrolü olmadığı için silah tüccarları yüksek komisyon ödedikleri aracılar vasıtasıyla terör gruplarıyla anlaşmalar yaparak her çap ve büyüklükte silahı kolaylıkla satıyorlar.
Bu nedenle dünyanın birçok bölgesinde meydana gelen kanlı çatışmalarda Amerika, Rusya, Avrupa ve silah üreticisi diğer ülkelerin silahlarını teröristlerin ve çatışanların elinde görebiliyoruz. Oysa Avrupa terörle mücadele ettiğini ve barış için çalıştığını ileri sürerken özellikle Fransa, Almanya, İngiltere gibi üye ülkelerin silahları Ortadoğu ve diğer ülkelerde kolaylıkla elden ele dolaşabiliyor.
...
Kadına karşı şiddete dikkat çekmek ve unutturmamak amacıyla Birleşmiş Milletler 1999’da her yıl 25 Kasım tarihini “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan etti.
Etti de ne oldu?
Neredeyse kadına karşı şiddet, tecavüz, kötü muamele haberi okumadığımız gün geçmiyor.
Peki, bu sadece gelişmemiş ya da gelişmekte olan toplumlarda mı oluyor?
Tam 36 yıl sürdürdüğü siyasi yaşamına 26 yıl Belediye Başkanlığı, Milletvekilliği, Avrupa Parlamentosunda Parlamenter, Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakan, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı-AGİT Parlamenterler Asamblesi Başkan Yardımcılığı, Senatörlük ve ilk Kadın Senato Başkanlığı sığdıran Belçikalı siyasetçi yakın arkadaşım Anne Marie Lizin yaşama veda etti. Brüksel Büro Şefi olduğum yıllarda Belçika kamuoyu onu 1979 da elektrik mavisi döpiyesi ile yürüttüğü seçim kampanyasından sonra Avrupa Parlamentosu seçimini kazandığında tanımıştı.
KADINLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN YILMADAN MÜCADELE ETTİ
O aynı zamanda siyasetin dışında uluslararası alanda kadınların özgürlüğü ve kadın hakları için her platformda mücadele eden yılmaz bir feministti. Haberi, onunla birçok ülkede toplantılara katılmış olan ve Fransızca Konuşan Ülkeler Birliği-Francophonie’de ‘Uluslararası Kadın-Erkek eşitliği-Kadına karşı şiddet birimi sorumlusu olarak görev yapan kızım Dilek verince ne diyeceğimi bilemedim. Anne Marie-Lizin, Simone de Beauvoir’ın kurucusu olduğu ‘Uluslararası Kadın Hakları Ligası’ Başkan yardımcısı olarak farklı kültür ve dinlerden bağımsız olarak kadın haklarının evrenselliği için mücadele etti. Suudi Arabistan, Yemen, Azerbaycan ve Dağlık Karabağ bölgesindeki kadınların durumu ile ilgili raporlar hazırladı, hükümetle nezdinde girişimlerde bulundu. Onunla Brüksel’de, Paris’te ve başka kentlerde uluslararası olayları izlerken görüşüyor, çoğu zaman da telefonla bilgi alışverişinde bulunuyorduk. Çok iyi bir dosttu, gerçekleştirmek istediği projeler vardı ölüm onu 66 yaşında yakaladı. Gerçekten çok ama çok üzüldüm.
SORBONNE ÜNİVERSİTESİNDE DERSİNİ BANA AYIRDI
Son görüşmemiz 2014 Aralık ayında Brüksel’de olmuştu. Azerbaycan’dan gelen bir heyetle Grand Place’taki ‘Ommegang’ restoranda buluşmuş geç saatlere kadar sohbet etmiştik. Anne-Marie daha önce beni aramış ve hazırlamakta olduğu Azerbaycan’la ilgili kitabı için Dağlık Karabağ konusunda birkaç sayfa yazmamı istemişti. Daha önce de ‘Dağlık Karabağ savaşı’ sırasında yaşadıklarımı anlatmak üzere 2003 yılından beri Paris’te Sorbonne Üniversitesinde verdiği ‘Siyaset ve Diplomasi’ dersine davet etmişti. Bana “Sen bu savaşın canlı tanıklarından birisin. Eylül 1991 yılında hiçbir gazetecinin giremediği Dağlık Karabağ’da hem Azeri Türkleri hem de Ermenilerin yerleşim bölgelerini günlerce dolaşarak röportajlar yaptın, bunu öğrencilere aktarmanı istiyorum, böylece her kafadan bir sesin çıktığı Karabağ olayını yaşayan birinden dinlesinler istiyorum” demişti. Dersten sonra çok memnun olmuş ‘Sen anlatırken bende not tuttum, arada sırada izlediğin olaylarla ilgili seni çağırabilirim bilgin olsun’ diyerek vedalaşmıştık.
Rus ablukası altındaki Kırım’dan geliyorum…
Bir hafta boyunca Kırım’daydım. Başta Başkent Simferopol (Akmescit) olmak üzere, Sivastopol (Akyar), Bahçesaray, Hansaray, Aluşta, Sudak, Feodosiya ve Kerç kentleri ile küçük bir çok yerleşim birimini karış karış dolaşarak Rus işgalini gözlerimle gördüm.
Kırım Rus askerlerinin ablukası altındaydı. İçeriden yardım eden Rus asıllı milisler, dışardan getirilen Sırp paralı askerler ve nüfusun yüzde 60’ını oluşturan Rus asıllı Kırımlılar bu işgale destek veriyor. Bu gelişme nüfusun yüzde 12’sini oluşturan Türk asıllı Kırım Tatarlarını korkutuyor. Nasıl korkmasınlar ki?
Büyük sürgün unutulmadı
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Ruslar tarafından topraklarından sürülerek 50 yıl boyunca Sibirya’da yaşamak zorunda bırakılan Tatarlar şimdi öz vatanları Kırım’da korku içindeler… Bakın neden? Yıl 1944… Ay Mayıs… Gün 18… Yaklaşık 70 yıl önce dünyaya insan kasabı olarak ün salan acımasız Rus diktatör Stalin’in sürgün emri. Kırım’ın bütün şehir, köy ve kasabalarında gece yarısı aynı anda uyandırılan bir halk… Kızıl ordu askerlerinin hakaretleriyle sürüklenerek, zorla yurtlarından, evlerinden, sıcak yataklarından kaldırılıp tren vagonlarına istif edilerek doldurulan yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk, neye uğradıklarına şaşırmış insanlar. Ne için, nereye götürüldüklerini bilmeden alelacele alabildikleri birkaç eşya ile aç, susuz Orta Asya steplerine… Sibirya’ya sürüldüler.
Rusya önce ‘Bayrak Darbesi’ yaptı
Kırım şimdi yine Rus işgali altında, Rusya yeniden Kırım’ı ilhak etmek istiyor. Tatar Türkleri de bir kez daha onlara sürgün acısı yaşatan Rusların yönetiminde yaşamak istemiyorlar. Peki, bu saatten sonra bu istekleri gerçekleşebilir mi? Bunu tahmin etmek çok zor, zira Rusya Kırım’ın her tarafına asker yığdı ve yığmaya devam etiğini gözlerime gördüm. Ukrayna ordusunun bu işgalle başa çıkacak gücü yok. Kırım’da, Başbakanlık, Parlamento, kamu kurumları ve havalimanında Ukrayna Bayrakları indirilip yerlerine Rus bayrakları çekilirken, önlerinde otomatik tüfekli, siyah yün maskeli Rus Ordusu askerleri ile sivil ‘Rus Halk Savunma Birlikleri’ nöbet tutmaya devam ediyor. Rusya önce bu ‘Bayrak Darbesi’ni yaparak Kırımlılara ve Ukrayna’ya gözdağı verdi.
Kırım Meclisi’nin Referandum yapma yetkisi yok
Rus askerleri bununla da kalmadı, Ukrayna ordu birliklerinin kışlaları önüne asker doldurarak dışarı çıkmalarını engelledi. Bu da yetmiyormuş gibi Kırım Özerk Cumhuriyeti Meclisi’ndeki yandaşları vasıtasıyla Rusya’ya bağlanmayı getirebilecek Referandumun 16 Mart 2014’te yapılması kararını çıkarttı. Aslında bu Meclis, Kırım bölgesel yönetiminin sembolik bir organıdır ve referandum düzenleme kararı alma yetkisi yoktur. Bu nedenle de Kırım'ın statüsüyle ilgili alınan bu karar bağlayıcı değildir. Ama neye yarar? Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı heyeti Ukrayna’ya girmeyi denedi, Rus askeri ve milisler geri püskürttü. Şimdi yeniden girmeye çalışacaklar. BM Özel Temsilcisi geldi, apar topar tartaklayarak korkutup geri çevirdiler. O da soluğu İstanbul’da aldı.
Rus askerlerine Sırp paralı asker desteği
Evet… Kırım, Rus ordusunun ablukası altında, tüm yerleşim yerlerinin giriş çıkışları Rus askerleri ve Rus milislerin kontrolünde. Saraybosna’da katliam yapan ve halk arasında lakapları ‘Çetnik’ olan Yugoslav paralı askerler de onlara destek veriyor. Gazetemiz Hürriyet için 1992’de izlediğim Saraybosna Savaşı’nda ‘Çetnik’lerin yaptıkları acımasızca katliamları bugün gibi hatırlıyorum. İşledikleri cinayetler Lahey Adalet Divanı belgelerine girdi. Saraybosna’da terkedilmiş yüksek binalardan genellikle uzun namlulu silahlarla uzak mesafelerden savunmasız halka ateş eden keskin nişancılar (Sniper) bu ‘Çetnik’lerden oluşturulmuştu. Şimdi Kırım’da boy gösterdiler.
Kırım’ı Ukrayna’ya bağlayan yol da kesildi
Halen Rusya’yı Kırım yarımadasına deniz yoluyla bağlayan en yakın liman kenti Kerç üzerinden konvoylar halinde Rus askeri giriş yapıyor. Kırım’ı kuzeyden Ukrayna’ya bağlayan iki yoldan biri de Rus askerleri tarafından işgal edilerek o yoldan yarımadayla olan bağlantı kesildi. Uluslararası E105 karayolu geçişi de Rusların kontrolüne geçti. Kurulan barikatlarla yollar tek şeride düşürülerek kontroller yapılarak geçiş izni veriliyor. Şimdi Kırım’ın Ukrayna’dan koparılmaması için gözler Amerika, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na çevrilmiş durumda. Bakalım önümüzdeki günler Kırım’a neler getirecek.