Piyano maço bir aşıktır, üç gün dokunmazsan kendini kasar, kapris yapar

Karşımdaki kadının adı Serpil Günseli. Dünya şekeri. Bıcır bıcır anlatıyor, ben de tatlı tatlı dinliyorum.

Sohbetine doyum olmuyor, mekan da Salomanje olunca -benim en sevdiğim yerlerden biri- söyleşi, koyu bir muhabbete dönüyor. O, Türkiye’nin ilk ve tek kadın müzikal direktörü. Bir sürü ödülü var. Bu aralar Haldun /images/100/0x0/55ea3291f018fbb8f870d857Dormen’le birlikte Kantocu oyununu yönetiyor. Halen İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü’nde öğretim görevlisi. Ayrıca Işık Üniversitesi Müzikal Topluluğu’nun da müzik direktörü ve danışmanı. Ben anlattıklarından çok zevk aldım, inşallah siz de alırsınız...

Hikayeniz nasıl başladı?

- 5 yaşında piyano ile tanışmamla...

‘Kızımız ya bale dersleri alacak ya piyano çalacak!’ diyen bir aile miydi sizinki?

- Yok, hayır. Ben ailenin en küçük ferdi olarak, piyano dersleri alan abimi izliyordum. Fakat abim piyanoyu sevmiyor, hatta nefret ediyordu. Tebeşir tozu yutuyor, ‘Ateşim var, başım ağrıyor’ yapıyordu, yeter ki piyano dersi almasın! Öğretmen bir şey soruyor, ben atlayıp, cevap veriyordum. Dediler ki ‘Biz bu adamdan vazgeçelim, kıza bakalım. Bu işe çok gönüllü görünüyor.’ Şans da yardım etti tabii, Allah rahmet eylesin Rana Erksan -bütün piyanistlerin hocası olan bir hanımefendi- Şişli’de yan komşumuzdu. Bir gün yolda babamı durduruyor, ‘Senin kızın kulağı çok iyi’ diyor, çünkü ben sokaklarda oynuyorum, acayip haşarıyım, bağıra çağıra şarkılar söylüyorum ve ekliyor: ‘Şunu bana bir getir bakalım...’ Gidiş o gidiş. Rana Erksan’dan sonra Prof. Ergican Saydam hocam oldu. Ve konservatuvar yılları başladı. Ama ben aynı zamanda normal okula da devam ettim. Hatta hızımı alamayıp, kimya mühendisliğine girdim..

Hem sanatçı hem mühendis... Bu nasıl oluyor?

- Oluyor, oluyor... Hatta aşk ve evlilik de araya giriyor! 19 yaşında evlendim. ‘Kızım, yapma etme!’ dediler, ama ben dinler miyim?

Hálá beraber misiniz ilk aşkınızla?

- Hayır, boşandık. Ama güzel bir 20 yıl yaşadık.

Aşk uğruna bıraktınız her şeyi yani...

- Tabii ve değdi. Evlenir evlenmez eşim askere gitti. Ben de peşinden... Diyarbakır’a...

Ben de sevdiğim adamın peşinden gittim ama Dubai başka Diyarbakır başka!

- Eşim yedek subaydı. 6,5’ta eve geliyordu. Çok romantikti her şey. Bir sene öyle yaşadık. Vardır benim böyle deliliklerim, gözü karalıklarım. Döndüğümde oğlumu burada doğurdum. 20 yaşındaydım. Ondan sonra da yedi sene kadar hiçbir şey yapmadım.

Neden?

- Bilmem, hoşuma gitti. Bildiğiniz ev hanımıydım. Yemekler yaptım, evimle, çocuğumla, kocamla ilgilendim. Domestik olmanın da güzel yanları vardır...

Kuşkusuz da... Piyano?..

- Ufak tefek çalıyordum. Ama ufak tefek.

Sizinki nasıl bir yetenekti? ‘Eh işte’ mi, ‘Bu kadın zorlasaydı, dünya çapında olabilirdi’ gibi bir yetenek mi?

- Beni solist olarak hazırlıyorlardı. Zorlasaydım, kim bilir belki de dünya çapında olabilirdim. Babam da müzisyendir benim, o da, hocalarım da hep bendeki yetenekten söz ederdi. Ama o yaşam tarzı bana uymadı. Ben o kadar disipline gelemiyorum. Bir sporcu gibi yaşamanız gerekiyor. Yediğiniz belli, dostlarınız belli, çalıştığınız saatler belli. Müthiş bir disiplin. Bu, beni çok boğdu, nefes alamaz oldum. Öğrencilik yıllarımda da sıkılırdım bu kadar disiplinden. Yine de konservatuvarı bitirdim...

SIRADA OPERA VAR

Hayatınıza tekrar piyanoyu sokmanız nasıl oldu?

- Piyano, maço kıskanç bir aşık gibidir. Üç gün dokunmazsanız kendini kasar, kapris yapar, çalamazsınız. Tuhaf özellikleri vardır. Dolayısıyla, o kadar sene ara vermişim ama için için özlüyorum da. Bir gün gizli gizli bir piyano resitaline gittim. En arkada izleyeceğim, kimse de beni görmeyecek. Zannediyorum tabii! Yakalandım. Hocam gördü. ‘Çaya gel de biraz sohbet edelim’ dedi, üçüncü dördüncü görüşmemizde, ‘Konservatuvarın yüksek bölümü açıldı, oraya gir yükseğini yap’ dedi. ‘Açığımı nasıl kapatacağım?’ dedim, ‘Çalışarak!’ dedi. Ben çoluğu çocuğu, annemi mannemi herkesi aynı eve topladım, başladım günde 10 saat çalışmaya. 27 yaşındaydım, tekrar başka bir hayata başlamıştım. Beni bir seviye sınavına soktular, bir ve ikinci sınıfı atlatıp, üçüncü sınıfa aldılar. Lisans yaptım, hızımı alamadım, üzerine yüksek lisans da yaptım ve okulda hoca olarak kaldım. 15 senedir piyano hocasıyım...

Müzikal nasıl girdi hayatınıza?

- Konservatuvarda okulun yaramaz öğrencisiydim, kendi müziğimi yapmaya filan uğraşırdım. Tabii o işlere pek tatlı bakmıyorlardı. Ama benim asi bir tarafım hep vardı. Derken Haldun Dormen’le tanıştım. Onun da bir piyaniste ihtiyacı varmış. 93 senesinde birlikte derslere başladık. Haldun Abi, benim için milat oldu. Kime sorsanız söyler, müthiş bir şekilde insanların yeteneklerini ortaya çıkaran ve yüreklendiren biridir. Bir dolu müzikal yaptık: Müzikallere Selam, Müzikallere Devam, Yaygara 70, Dün Gece Yolda Giderken Komik Bir Şey Oldu... Arkasından benim kendi bestelediğim müzikaller geldi, Amphytrion, Bir Kış Öyküsü... Son olarak da Kantocu. Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda bu sezon oynuyor...

Türkiye’de sizden başka kadın müzikal bestecisi yokmuş...

- Evet. Ben ilk ve tekmişim. Erkek olarak Melih Kibar var, Timur Selçuk var. Erkek çok... Oysa sahne müziği besteleyen kadın olarak bir ben varmışım. Dilerim, sayımız artar.

Bir hayaliniz var mı?

- Evet var, opera yazmak istiyorum. Bugün başlasam 1-2 senemi alır. Olur mu olmaz mı, onu da bilmiyorum ama böyle bir hayalim var. Sonra iyi bir bale müziği yazmak istiyorum.

Son söz...

- Okuyucularınız Kantocu’yu görsünler isterim.

Eminim, büyük keyif alacaklardır, söylerim...
Yazarın Tüm Yazıları