New York’ta işte bunlar oldu!

Geçen perşembe size New York’ta neler oldu, neler yaptık bu uzak memlekette anlatacağımı söylemiştim.

Haberin Devamı

Araya Babalar Günü nedeniyle Tasmin’le olan röportajımız girince maceralar bugüne kaldı...
New York’a güzel bir doğum günü kutlaması için geldim aslında... Daha doğrusu bir “kutlama serisi”nin ilk ayağı olan etkinlik için. Asmalımescit’in Otto’su 5, Nublu ise 8. yaşına birlikte girdi. Otto’cular, beşinci yaş kutlamalarını yıl boyunca gerçekleşecek başka etkinliklerle sürdürecek.
İşte bu serinin ilk adımında, Carlsberg’in sponsorluğunda Otto’yu ta Manhattan’lara, İlhan Erşahin’in caz kulübü Nublu’ya taşıdılar. Otto’nun ortaklarından Nevzat Atasoy, Nublu’da hem kendi çaldı, hem de Mr.E ve daha önce Türkiye’de ağırladıkları New York’lu DJ’ler Lovefingers ve Lee Douglas ile birlikte, ayın 14 ve 16’sında olmak üzere iki defa geceyi sabaha kattı.
Benzer bir geceyi ekim ayında tekrarlayacaklar. Fakat bir farkla: Bu defa İlhan Erşahin İstanbul’a gelecek, Nublu’yu Otto’ya taşıyacak.
Henüz fikir aşamasında olan ama pek heyecanlı bir haberi de şu noktada vermek isterim, Nevzat Atasoy “Bir Otto da New York’ta olsun istiyoruz” diyor.
Bir yeni haber daha, şu sıralar bu mekanların en “has” olanı, yani ilk açılan ?ehbender Sokak’taki Otto, renove ediliyor. Hem mekanda, hem mönüde ufak değişiklikler var.

Haberin Devamı

Güzel haber: Başka Otto açılmayacak

Bir mekanı batıran eden bir numaralı konu “Bir yer açtık, çok tuttu, dolup taşıyor derhal çoğalalım” anlayışı.
Otto, 5 yıl önce ilk açıldığında “Gündüz böyle kafe gibi, akşam olunca acayip bir yere dönüyor” laflarının kulaktan kulağa yayılmasıyla meşhur olan bir mekandı. Genellikle şöhret ve başarı arttıkça bu çoğalma hissini dizginleyemez mekan sahipleri... Otto bunu yapmadı, yapmayacak, bunun son derece isabetli bir karar olduğunu düşünüyorum.
İstanbul’da başka bir Otto açılmayacak. Nevzat, tutan mekanların derhal şehrin dört bir yanında milyonlarca şube açarak zincirleşmesinin “mekanın, markanın ruhuna ihanet” olduğunu düşünüyor, aynen benim gibi.
Ayrıca kendisine, “tamam, bizim iş tuttu, olayı çözdük” deyip İstanbul’a hapsetmediği, dünyada restorancılık konusunda olan biteni takip ettiği, çoğalmak yerine meseleyi tadında bırakıp “nasıl daha iyi iş yaparız”a kafa yorduğu için yıldızlı pekiyi veriyorum.

Bunlar da benden tavsiye

Haberin Devamı

“New York’ta nereye mutlaka gitmeli” sorusuna sanırım en güzel cevabı Hürriyet New York muhabiri Razi Canikligil verdi:
“Bu şehirde ‘en’ler yok, herkesin kendi ‘en’leri var...”
Doğru. Herkes gibi, benim de buraya gelmeden önce elime tutuşturulmuş bir “Muhakkak gidilmesi gereken yerler” listesi vardı.
O listeyi attım, kesinlikle pişman değilim...
Buyurunuz, bu da benimki...
? Kenmare: Chloe Sevigny’nin abisi Paul Sevigny’nin işlettiği restoran ve gece kulübü. Bu kış açıldı, mutfağı konusunda çok övgü almıyor ama bu durum onun bir numaralı görme ve görülme mekanlarından biri olmasını engellemiyor.
Üst katta restoran, yerin altında ise gece kulübü var. Kalabalık gayet iyi.
? Schiller’s: Balthazar, Pastis, Minetta Tavern ve Pravda’nın da sahibi olan Keith McNally’nin 7 yıllık bistrosu burası. Schiller’s, hem mutfağı hem gürültülü atmosferi ile “tamam işte şimdi New York’tayım” dedirtiyor.
(Bu arada Schiller’s’e adım attığım anda kendimi Kitchenette’de sandım. Bizimkiler bari biraz az kopya çekselermiş.)
? Restoran konusunda New York’un diğer meşhur ismi, (Union Square Cafe, Tabla, Gramercy Park Tavern gibi mekanların mucidi) Danny Meyer’ın Madison Square Park’ın içindeki nefis burgercisi Shake Shack’e de uğramak lazım.
Yağmurlu havalarda bile kuyruk oluyor bu minik kulübenin önünde. Buradan bir burger kapıyor, Madison Square Park’ta yayılıyorsunuz, racon bu.
? Renaissance Lounge: Times Meydanı’nın kalabalığından ürkenlerin sığınağı. Bu civarda tenha mekan bulmak zor, o yüzden altın değerinde.
Otelin ikinci katından meydana, o deli kalabalığa bakıyorsunuz ama sessizlik içinde ve huzurlusunuz. İçkiler ve yemekler vasat lakin manzara için gidilir.
? Thai mutfağı için Gramercy Park civarındaki Thai Jaiya ve Williamsburg’deki Sea’yi öneririm.
Jaiya sessiz sakin, bildiğiniz restoran düzeninde ama Sea’de iç organlarınızı titretecek kadar yüksek volümlü dans müziği eşliğinde yemek yiyorsunuz.
Tuhaf bir kombinasyon olmasına rağmen her gün dolup taşıyor, masaya oturabilmek için bir saat bekleyenler bile şanslı sayılıyor.

Yazarın Tüm Yazıları