Paris’te Vogue macerası (1)

NEEEEEE!Vouge Türkiye lansmanı mı? Paris’te mi? Hüseyin Çağlayan defilesi mi? Gece de partisi mi var?

Haberin Devamı

Paris’te Vogue macerası (1)
Kim istemez. Tamam geliyorum.Zamanın rüzgârı bu. İnsanlık için küçük olabilir ama Türkiye için büyük adım.

Da... Ben şimdi ne giyeceğim?


Can alıcı soru bu. 


Bazen sırf bu yüzden erkek olmak istiyorum, işleri çok kolay, bir takım elbise, bir havalı gömlek, bir de kravat, tamamdır, kim tutar seni...


Kadınsan vah haline!


O kadar ürkütücü geliyor ki bu kıyafet meselesi, bunalıyorum, acaba vazgeçsem mi diye bile düşünüyorum.


Ha gayret, yeni bir elbise alayım bari...


Orijinal olmalı ama çok iddialı ve süslü olmamalı, çok fazla heves yapmış gibi görünmek de istemem. Hem dikkat çekmeli, hem olağan durmalı.

Haberin Devamı


Rengi de siyah olmamalı, herkes siyah giyiyor.


“Benimle Harvey Nichols’a gelir misin?”
diyorum sevgilime.


Öldürsem daha iyi, hiç istemiyor ama beni kırmıyor, tabii sonra bir kamyon laf ediyor, dört saati bir alışveriş merkezinde geçmiş de, ne günahı varmış, o gelmese olmaz mıymış?


Giy çıkar, giy çıkar, 30 tane elbise giydim. Bu iyi, şu dar, diğeri bol, o şişman yaptı, bu demode, bunun rengi tenine uymadı derken...


Bir Lanvin elbisede karar kıldım.


Ama nasıl pahalı, sevgilim, “Güzel oldu, al” dedi ama ben bu ay bisiklet almak istiyorum, vazgeçtim, altın sarısı bir Cavalli elbisede karar kıldım, o daha ucuzdu.


Giyip gideceğim... Ama tedirginim de...


Çünkü Paris, Vogue, Moda Haftası, Hüseyin Çağlayan defilesi, Anna Wintour, uçuşan markalar, top modeller, uzun boylu incecik kızlar, partiler insanı korkutuyor...


“Ben geri mi kaldım?”
korkusuna kapılıyorsun.


Orası her şeyin göbeği ya...


Üzerimdeki kıyafet tamam mıdır, doğru mudur, oldu mu, derdindeyim ama kalabalıkla ilk temasımda anladım ki, o pırıltılı dünyada herkes aynı durumda...


Beşinci şampanyaya kadar herkes birbirini süzüyor.


Sonra... Sonra hayat, normale dönüyor... Bir geyiktir gidiyor...

*


Ben en çok neyi merak ettim biliyor musunuz?


Tamam Vogue önemli, büyük marka, yıllar sonra Türkiye’ye gelmesi olay, neresinden bakarsanız bakın yeni bir soluk getirecek, belki kadın ve moda dergilerinin okuyucusu bile değişecek.


Ama benim merakım farklı... Kişisel.


Hani eski kocan gider biriyle evlenir, yollarınızı tatlı tatlı ayırmışsınızdır ama merak edip durursun, acaba şimdi nasıl, kimle evli, o nasıl bir kadın, benimle olduğundan daha mı mutlu, daha mı mutsuz?


Çıldırırsın, kendi gözlerinle görmek, kulaklarınla duymak istersin.


Benim olayım da budur.


Binlerce yıl birlikte çalıştığımız Neyyire Özkan şu anda Doğuş Dergi Grubu’nun tepesinde, Vogue’da da inanılmaz emeği var, yepyeni bir ekiple çalışıyor, bizimle olduğundan daha mı iyi, yoksa tersi bir durum mu söz konusu...


Görmem lazım. Ki... Gayet hain bir şekilde kendi kendime, “Ya işte bak! Orada mutsuz! Yaptığı iş onu kesmiyor, kesmez!” diyebileyim.


Bizim ekibe kim benzer?


Kim elimize su dökebilir?


Ama ne yazık ki onu orada, yeni ekibiyle gördüm. Hepsini tek tek tanıştırdı ve itiraf ediyorum, çok parlak tipler.


Ve mutlular.


Tuhaf, tarifi zor bir kıskançlık hissettim.


Ama onun için de sevindim.


Herkes benim biricik arkadaşımı el üstünde tutuyor.


Takılmadan da duramadım.


“Sen amma da süslü olmuşsun! Vogue seni değiştirmiş. Bu bileğindeki bilezik ne? Bu topuklular ne?”
diye bütün gece dalgamı geçtim, Ali Kiremitçioğlu şahidimdir.


Bir diğer gözlemime gelince...


Doğuş Grubu
erkeksi bir grup, bütün markaları erkeksi...


En azından bana öyle geliyor...


NTV
, dergiler, programlar, banka, iş dünyası, otomotiv...


Hep “erkek enerjisi” hâkim...


Ve işte Vogue’la ilk defa bunu kırmışlar, bütün gruba bir “kadın enerjisi” girmiş...


Haliyle de çok gururlular.

*


Paris
’te 24 saatten az kaldım ama izlenimlerim bir ton.

Haberin Devamı


Önce Hüseyin Çağlayan...


Müthiş adam. Modaya felsefe sokan adam. Şimdilerde, Vogue’a “Vögg” dediği için konuşuluyor, ama onun umuru bile değil. Defilesi çok alkış aldı ama ben itiraf edeyim, çok beğenmedim, daha önce aklımı başımdan alan işleri vardı, bu öyle değildi.


Defileyi en ön sıradan izledim. Meğer bu da çok önemli bir şeymiş, Seda Domaniç ve Fatoş Yalın’la (Vogue ve Marie Clair dergileri Yayın Yönetmenleri) oturdum, artık rahatlıkla moda konusunda ukalalık edebilirim, acayip şeyler öğrendim. Yabancı moda yazarlarını bile tanıttılar bana. Hepsi çok meşhur. Meşhur olmaya çalışan blogger’lar da var, dikkat çekmek için enteresan kıyafetler giyiyorlar ve kucaklarımdaki küçük laptop’larıyla, izlenimlerini direkt blog’larına yansıtıyorlar.

Haberin Devamı


Tek olumsuz şey, Hüseyin Çağlayan kilo almış. Biraz. Ama almış.


Yaşlanmanın en kötü yanı bu, yaşlanıp da kilo almayan insan çok az, bu da çok sinir bozucu.


Gerisi cumayaaaaaa... 

Yazarın Tüm Yazıları