Necip Hablemitoğlu’nu Ergenekon mu öldürdü?

AK Parti iktidarının ilk günlerinde işlenen bir cinayet, herkesin dikkatini çekmişti:

Haberin Devamı

Cinayete kurban giden isim “laik, ulusalcı, cemaat karşıtı” bir doçent olan Necip Hablemitoğlu idi.

İktidar telaşlanmıştı:

Ne oluyordu? Hükümet aleyhine bir komplo mu söz konusuydu? Hükümet karşıtı aydınlar öldürülerek hükümet zan altında mı bırakılacaktı?

* * *

Çok geçmeden Ergenekon Davası başladı.

Davanın içinde Hablemitoğlu Cinayeti’ne de yer veriliyordu.

Ergenekon konusunda büyük, çok büyük haberlere imza atan gazeteler, “Hablemitoğlu’nu Ergenekon öldürdü” diye sayısız haberler yaptılar.

Sonra iddianameler ortaya çıktı.

İddianamelerde iki senaryo vardı:

BİRİNCİ İDDİANAME: İddianamede Durmuş Anucin adlı bir adamdan söz ediliyordu. Durmuş Anucin, Hablemitoğlu’nu öldürmesi için kendisini İbrahim Çiftçi’nin azmettirdiğini söylüyordu. Bu arada İbrahim Çiftçi’nin İzmir’deki barı havaya uçurulmuştu. Olayda kullanılan bombalar ile Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan Ergenekon bombalarının aynı seriden olduğu söyleniyordu.

İKİNCİ İDDİANAME: İkinci iddianameye göre olay şöyle gerçekleşmişti: Emekli General Veli Küçük, Hablemitoğlu’nu öldürmesi için Osman Yıldırım’a büyük miktarda para teklif etmiş. Yıldırım kabul etmeyince de iş, Osman Gürbüz denilen şahsa kalmıştı.

* * *

Haberin Devamı

30 Eylül’de ilginç bir gelişme yaşandı:

İkinci iddianamede Hablemitoğlu’nu öldürdüğü iddia edilen Osman Gürbüz mahkeme tarafından serbest bırakıldı.

Bu durumda...

Osman Gürbüz’ün Hablemitoğlu’nu nasıl öldürdüğünü dizi film gibi anlatan haberler de açığa düşmüş oldu.

Ve bundan daha önemlisi en başa dönüldü:

Hablemitoğlu’nu gerçekten Ergenekon mu öldürdü? Eğer Ergenekon öldürmediyse, kim öldürdü?

Hoş geldiniz Taha Bey

TAHA Akyol’un Hürriyet’te yazacak olmasına çok ama çok sevindim.

Bunun için elimde “kapı gibi” üç gerekçe var:

BİR: Taha Akyol ile birlikte Hürriyet, yazar yelpazesindeki çeşitliliği ve renkliliği daha da artırmış oldu. Unutmayalım: Renklilik ve çeşitlilik ne kadar artarsa, platform da o kadar güçlü olur. Platformun güçlenmesi ise, bu gazetede yazıp çizenlerin sözlerinin gücünü artırır.

İKİ: Taha Akyol entelektüel birikimiyle, bitmeyen arayışıyla ve geçmişiyle hesaplaşabilme iradesiyle hep gıptayla izlediğim bir yazar olmuştur. Artık gıpta ettiğim bir yazarla aynı gazetede yazacağım. Daha ne olsun!

ÜÇ: Taha Akyol çok kibar, çok medeni bir insandır. Eşine aşkla bağlıdır. İnsan ilişkilerinde hep saygıyı ve mesafeyi gözetir. Karşısındakini yadırgamaz ve yargılamaz. Örnek insanlardandır yani... Bu açıdan daha yakınımızda olmasında sayısız fayda vardır.

Gülmezlerse dehşete kapılma

BİR ortamda sizi kahkahalarla güldüren bir espriyi, bir hareketi ve bir olayı, bambaşka bir ortamda anlatmaya kalktığınızda buz gibi bir hava estirebilirsiniz.

Böyle bir durumda sakın dehşete kapılmayın.

Çok normaldir bu...

Bir kere “ortam” çok belirleyicidir.

O kahkahalar atılırken yanınızda bulunanlar kimlerdi, hangi havadaydınız, ruh haliniz neydi, nasıl bir yerdeydiniz falan çok önemlidir. O yüzden...

“Biz çok gülmüştük, anlatayım siz de gülün” yaklaşımına fazla bel bağlamayın.

Ve Nazlı Ilıcak Demirel ile buluştu

28 Şubat günlerinde biz Demirel’e kızardık.

Ama Nazlı Ilıcak hepimizden fazla kızardı.

Çünkü Nazlı Hanım, Demirel’i “ömrü boyunca askeri vesayetin elinden çok çekmiş bir lider” olarak görmekteydi.

Böyle bir liderin, askeri vesayet sistemini pekiştiren tavırlar içine girmesine bir anlam veremez, “Ne oldu bu Demirel’e?” derdi.

O günlerde Nazlı Ilıcak Demirel’e kızar, Demirel de Nazlı Ilıcak’ı yanına yaklaştırmazdı.

* * *

Haberin Devamı

Aradan geçti şunca zaman...

Dünkü köşe yazısından öğreniyoruz ki Nazlı Ilıcak, Güniz Sokak’taki meşhur evde Süleyman Demirel ile buluşmuş.

Çok hoşuma gitti bu buluşma!

En başta da siyasi anlaşmazlıkların kindarlığa dönüşmemesini göstermesi açısından hoşuma gitti.

* * *

Su gibi okudum Nazlı Hanım’ın Demirel yazısını.

Çok ölçülü, çok saygılı, çok vefalı bir Demirel yazısı yazmış Ilıcak.

Eski defterleri karıştırmaya tenezzül etmemiş.

Laf sokmamış, incitici tek bir kelimeye bile yer vermemiş.

Baştan sona Demirel’in gönlünü hoş tutacak bir yazı.

Üstelik...

Demirel’in gönlünü hoş tutmasının kendisine kazandıracağı zerre bir yarar olmadığını bilerek yazmış yazıyı...

Belki de artık böylesi incelikler pek kalmadığı için Nazlı Ilıcak’ın sergilediği bu inceliğe bayıldım.

Beni içlerine almazlarmış

“AHMET Hakan analizleri”ne meraklı tipler, uzun bir süredir hep aynı şeyi söylüyorlar:

“Bir çevrenin içine girmek için çırpınıyor, ne kadar çırpınırsa çırpınsın nafile, onu içlerine almazlar.”

* * *

Haberin Devamı

İşin aslı şudur:

Eğer gerçekten benim açımdan bir “çırpınma” söz konusu ise bu bir çevreden çıkmak için söz konusudur, bir çevreye girmek için değil.

Peki gerçekten de bir çevreye girmek isteseydim, bunu başarabilir miydim? Hayır! Türkiye’de hiçbir çevre, kendisini kolayca dışarıdan gelene açmaz.

Yanlış anlaşılmasın! Sadece “beyaz Türk” çevresinden söz etmiyorum, mesela muhafazakâr çevrelere de kolayca girilemez. Hele bugünlerde hiç girilemez.

* * *

Bu “herhangi bir çevreye girmek istemek ve o çevrenin içine girememek” saçmalığından tek bir kurtuluş vardır:

“Başınıza çalın çevrenizi” deyip, çevresiz kalmanın keyfini çıkarmak.

İsmet Berkan’ın ‘Beyefendi’ mesajı

“ANKARA’da kime ‘Beyefendi’ denir, işi bilen biri beni aydınlatsın” çağrıma İsmet Berkan’dan yazılı bir cevap aldım.

İsmet, Ankara günlerinden edindiği deneyimle şunları yazmış:

“Adnan Menderes’e hitap biçimiydi ‘beyefendi’. Ondan Süleyman Demirel devraldı. Süleyman Demirel’in sadece cumhurbaşkanlığı döneminde değil başbakanlığı döneminde de üçüncü kişilere ‘beyefendi böyle dedi, beyefendi şöyle dedi’ dediklerinde Demirel’i kastetmiş olurlardı. Bu gelenek Demirel açısından hâlâ devam ediyor. Tayyip Erdoğan’a da ‘beyefendi’ dendiğini duydum ama biliyorsun yakın çevresi daha çok ‘patron’ sıfatını kullanıyor.”

Yazarın Tüm Yazıları