Ölümden önce hayat var mı?

Nerede okudun, kimden duydun derseniz, cevap veremem. Ama bir paleoantropolog şöyle bir iddiada bulunuyordu:Evrim sürecinde, ölüsünü gömen ilk maymun, insanın ilk atasıdır.

Haberin Devamı

Yani insanın insan olması, cesetlerini gömmesiyle başlar, diyordu.
Çünkü bu, o canlının, hayvanî içgüdünün ötesinde, anasına, babasına, kardeşlerine, çocuklarına, dostlarına bağlılık ve şuurlu bir sevgi duyduğunu gösterir.
Gene, o canlının birtakım metafizik soru ve endişeleri olduğunun işaretidir.
İnsanevladı kısa tarihinin her döneminde ‘ben kimim, nereden geldim, nereye gideceğim?’ gibi sorulara cevap aramıştır.
Son 2-3 bin yıldır yaygın olan tektanrılı dinler, bireyin ‘nereden geliyorum?’ sorusuna çok yuvarlak bir bilimkurgu cevabıyla yetinseler de, bu dünyada insanları korkutup hizaya sokmak için ‘nereye gideceğim?’ konusunda dehşet korku filmi senaryoları yazmışlardır.
‘Ölümden sonra hayat var mı?’ sorusu, insan kaynaklarının, dolayısıyla bana tahsis edilen bu alanda benim konuma girmez. Ayrıca öldükten sonra ‘insan’ sıfatı kalıp kalmadığı tartışılır hale geldiğinden, bu açıdan bile beni aşar.
Ancak…
‘Ölümden ÖNCE hayat var mı?’, beni burada en çok ilgilendiren soru ve konu budur.

*

Tabii ki ‘kaynak’ (çalışan) olarak görüyorsanız, insan denilen inanılmaz hadiseye işveren/şirket gözüyle bakıyorsunuz demektir.
Her ne kadar Hürriyet İK gazetesinin yayın yönetmeni ve yazarı olsam da, ben insana sadece ‘çalışan’ olarak bakmayı beceremiyorum. (Halbuki işi insan kaynağı olanların içinde, çalışanı ‘mal’ olarak gören mallar var.)
Daha doğrusu, ‘çalışan insan’ söz konusu olduğunda (homo ergaster’den değil; sizden, benden söz ediyorum) çalışan’ın arkasındaki insan’ı görmekten; daha da dürüst olmak gerekirse, insan’ı ön planda görmekten kendimi alamıyorum. (Beni bu yüzden aptal bulanlar ve patrona fitneleyenler de var.)
Verimlilik, maaş, yan haklar, işinde mutluluk, iş-özel hayat dengesi, emeklilik falan filan, hepsi önemli, tamam. Ama beni asıl ilgilendiren, bir kere daha, ‘ölümden önce hayat var mı?’ konusu.
Ama bu soruya da sadece siz, her biriniz, tek tek, kendiniz sorup kendiniz cevap verebilirsiniz. Cevap verebilirseniz.
Hayat, doğumla ölüm arasındaki biyolojik evreden ibaretse, tamam, çalı fasulye de sizin gibi yaşıyor.
Bu yaşadığınız hayat mıdır? Bu yaşadığınız, yaşamak istediğiniz hayat mıdır?
Belki de artık ağaçtan inmenin, hatta ayağa kalkmanın zamanı gelmiştir, ne dersiniz?

*

Filozof Hannah Arendt, birbirine zıt iki hayat felsefesi olduğunu söyler:
Birincisi (tefekküre, iç dünyaya dönük, pasif anlamında) la vita contemplativa.
İkincisi (dışa dönük, aktif anlamında) la vita activa.
Birincisi para, mevki, başarı gibi ‘geçici şeyler’den vazgeçip, eldekinin kıymetini bilerek yaşadığı anın tadını çıkarmak olarak özetlenebilir. (Bunun en uç noktası Budizm’in 4 asil gerçeğidir: Hayat acıdan ibarettir, acı tatmin olmamış arzuların sonucudur; demek ki arzu etmezsek acı çekmeyiz. Yani hayatını yaşamazsan, mutsuzluktan kurtulursun.)
İkincisi ise tam tersi, arzuların için yaşa ve arzularına erişmek için ne lazımsa yap, der. Bu modelde iyi yaşamak hiçbir şey yapmamak değil, aksine aktif olmak gerektirir. Tabii arzularınızı gerçekleştirmek için bir bedel ödemeniz, yorulmanız, acı çekmeniz gerekebilir. Bu felsefeye göre acı ve zevk birbirinden ayrılmaz. (Bu felsefenin en önemli savunucusu Friedrich Nietzsche’dir.)

*

Dedim ya yaşamak isteyip istemediğinize sadece siz karar verebilirsiniz. Nasıl bir hayat yaşayacağınıza da. Hasılı hayat felsefenizi siz belirleyeceksiniz.
Ama illa bana ‘Sen bize ne önerirsin?’ diyorsanız, o takdirde geçen hafta olduğu gibi, gene bir lise hocasından örnek vereyim.
Lisede felsefe hocamızdı ama çok cahildi. Badi Ekrem’in felsefe versiyonu. Ders anlatmaz, kimin notlarıysa artık, bir defterden okuturdu.
Arada biri – itlik olsun diye - parmak kaldırıp bir şey sorardı (mesela) :
- Hocam atomculuk ile monizmin arasındaki diyalektik zıtlıktan ne anlamamız gerekiyor?
Garibim ne cevap versin, daha soruyu anlamıyor ki; hemen topu sınıfa atardı:
- Eveeet, kim cevap verecek? Sözlüden + 2 puan vereceğim…
Biri elini kaldırır: “Demokritos, Parmanides’in monist düşüncesine tepki olarak, yalnızca varolanları değil ruhu da atomlardan oluşan bir şey olarak düşünerek…” falan filan.
Bir ikincisi topa girer: “Monizm, maddî yani fizik dünya / psişik yani tinsel dünya ayrımı yapan düalist felsefeleri kesinlikle reddederken…” zart zurt
Ve hoca, sorunun sahibine dönerek konuyu toparlardı:
- Eveeeet, şimdi Zafer’in söylediğiyle Tahsin’in söylediğini alıyorsun, karıştırıyorsun, işte senin sorunun cevabı. Tamam mı, anladın mı?

*
Siz de, şimdi Buda’nın dedikleriyle Nietzsche’nin fikirlerini alıyorsunuz...

Yazarın Tüm Yazıları