New York - İstanbul Hattı

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

YAZILAR her zaman elde kağıt kalem masa başında ya da bilgisayar önünde yazılmaz. Bazen yazıyı hayatın içinde koşuştururken zihnimde yazmaya başlarım. Sonra da aklımda kalanları kağıda geçiririm. Bu yazının kaderi de böyle oldu. İlk izlenimlerim havaalanı ile evin arasında, İstanbul’un havasını koklarken oluşmaya başladı.

Yeşil, Biraz Daha Yeşil!

İstanbul’u ilk defa bu kadar yeşil gördüğümü söyleyeyim önce. Bunda hiç şüphesiz mevsimin payı büyük. Buna rağmen İstanbul’u yeşillendiren herkese de yürekten teşekkür etmek gerek. Bu yeşilliği daha artırsak, baharın cömertliğini insanın gayretiyle başka mevsimlere de taşısak diye içimden geçmedi desem yalan olur.

New York gibi insanların neredeyse salkım saçak üst üste yaşadığı bir kentte bile parklar ne kadar güzel ve ne kadar kutsal! Bunu New Yorkluların tavrından çıkarsadım. Umarım yanılmıyorumdur.

New York’ta taşralılar gibi kafam arkaya yatmış, gözlerim gökyüzünde dolaşmayı unutalı çok oldu. Gökdelenlerin son katlarını görme telaşını atlattım. O yüzden Manhattan’da 5. Cadde’de yürürken Donald Trump’un üzerinde kocaman bir biçimde soyadı yazılı yeni binasına şöyle bir bakıp geçmiştim. Aynı akşam, karşı kıyıda Wateredge’s Club’ta yemek yerken camdan Manhattan’ı seyrettik. Bu kez gözüm karşımda bitmemiş olarak duran Trump’ın yeni gökdelenine takıldı. Eksik haliyle bina şimdiden yüz katı bulmuştu. Nerede duracağını ise çevremde bilen yoktu. Yüz katlı ama daha bitmemiş bir bina! İşte New York biraz da bu.

Yeri gelmişken bir parantez açıp bazı Türklerin -adları orada telaffuz edildi- bu binadan bir milyon yedi yüz bin dolara daire satın aldıkları da söylendi. Hatta masada bulunanlardan bazıları bunun İstanbul’daki bazı benzerlerinden daha hesaplı olduğunu bile öne sürdüler. Bir süre bu konu tartışıldı. Zenginin parası züğürdün çenesini yordu.

Parantezi kapattığımıza göre tekrar yeşile dönelim...

Manhattan’ın o gökdelen tarlası içinde bile yeşile ayrılan payın öneminden söz etmiştim. New Yorklu bunun önemini iyi kavramış.

Bizde ise yeşil yalnız mezarlıklarda kutsal. Bir de -hakkını yemeyelim- askeri alanlar yeşil kalmış ve kalacak. Bunun dışında yeşilin ranta dönüşmemesi sadece bir rastlantı sanki. Değiştirmemiz gereken asıl sorun kafalarda yani. Yeşilin kutsal olduğunu ve kentte bize ekmek kadar, su kadar, temiz havanın ve yeşil görüntünün de gerektiğini anlamak gerek. Doların yeşiliyle doğanın yeşilini ayırd etmeyi becerebilmek bir uygarlık göstergesi olmalı.

Kamu Otoritesi

New York’ta kentin en lüks otellerinden birinin, Waldorf Astoria’nın önünde araba bekliyoruz. Bu sırada siyah, pırılı pırıl, son model bir Lincoln marka siyah limuzin otelin önüne yanaşıyor. Şoför dışarı çıkıp bakındığına göre, misafirler daha aşağıya inmemiş. Tam o sırada şişman, kemeri göbeğinin altında kaybolmuş beyaz saçlı, yaşlı bir polis geliyor. Şoföre, burada duramayacağını, arabasını hemen çekmesini söylüyor...

New Yorklular her suçlunun mutlaka yakalanacağını ve cezalandırılacağını neredeyse iman derecesinde kabul ediyor. Bu da suçluları bir değil, birkaç kez düşünmeye sevkediyor olmalı ki ortalık bu kadar sakin.

İstanbul’un sorunu farklı. Bizim polisimizin başarısız olduğu asla söylenemez. Hele eldeki imkanlar gözönüne alınırsa ortada alkışlanacak bir başarı da bulunabilir. Ama hiçbir İstanbullu suçun peşinen önleneceğine inanmıyor, bu bir. Suçlu yakalansa bile cezasını çekeceğine inanalar ise yok denecek kadar az, bu da iki.

Hele bizde eski bir Roma deyişinden alınma, 'zengin gemisini dağdan aşırır, fakir düz ovada şaşırır' inancı geçerli olduğu sürece, iki şehir aradaki fark varolmaya devam edecek gibi görünmekte.

Kaldırımlar

Kamu otoritesi ve kurallara uyma konusunda en iyi örneklerden biri de kentlerin kaldırımları.

New York’ta kaldırımlar yerden iki parmak yükseklikte. Nerede başlıyor, nerede bitiyor, bakınca zor anlaşılmakta. Buna rağmen kaldırıma park edilmiş tek araca rastlamadım. Belki ben kısa süreli kalıyorum hep, o yüzden rastlamamışımdır deyip sorduğumda güldüler.

Oysa burada park parası korkunç. En kısa süreli park bile yaklaşık 10 dolardan başlıyor. Yani Türkçesi 7 milyon lira. Park süresi bir saati geçince fiyat ikiye katlanıyor. Ayda 500-600 dolar -bizim paramızla 300 ile 400 milyon liradan söz ediyorum- park parası verenleri tanıdım. Yalnız sabahın altısından önce gelip park ederseniz, biraz indirim yapıyorlarmış!

Buna karşılık otobüs ve metro sistemi tıkır tıkır çalışmakta. Günde 2 dolara bir kart alıp istediğiniz kadar kent içi ulaşımı kullanmanız mümkün. Aylık kartlarda ise bu fiyat daha ucuza geliyor.

Bütün bunların özetini yapacak olursak, kent içi toplu ulaşım ucuz ve seri biçimde çalışmakta. Buna karşılık keyfinize düşkün olup New York içinde arabanızla yolculuk yapmak istiyorsanız, bunun bedelini ağır bir biçimde ödemeniz gerekiyor.

Kaldırımlara park etmemeye gelince... Bunun anlamı da açık: Kaldırımlar yayalar içindir ve bu kuralı koyan kamu otoritesine karşı gelmek açık bir suç teşkil eder ve hiçbir suç burada cezasız kalmaz ve bu yüzden de suçlu durumuna düşmek bir New Yorklunun yapacağı aptallık değildir!

Son Söz

Aslında New York ve İstanbul karşılaştırması koca bir kitap olacak kadar uzun bir hikaye. Şimdilik bu öyküye nokta koymazsam, yazının tamamını okumak mümkün olmayacağa benziyor. O yüzden son sözü söyleyip yazıyı bitirmek zorundayım. Ama yeri geldikçe New York’tan elbette yine söz edeceğim.

Yazarın Tüm Yazıları