Özel ilişki

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasındaki ilişkinin niteliğini derinliğine düşünmek için Çıkarma'nın 23. yılını beklemek gerekmiş olması şaşırtıcıdır.

Çok sıcak bir temmuz sabahı, olayların zorlamasıyla adaya çıkan Türkiye ne yapmalıydı? Aradan geçen yıllardan sonra, ‘‘Şöyle yapmalıydı, böyle yapmalıydı'' diye ahkâm kesmek kolaydır. İlk başta ‘‘federasyon'' tezinin ortaya atılması herhalde yanlış sayılmaz. O koşullarda başkası savunulamazdı.

Yanlış olan, harekâtın nedenlerini pekala bilmesi gereken bir dünyanın, o günlerin hemen ertesinden başlayarak, sanki ada bir Elen adasıymış da Türkiye ‘‘Şurayı bir alıverelim'' demişmiş gibi düşünmekte oluşudur.

Federasyon, ama nasıl?

Kesin olan bir şey var: Ada Türkleri başkalarının güvencesine terk edilemez. Gerektiğinde Ankara'ya tek başına da olsa davranma hakkı veren bir güvence sistemi bulunmalıdır.

Oradaki Türk halkına tam siyasal eşitlik sağlayacak ve kendi toprağında kendisini yönetme hakkı verecek bir anayasa düzeninden de vazgeçilemez.

Ama, başkaları bunları kabul etmemekte direndi.

Üstelik, 1964 Martı'ndan beri, tek yanlı Rum yönetimi Birleşmiş Milletler kararıyla Kıbrıs Cumhuriyeti diye bilindi; 1983'te kurulan kuzeydeki Türk Cumhuriyeti ise, yine Birleşmiş Milletler kararıyla, ‘‘tanınmaz'' ilan edildi.

Şimdi sıra, Rum Yönetimi'nin bütün ada adına Avrupa Birliği'ne alınmasında. Bu durumda, KKTC ile Türkiye arasında zaten var olan yakınlığın ve bütünleşmenin bir adım daha ileri götürülmesi kaçınılmaz oluyor.

Dikkat edilecek nokta, bu adımın KKTC'nin ‘‘devlet'' niteliğini ve egemenliğini zedelemeden atılmasıdır.

Bu, şimdiye kadarki tezler ve ileride yapılacak olanlar bakımından önemli.

Şimdiye kadar, ‘‘Federasyon, egemen devletlerin egemenliklerinden bir bölümünü ortak otoriteye devretmeleriyle kurulur'' diyen bir Türkiye, şimdi kalkıp da kuzeydeki devletin egemen olmadığını söyletecek şeyler yapamaz.

İleriye dönük olarak da, Kuzey Kıbrıs'ı Türkiye'nin 81. ili durumuna getirecek adımlardan sakınılmalıdır: Türkiye'de her şey deniz aşırı taşınacak kadar imrenilecek olmadığı gibi, Kıbrıs'taki Türk toplumunda da insan haklarına saygı ve insanlar arası ilişkilerde yumuşaklık gibi saklı tutulması gereken şeyler var. Üstelik, egemenliği ortadan kaldırıcı bir tutum, Türkiye'yi tanımadığı bir başka devletle, Kıbrıs Cumhuriyeti adını taşıyan Rum Yönetimi ile karşı karşıya getirecektir.

Bu bakımdan, yeni kurulacak ilişkinin adı ‘‘özerklik'' olamaz: Özerklik, daha önce bir devletin egemenliğinde olan toprağa bazı konularda kendini yönetme yetkisinin verilmesidir. Şimdi yapılmak istenen ise, kendini yönetme yetkisine zaten sahip olan devlet ile Türkiye Cumhuriyeti arasında kendine özgü bir ‘‘özel ilişki''nin kurulmasıdır. Bunu başka örneklerle desteklemek de gereksiz: Özel ilişkiyi yaratan özel koşullar başka yerlerde aynen yok.

Karşılıklı egemenliğe saygı gösteren böyle bir özel ilişkide, gümrük birliği, çifte vatandaşlık, Kıbrıs'ı ilgilendiren uluslararası görüşme heyetlerine Kıbrıslı diplomatların katılması ve kabotaj hakkının KKTC bandıralı gemilere açılması gibi konularda imzalanacak devletler arası antlaşmalara dışta kimsenin bir itirazı olamaz.

İtirazı olan, önce, Kıbrıs'ın kuzeyindeki devleti devlet olarak tanıyıp insanlarını da insan yerine koymalıdır.

Yazarın Tüm Yazıları