Onarmak mı bozmak mı

TÜRKİYE’de küresel krize karşı fazla pasif bir yaklaşım içinde olduğumuzdan şikayetçiyiz. Yurtdışında da, galiba hükümetler çok fazla aktif bir tutum içindeler. İkisinin de bazı sakıncaları var.

Krizlerle mücadelenin en önemli unsurlarından biri olayların önünde koşmayı becerebilmek. Hükümetler aldıkları kararlarda inandırıcı olmak zorundalar. Böyle ortamlarda, nedenleri ne olursa olsun, yalpalamak yarardan çok zarar getiriyor. Ekonomik birimler önünü görmek istiyor. Yalpalama ortalığı daha da sisli hale getiriyor. Son gelişmeler Amerika’da onarayım derken bozulmaya katkı yapıldığı izlenimini güçlendiriyor.

KARARLAR DEĞİŞİYOR

Krizle mücadelede Amerikan İdaresi çok aktif. Her gün yeni bir yaklaşım sergileniyor. Olayların gelişimine göre, yeni paketler açılıyor. Alınacağı söylenen önlemlerde ne parasal genişleme ne de bütçe dengesi herhangi bir kısıt oluşturmuyor. Bütün bunlara rağmen, genel görüntü ve algılama "çok sesin çıktığı, ama görüntünün olmadığı" yönünde.

Krizin en kritik döneminde Başkanlık ve Kongre seçimleri yapıldı. Yepyeni ve bambaşka bir yaklaşım getireceğini iddia eden bir aday Başkan seçildi. Ama, görevi iki ay sonra devralacak. Kararlı, inandırıcı ve maliyeti yüksek olabilecek stratejik kararlar almaya yönelik bu dönemde bir boşluk söz konusu.

Kongre’nin onayladığı 700 milyar dolarlık finansal sistemi kurtarma paketi eylül ayında onaylandı. Üç sayfalık bir yasa teklifi şeklinde sunulan plan finans kurumlarının elindeki değeri ve piyasası kalmamış varlıkların öncelikle satın alınmasına yönelikti. Üç sayfalık yasa teklifi 440 sayfalık yasaya dönüştü. Her Kongre üyesi kendi gündemini yasaya koydurdu. Paketin toplam maliyeti 900 milyar dolara yaklaştı.

Teklifin yasalaşmasından iki hafta sonra kötü varlıkları satın almadan önce, bankalara sermaye yardımı yapılmasına karar verildi. Bu çerçevede, 200 milyar doların üzerinde bir meblağ büyük ve bazı yöresel bankalara sermaye olarak aktarıldı. Bu bankalara kredi musluklarını açın diye talimat verildi. Ekonomik durgunluğun içinde kredi değerliliğinin ölçülmesi zorlaştığından, kredi muslukları açılamadı.

Kasım ayının ortasına gelinirken, bankaların elindeki kötü varlıklardan daha bir dolarlık alım yapılmadı. Şimdiye kadar toplam harcanan para 300 milyar doları dahi bulmadı. Ne oldu diye herkes merak ederken Amerikan Hazine’si bir kez daha fikir değiştirdi. Bu kez, Kongre tarafından onaylanan kaynağın, kötü varlıkları değil, bireysel kredilere (kredi kartları, tüketici) dayandırılan varlığa dayalı menkul kıymetlerin Hazine tarafından alımında kullanılmasına karar verildi.

BOZULMA HIZLANIYOR

Bu yaklaşım değişiklikleriyle, Amerikan Hazine’si olayların önünde değil, arkasında koştuğunu ve gerçekten ne yapmak istediğini bilmediğini piyasalara gösteriyor. Bu şartlarda doğal olarak bankalar kredi musluklarını açmaktan çekiniyorlar. Yatırımcılar paralarını sermaye piyasası araçlarında değerlendirmekten korkuyorlar. Tüketiciler, "başımıza başka ne gelebilir?" endişeleriyle tüketimlerini erteliyorlar. Her gün büyük 15-20 şirket binlerce kişinin işine son vereceğini açıklıyor. Otomotiv şirketleri kurtarılmayı bekliyorlar. Yarın başka sektörler ve yerel idareler kurtarılmak için sıraya girecek gibi görünüyor.

Geriye doğru bakıldığında, Amerikan İdaresi içinde yaşanan ekonomik şartları onarmaya çalışırken, aslında daha da bozduğu izlenimini veriyor. Hatırlanacak olursa, ekonomik görünüm, kurtarma paketleri gündeme geldikten sonra daha da kararmaya başladı. Beklentiler düzeleceğine, daha da bozuldu.

Önlem paketlerinin, bozulmanın hızlandığında gündeme getirildiği söylenebilir. Ama, önlem kararı alınıp da önlemlerin para politikası dışında devreye sokulamamasını açıklamak o denli kolay değil.

Amerika’daki kafa karışıklığı dünyanın diğer bölgelerine doğal olarak sıçrıyor. Çünkü, dünya ekonomisinin en azından şimdilik amiral gemisi durumundaki bir ekonomi kafa karışıklığı içinde bocalarken, Avrupa ve gelişmekte olan ülkeler de zorlanıyorlar.
Yazarın Tüm Yazıları