Paramparça bir yazı

Yazının başlığına bakıp sakın aldanmayın. Aslında paramparça olan yazı değil, kalbim. Çünkü geçen haftaki Bizans'la ilgili yazım, paramparça değilse bile, karmakarışık olmuş. Yazının sonu ortaya, ortası sona gelmiş. Doğrusu kabahatin büyüğü benim. Birkaç yıl Hürriyet'in pazar ekini ben yayınlamıştım. O sayede bir yazının gazeteye girebileceği son anı iyi bilirim. Doğrusu bu bilgimi ve sevgili editörümün iyiniyetini çoğu kez istismar ettim. Biraz da mükemmeliyetçilikten yazılarımı hep son ana bıraktım. Aklıma daha iyi fikir gelir, ya da yazıyı bir kere daha okuyup gereken düzeltmeleri yaparım diye hep son dakikayı bekledim. Ama çekirgenin kazasız belasız sıçrama şansı ne yazık ki sonsuza dek sürmüyor. Geçen hafta cezamı ağır bir biçimde çektim. Hiç kimseye de evine hırsız giren Nasrettin Hoca'ya akıl verenlere Hoca'nın cevabını tekrarlayacak değilim. Yalnız okuyucularımdan özür dilemekle yetineceğim.Madem yazımı dizen arkadaşım yumurta kapıya dayanınca dikkatini yeterince toparlayamıyor ve son okumayı yapan da bunu fark edemiyor, bari ben de -hiç olmazsa bu hafta- yazıyı öyle bir parçalayayım ki, sayfalar karışsa da fazla zararı dokunmasın diye düşündüm.ÖNCE TÜRKÇEBirkaç gün önce Hıncal Uluç Sabah'taki köşesinde ilginç bir okuyucu mektubu yayınladı. Hıncal'ın futboldan basketbola, sinemadan müziğe, kitaptan felsefeye hemen her konuda fikir beyan etmesine kızan -kızan ne kelime köpüren- bir okuyucu almış ele levhi kalem, bir güzel mektup döşenmiş. Hıncal bu, altında kalır mı? O da virgülüne dokunmadan mektubu yayınlamış. ‘‘Sen neymişsin be abi’’ diyen okuruna, ‘‘Ben bir insanım’’ diye özetlenebilecek bir cevap döşenmiş.Bilmem benim de, zaman zaman kendimi tutamayıp kaleme aldığım ve mütevazı bir yemek yazarının ilgi alanını aşan yazılarıma da kızanlar var mı? Var olduğuna eminim de, asıl soru bunların sayısının kabul edilebilecek kadar çok olup olmadığı. Ancak yine de bazı konulara değinmemek elimde değil dersem bana inanın. Böyle konuların başında da Türkçe geliyor.Güzel Türkçe'nin benim tanıdığım en büyük savunucularından biri, Türk dilinin yaşayan en büyük üstatlarından Şiar Yalçın. Onun eski editörü Okay Gönensin'in işine karışacak değilim ama, üstadımızın yazılarına duyduğum hasretin içimi daha fazla yakmaması için Yeni Yüzyıl'ı almayı bıraktım. Bari bu ayrılık her an gözüme batmasın diye garip bir protestoya giriştim. Allah'tan Şiar Yalçın Milliyet ve Yeni Yüzyıl'da yayınlanan yazılarını ‘‘Doğru Türkçe’’ adıyla bir kitapta topladı. Ben de evde sakladığım sayısız kupürü attım gitti. Benim gibi Türkçe'ye vurgun olanlar bir yana, diline saygı duyan herkese bu kitabı önermeden geçemeyeceğim. ‘‘Üze tengri basmasar, asra yir tilinmeser, Türk budun elini kim artatı’’ diyen yüce kaanın iman gücü bende yok. Budunu bilmem ama, Türk dilinin canına okuyacak öyle olaylarla karşılaşmaktayız ki, dilin elden gitmesi için ne üstten göğün -veya tanrının- çökmesi ne de yerin yarılmasına hiç gerek kalmayacak galiba!BİZANS GELENEĞİGerçeği söylemek gerekirse, geçen haftaki yazım, bütün karmaşıklığına rağmen, çok olumlu tepkiler aldı. Ya da bana iletilenler öyleydi diyeyim. Ama Türk'ün asil geleneğine su kattığım için kızanlar da eksik sayılmazdı. Damarlarında yüzde yüz Türk kanı aktığını düşünenler, böyle sulandırmalara oldum bittim kızarlar. Nedense öfkenin gerçeği değiştiremeyeceğini bir türlü kabullenemezler. Geçmişin renkliliği kadar, zenginliği de fukara akıllarına birkaç numara büyük gelir. Suyun bile safının sadece puro kutusuna, aküye ve ütüye iyi geldiğini unuturlar.Onlara inat bu hafta da, Leh bir Bizantolog G.L.Seidler'in ‘‘Bizans Siyasal Düşüncesi: Bizans Halk Hareketlerinin İdeolojik Kökeni’’ başlıklı bir makaleden kısa birkaç alıntı yapacağım.Seidler makalesinin bir yerinde aynen şöyle yazıyor: ‘‘İmparatorluk denetiminin dışında kalan Batı'da, papalar ve episkoposlar bağımsızlık uğraşlarında başarılı oluyorlardı. Dünyevi ve dini erkler arasında çatışmalar çıkıyordu. Doğu'daysa bir devlet kilisesi öğretisi yerleşmişti. Batı'da bağımsız bir kilise -dünyevi erkin dinsel erke dayadığı- ikili bir erk kavramını savunmaktaydı. Doğu'da imparatorların kilise üstündeki etki ve yöneltimleri özellikle güçlüydü. Burada din, çok dilli Doğu İmparatorluğu'nu birarada tutan fikirlerin ve örgütlenmenin bir öğesiydi.’’Şimdi yukarıdaki satırları okuyan bir Türk'ün, Osmanlı'nın ve Cumhuriyet Türkiyesi'nin niçin devletten bağımsız bir din yönetimi ve örgütlenmesine büyük bir kararlılıkla karşı çıktığını anlamaması kabil mi? Ecevit bunları bilseydi, Fethullah Gülen'i devlete karşı bu kadar rahat ve pervasız savunabilir miydi?Çok hukukluluk taraftarı islamcılara karşı da Bizans'ın cevabını aynı yazar şöyle dile getiriyor: ‘‘İustinianos'un öncelleri, Hıristiyan alçakgönüllülüğünün ve devletin kiliseye yoğun olarak örgütlenmesinin yararlarını kavrayarak Hıristiyanlığı resmi din diye tanımışlardı. Ama İustinianos, imparatorluğu birleştirilmiş bir hukuk sistemiyle bağlamak istiyordu. Böylelikle birçok etnik gruptan oluşan nüfus, hem din hem de hukukla birleşmiş olacaktı.’’ Kemalistler hukuk devrimini yaparken farklı mı düşünüyorlardı sanırsınız? Hatta onların bugün bile kültür, sanat, kılık kıyafet konusundaki ısrarlarında İustinianos'un bilgeliğinden izler bulunamaz mı?BİR KİTAPMadem yazıyı parçaladık, bari masamda uzun süredir duran bir kitaptan söz edeyim: ‘‘Zeytin Ağacı, Zeytin, Zeytinyağı’’ adlı kitabın yazarı Sabahat Akçay Tuna, Tekirdağ doğumlu yüreği genç bir hanım. Zeytin sevgisini Milli Mücadele'ye katılan Egeli bir subay olan babasından almış. Afyonlu annesinin yemekleri bu sevgiyi körüklemiş. Yüksek Öğretmen Okulu'nda okurken bir hava subayı ile evlenip çoluğa çocuğa karışmış. Şimdi gelinleri, damatları ve torunlarıyla sevgi ve beraberlik içinde yaşadığını söylüyor. 1974 yılında, kırkbeşinci yaş gününde eşi kendisine bir zeytin bahçesi armağan etmiş. Evliliğinin başından beri zeytin konusundaki sevgisini paylaşan ve araştırmalarını destekleyen eşini de sevgiyle anmakta.Sabahat Akçay Tuna, eşinin teşvikiyle araştırmalarını bir kitapta toplamış. Şimdiye kadar, işimin gereği, zeytincilik ve özellikle zeytinyağı üzerine sayısız kitap okudum. Bu birikimime rağmen, zeytinin bu kadar basite indirgenmiş, ama aynı ölçüde teknik ve zevkli anlatımına pek az rastladım.Elbette amacım burada kitabı özetlemek değil. Tek söyleyeceğim, bütün zeytin ve zeytinyağı meraklılarının bu hoş kaynağı atlamamaları olacak. Kitap yazarın kendi yayını olduğu için, ‘‘Özenç Sokak, Özenç Apartmanı 2/1 Erenköy-İstanbul’’ adresinden kitabı istetmekten başka bir çare yok. Zeytini ve zeytinyağını seven herkesin bu kadarcık bir zahmete katlanmaktan kaçınmayacaklarına yürekten inanıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları