Murat Bardakçı: Dostlarının ağzından gerçek İngiliz Hasta






Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Kont Almaşi, yüzyılımızın en büyük maceraperestlerinin başında gelirdi. 56 yıllık ömrünün 45 senesi birbirinden renkli maceralarla geçti, hayatı ölümünden 40 küsur yıl sonra ‘‘İngiliz Hasta’’ adıyla filme çekildi ve film beş dalda Oscar aldı. Hemen her renkteki enerji operasyonlarından yahut hiç bitmeyen hortumlama haberlerinden artık size de gına geldiyse bu yazıyı okuyun ve birkaç dakikalığına da olsa bambaşka bir dünyaya yolculuk edin.

Beyazından mavisine kadar hemen her renkteki enerji operasyonlarıyla, her gün bir başkası ortaya atılan hortumlamalarla yahut Ankara'daki post kavgalarıyla ilgili haberleri okuyup işitmekten bana artık gına geldi. Bu tür haberlerden sizlerin de bıkmış olabileceğinizi düşünerek gündemin dışına çıkayım, hoş ve değişik hadiselerden sözedeyim dedim.

Ne yazacağıma, hafta içinde katıldığım bir dost meclisinde karar verdim: Çaya gittiğim son derece şık ve kültür dolu bir eve beş dalda Oscar alan ‘‘İngiliz Hasta’’ filminin DVD'si gelmişti. Salondakilerden bazıları filmi görünce ‘‘Aaaa, bizim Kont Almaşi'nin hikáyesi’’ dediler, sonra ‘‘Filmi seyrettik ama hadiseler çok fazla değiştirilmiş’’ diye yakındılar. Yani orada bulunanlardan bazıları ‘‘gerçek’’ İngiliz Hasta'yla bundan yarım yüzyıl öncesinden ve çok yakından tanışıyorlardı.

MACERACI BİR ASİL

Derken sohbet 50 küsur sene öncesine uzanıp saatler boyu İngiliz Hasta'dan ama filminden değil, gerçeğinden bahsedilince hastanın hakiki öyküsünü nakledeyim dedim.

Filimde Ralph Fiennes'in canlandırdığı ‘‘İngiliz Hasta’’, aslında bir Macar asilzadesiydi.

Tam adı Lazslo Ede Almasy idi ve ‘‘Kont Almasy’’ (okunuşu: Almaşi) denirdi. 1895'te, o zaman Habsburg Hanedanı'nın iktidarda olduğu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun, bugün Avusturya'nın sınırları içerisinde bulunan Bernstein kasabasında doğdu ve 56 senelik hayatını bir maceradan öbürüne dalarak geçirdi.

İLK TANIŞMA, İLK AŞK

İngiltere'ye okumaya gönderilen genç Almaşi, Birinci Dünya Savaşı'nın patlamasından hemen önce memleketine döndüğünde elinde hem diploması, hem de pilot brövesi vardı. Savaş yıllarında imparatorluğun ‘‘en fazla düşman uçağı düşüren pilotu’’ unvanını kazandı. Sonra o devir asillerine mahsus meraklardan birine kapıldı ve imal edilen yeni model otomobillerin deneme şoförlüğüne soyundu. Yeni yeni moda olan rallilere katıldı ve 1926'da o zamanın en modern otomobili sayılan Steyr marka bir araçla ilk büyük yolculuğuna çıktı: Mısır'a gitti, Nil'i boydan boya geçti, Sudan'a kadar uzanıp Kahire'ye döndü.

Almaşi'nin bütün hayatını değiştiren hadise, işte bu seyahat oldu, çöle, aşık düştü.

Binlerce kilometre ötelere uzanan kumlar, uzaklardaki vahalar ve hayallerle dolu tepecikler onu cezbediyordu. Üstelik çöl aşkında yalnız da değildi, birkaç arkadaş da bulmuştu: Robert ve Patrick Clayton adında iki İngiliz ile Mısır kraliyet ailesinin önde gelen mensupları olan Prens Kemaleddin'i ve Prens Yusuf'u... Prens Kemaleddin o devir Mısır'ının hükümdarı Sultan Hüseyin'in oğluydu, kuzeni Prens Yusuf hiç bitmeyecek gibi görünen bir servete sahipti ve her ikisi de dünya çapında isim yapmış harita uzmanıydılar.

1932'de, hep beraber çöllere uzandılar ve o zamana kadar keşfedilmemiş yerlerin haritalarını çıkartmaya başladılar. Havilland marka hafif bir uçakla ve Steyr otomobillerle seyahat ediyorlardı. İlk mekánları Libya çölleri oldu, buranın haritasını çizip Mısır'ın güneyine geçtiler. Bu sırada Kont Almaşi'nin kullandığı uçak düştü, Kont kazadan ciddi bir yara bile almadan kurtuldu ama arkasında oturan Robert Clayton yanarak can verdi ve yıllar sonra ‘‘İngiliz Hasta’’yı yaratan fikir, işte bu kaza üzerine doğdu. Clayton'un yerine bir kadını koyan senaristler Almaşi'yi ağır yaralı olarak çıkartıp filmin kahramanı yaptılar.

En yakın macera arkadaşının böyle feci bir şekilde ölmesi, Almaşi'nin çöle olan aşkını daha da arttırdı. Artık bir keşif programından ötekine koşuyordu ve dünya bilim tarihine geçen en büyük keşfini kazadan bir sene sonra, 1933'ün sonlarında yaptı: Mısır'ın ortasındaki Asyut'ta, çölün derinliklerinde, tarih öncesi zamanlardan kalma resimlerle dolu bir dizi mağara buldu. Bir yandan prenslerle beraber uçsuz-bucaksız çölün haritasını çıkartıyor, bir yandan ilmî dergilerde mağara resimlerini yayınlıyorlardı.

FİLM GİBİ BİR HAYAT

1939'da İkinci Dünya Savaşı patladı ve Mısır'ı işgal altında tutan İngilizler, Kont Almaşi'nin Kahire'de kalmasına izin vermediler. Macaristan'a döndü ama bu defa da memleketini işgal eden Almanlar'ın baskısıyla karşılaştı. Kont'un ‘‘Macar subayı’’ olarak Kuzey Afrika çöllerine gitmesini ve General Rommel'in kumandasındaki Alman birliklerine katılmasını istiyorlardı.

Almaşi, çöle olan aşkı yüzünden talebi kabul etti ve yüzbaşı rütbesiyle yeniden Afrika'ya geçti. Alman ordusundaydı ama Macar üniforması giyiyordu. Önce Rommel'in savaş planlarını hazırlamasına yardım etti, derken dünya askerlik tarihinde ‘‘Barış Operasyonu’’ diye geçen işi başardı: Libya'daki Alman ajanlarını çölün derinliklerinden geçirip müttefiklerin ruhu bile duymadan Mısır'a götürdü. Bu arada İngiliz işgalindeki Kahire'ye defalarca elini-kolunu sallayarak gidip gelecek, seneler sonra bu işi nasıl yaptığını soran dostlarına ‘‘Çok kolay oldu!’’ diyecekti... ‘‘Hem de Alman üniformasıyla gittim. Kahire'de değişik milletlerden o kadar çok üniformalı vardı ki, beni farketmediler bile...’’.

SAVAŞ DEĞİL VİRÜS VURDU

Savaşın Almanya'nın yenilgisiyle sona ermesi üzerine yeniden memleketine döndü ama bu defa zindana atıldı ve Budapeşte'de Halk Mahkemesi'ne çıkartıldı. İsnad edilen suç, Almanlar'la işbirliği yapmaktı. Aylarca sorguya çekildi, işkence bile gördü ama aklanıp serbest bırakıldı ve ilmi çalışmalarına devam edebilmesi için Mısır'a dönmesine izin verildi.

Tuttuğu taraf yenilmişti fakat ilmî kimliği sayesinde hálá saygı görüyordu. Geçmişteki siyasî ve askerî faaliyetleri unutuldu, Kahire'deki ‘‘Çöl Enstitüsü’’nün başına getirildi ve eski güzel günlerine döndü. Yorgunluğunu Avrupa'ya gitmekle, meraklı olduğu nefis konserleri dinlemekle atıyordu.

Ölümü de 1951'de, Salzburg'da oldu. Çölde kaptığı dizanteri burada depreşti ve doktorlar Kont’u yatağa düşmesinden sonra sadece birkaç gün yaşatabildiler. Anlayacağınız, ‘‘İngiliz Hasta’’ hayata cephe gerisindeki metruk bir kilisede değil, savaştan seneler sonra operaların ve senfonilerin yankılandığı şık bir Avrupa şehrinde veda etmişti.

‘‘İngiliz Hasta’’nın gerçek öyküsü, işte böyle... Bunları ‘‘İngiliz Hasta’’ yani Kont Lazslo Ede Almasy'yi vakti zamanında yakından tanımış olanların bana anlattıklarından naklettim. Kont'un yaşları bugün 75'in üzerinde olan dostları isimlerinden bahsetmemi istemedikleri için adlarını yazmadım ve sadece ‘‘dostları’’ demekle yetindim.

ZAPTİYE

Tansu Hanım’ın hatasını tekrarlamayın!

Sevr’de Damad Ferid Paşa’nın imzası yoktur

Tansu Hanım, günlerdir canlı-cansız ne tür mahlûkat varsa hepsiyle Kemal Derviş arasında benzerlik kurmaya başladı. Derviş'i önce Sultan Vahideddin'in sadrazamı olan ve ‘‘Sevr'i imzalayan’’ Damad Ferid Paşa'ya benzetti, sonra da ‘‘Kemal Derviş, hükümetin ömrünü uzatmaya yarayan pil gibi’’ dedi.

Bunun hemen arkasından da yazarlarımız Tansu Hanım'ın benzetmeleri üzerine fikir yürütmeye başladılar. Birbirinden değerli yorumlarında Kemal Derviş'le Ferid Paşa arasında bir münasebet bulunup bulunmadığını tartıştılar, Paşa'nın ‘‘imzaladığı’’ Sevr'le Derviş'in Avrupa ve Amerika'daki temaslarını mukayese çalıştılar, bu arada azıcık büyük bir de hata yaptılar ve bana da bu konuda birkaç söz etmek düştü...

Hanımefendiler, beyefendiler! Sevr Andlaşması'nın altında Damad Ferid Paşa'nın imzası yoktur!.. Zira paşa andlaşmanın imzalanması sırasında sadrazam, yani başbakandır, delege değildir, dolayısıyla andlaşmaya imza koymamıştır. Sevr'i Türkiye adına imzalayanlar üç kişidir: O zamanlar ‘‘Meclis-i Ayán ázası’’ yani ‘‘senatör’’ olan Hádi Paşa ile şair Rıza Tevfik ve Türkiye'nin İsviçre'deki ortaelçisi Reşad Halis Beyler... Ferid Paşa'nın politikası hakkında aklınıza geleni söyleyin, Paşa'ya canınızın istediği gibi verip veriştirin a ma lutfedin, Sevr'i ona imzalatmayın! Zira, Sevr gibi hálá hassas olan bir konuda böylesine gaflar yapmak biraz ayıp kaçıyor da...

Yazarın Tüm Yazıları