Nostradamus kutsal kaseyi Marduk’ta buldu

Var ya, bu aralar şöyle en ayağı yere basan türünden toplumsal gerçekçi, moplumsal gerçekçi bir roman filan döşenmeyi ilk akıl eden ‘marjinal yazar’ yaftasını, yafta da ne, marjinalliğin liyakat madalyasını, dimağının hakkıyla elde etmiş olacak.

Perşembe günkü Sabah gazetesinin birinci sayfası meselá, maaşallah perili köşk gibiydi:

Üç devvv yazı dizisi: Papa’nın kim olacağını önceden bilmiş káhinin kelámları bir yandan, içinde şuyun buyun uçtuğu ‘tekinsiz ev’lerin bahsinin geçtiği parapsikoloji dizisi bir yandan...

Cinler periler top oynuyor dedikleri esas bu olsa gerek. Üç yan yana sahada, çift kale turnuva...

Duyan ecinni, kopmuş gelmiş.

Bunu sırf Sabah için de söylüyor değilim -onlar büyük abartmış, ayrı-; bu aralar her tür basın-yayın organının, haberlerini, Reha Muhtar’ın vakt-i zamanında Atina’dan bildirdiği gibi, bulutların üzerinden ya da işte, Atlantis’ten falan bildireceği tuttu. (Bu gibi durumlarda maşallah demek gerekiyorsa, maşallah?..)

Kutsal Kase’siz, Nostradamus’suz, Marduk’suz tek bir günümüz geçmiyor yani.

Kendimi sokağa atıp; ‘Cümlenizi rüyanızda sihirli değnek mi dürttü?’ diye bağırarak koşmak geliyor içimden ya...

‘Hah, beklenen oldu, kızımız sonunda hepten sıyırdı’ deyip beni La Paix’ye filan kapatmak yerine, içime cin kaçtı diye hocaya mocaya götürürler diye korkuyorum.

Maazallah işin sonunda parapsikoloji dizilerine malzeme olma tehlikesi de var:

‘Gazeteci E.Ç., o gün yine sıradan bir güne uyanmıştı. (Fon müziği: Tımtımtımtım...) Her zamanki gibi gazeteleri tavaf etmekteydi. (Tımmmm!) Öbür dünyadan bildirilen haberleri okurken, içine, yerkürenin kandırıkçı taraflarında yaşayan dünyevi, nafile faaliyetlerinden, hállerinden kopup gelen haber cini kaçtı ve zihnindeki düşünceler, tekinsiz bir şekilde, ‘Eee, ama buralarda bir yerlerde haber maber de olması gerekiyordu?’ şeklinde, gaipten, saçmasapan bir tondan konuşmaya başladı. Kafasının içinde, normalde duymaması gereken sesler duyan E.Ç. kendini sokaklara vurdu. Onu seven yakınlarının deva bulması umuduyla götürdüğü meşhur Gaip Hoca, E.Ç.’nin göbeğine ‘Kızım, şimdiye dek okuduğun siyaset, magazin haberlerinden ne fayda gördün? Ayrıca onların da bunlardan ne farkı vardı?’ diye yazdı... E.Ç. şimdilerde, nekahat döneminde; varoluş ve var-bi-iş-ama-ulan-ne-iş dünyaları arasında bir yerlerde, derin bir mana aleminde.’

Ayıptır söylemesi RTÜK çomak sokmaya ve dizi şiddet içeriyor diye kanalın yayınını durdurmaya niyetlenmeden çok evvel, cnbc-e’de yayınlanan ‘Buffy the Vampire Slayer / Vampir Avcısı Buffy’nin yayınlandığı ilk dönemlerden bile çok önce, benim lákábım Bufffi idi...

Ha bire canım sıkıldığı için ha bire ofladığımdan ve hatta daha da çok ‘BUFFF!’ladığımdan dolayı...

Heyt be, sonunda ‘bir ilke imza’ attık: İlk Buffy benim yani...

Şimdi ben tırsmaz mıyım? Yani kendimde ulu, neyseyse-işte-o-ötesi, yüce anlamlar, kudretler aramaz mıyım?

Bana bu lákábı takmış olan arkadaşlarıma gidip, Polat Alemdar edalarıyla, ‘Pardon abi, şu mühim misyonumuz neyse, boyutların hepiciğinin selámeti uğruna neferiz evvelallah’ şeklinde selam çakıp, misyonumun ne olduğunu sormaz mıyım?

‘Marduk’u tek yumrukta kara deliğe mi gömeceğiz, zamanı başa alıp Nostradamus’u ‘anasının rahminde ceninkene’ dönemlerinde imha mı edeceğiz, nedir, nedir, ne?’ diye diye...

İşimiz var. Daha álemleri kurtaracağız. Yalnız, biri yolu tarif etsin istiyorum: Çok álem şeyler olup bitiyor da, o hangi álem o be?

Pazar bulmacası

Karizma, aura dediğiniz şeyler... Mefhum olarak muğlak, gördüğünüzde, ‘Ahan da budur!’ dediğiniz şeyler. Kendime ‘Harvey Keitel’i seviyorum’ tişörtü yaptırmak istiyorum. Bir karizma kataloğu varsa, çok başta bir yerlere Harvey Keitel’in vesikalığını yapıştırmak istiyorum. Peşine sekiz aylık oğlu Roman’ı da katıp Ömür Boyu Başarı Ödülü almak için İstanbul Film Festivali’nin kapanışı için İstanbul’a gelen Keitel, bize de uğrasın istiyorum.

Şimdi, bu biraz utanç verici bir itiraf olacak. Ama, benim hayatımda izlediğim en erotik üç sahnenin birinin aktörüdür Harvey Keitel. Pür seksapel...

Piyano filminde, Holly Hunter’ın siyah, kalın çorabındaki minicik delikten görünen tenine, parmağının ucuyla dokunduğu sahne...

Bir imkánsız ‘gibi görünen aşkın’ bir koşan-taşan tuşkusunun, bir minik çorap deliğinden teması. (Aaarghhh... Bunu yazmak bile kanıma dokunuyor. Başıma gelecekleri de biliyorum ama geçin dalganızı, ne yapayım ya...)

Bu üçlünün biri de (!) Anthony Hopkins’tir; Kuzuların Sessizliği’nde...

Hadi diyelim ki Piyano, kimi arkadaşların iddia ettiği üzre ‘kız filmi’, ondan bayıldık. Kuzuların Sessizliği’ndeki yamyam Hannibal Lecter’a ne diyeceksiniz?

Orada da Hennibal Lecter rolündeki Anthony Hopkins, dedektif Clarice Starling rolündeki Jodie Foster ile parmaklıkların iki tarafından, parmak temasında bulunur.

Şimdi, parmak ucu fetişisti olduğumu düşünenler çıkarsa diye: Hayır efendim, öyle bir durum olsaydı, o üçün biri (!) de E.T. olurdu!

Meseleyi Harvey Keitel ve Anthony Hopkins’in karizmasında bağlayıp, onlar zaten bırakın parmak uçlarını, ne oynasalar izleyenin yüreğini hoplatırlar deyip, üçüncünün kim olduğunu da kendimize saklayıp sessizce dağılalım.
Yazarın Tüm Yazıları