Mümtaz Soysal: Hoşgeldin geçen yüzyıl!

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Fransız yazar Alain Minc ‘‘Yeni Ortaçağ’’ adlı küçük kitabını yazdığında, henüz 90'ların başıydı. Büyük dáhiymiş gibi göklere çıkarılan Fukuyama diye sivri zekálı bir Amerikalı ‘‘Tarihin sonu geldi; dünya, liberalizmin tek ideoloji olarak egemen oluşu sayesinde sonsuz mutluluk çağına girmiştir’’ gibilerden bir şeyler yazınca, o da dayanamayıp ‘‘Tam tersine, başıboş ekonomilerin, düzensizliğin, yolsuzluğun, mafyaların, din ve mezhep kavgalarıyla etnik boğuşmaların yaygınlaştığı yeni bir Ortaçağ'a giriyoruz’’ diye yazmaktan kendini alamamıştı.

Yıllar önce, Hürriyet'in bu sütununda, Minc'in düşüncelerinden söz edilerek, ‘‘Yeni dünya düzenine uymak büyük marifet sayılmasın; çağdaşlık taslayalım derken Türkiye'yi Ortaçağ karanlıklığına sürükleyebilirsiniz’’ uyarıları yapıldığında her zamanki dinozorluk suçlamaları yeniden yükselmişti.

Tıpkı, daha da önce, Milliyet'teki ‘‘Açı’’ sütununda ‘‘Sovyet rejiminin yıkılışıyla geçen yüzyılın Panslavist ve Panortodoks Rus emperyalizmi yeniden canlanabilir’’ diye yazıldığında, Türkiye'nin çıkarları yerine tutundukları cephenin zaferini düşünenlerden gelen ideolojik suçlamalar gibi.

Keşke tarihin geri dönüşü gerçek bir Ortaçağ'a veya gerçek bir Ondokuzuncu Yüzyıl'a dönüşten ibaret olsa. O zaman, hiç olmazsa, okla mızraktan ve top tüfekten başka silahın olmayışıyla teselli bulabilirdiniz. Oysa, korkunç ölüm makinelerinin kullanıldığı bir Ortaçağ ve bir Ondokuzuncu Yüzyıl yaşanıyor.

Müslümanların katledildiği Bosna ve yüz binlerin göçe zorlandığı Kosova görüntüleri Ortaçağ başlarının Avrupa'sını andırıyor; ama, ölümden kaçanların peşinde Cermen akıncıların atlıları değil, Sırpların zırhlı arabaları var.

Şu günler, Osmanlı'nın Balkan toprakları için Avusturya-Macaristan'la Rusya arasındaki çekişmeleri ve İngiltere'nin o zamanki rolünü de akla getiriyor. Şimdi, Sırbistan'ın arkasında yine Rusya; ancak, bazı aktörler değişmiştir: Avusturya-Macaristan yerine Almanya, İngiltere yerine Amerika.

Ama, büyük değişiklik silahlarda. Daha korkunçları da sahneye sürülebilir.

Kimse, Kosova'da göç yollarına dökülen insanları 1877-78 ve 1912 Balkan bozgunlarını ve muhacirliğini yaşayan Osmanlılar'ın torunlarından daha iyi anlayamaz. Şimdiki televizyon görüntülerinin çok daha yürek burkucu olanları silik ve sararmış fotoğraflarla hálá tarih kitaplarımızdadır. O resimler, bugünkü görüntülerin bizi üzdüğü kadar vaktiyle Batılıları üzmüş müdür, bilmiyoruz. Herhalde, Mora ve Sırp isyanlarından başlayarak Rumeli'nin kaybına varan o olaylarda, doğup büyüdükleri topraklardan kovulan Türkler'in faciaları değil, Batı'nın ve Rusya'nın desteğiyle onlardan kurtulan Hıristiyanların sevinçleri öne çıkmıştır.

Dünkü Hürriyet'te Faruk Zabcı'nın Londra'dan, Metehan Demir'in Ankara'dan yazdıkları haberleri okuyunca geçen yüzyılda Türkler'e yaşatılanları düşünmeden edemiyor insan. Yabancı subaylar, ‘‘kara harekátına karar verilirse, dağlık arazide savaşma deneyimi olan Türk birliklerinden yararlanılabileceğini’’ söylüyorlarmış. Şu işe bakın: Önce Türkler'i Balkanlar'dan kovdurt; sonra, etnik kavgayı destekleyip Anadolu'nun çocuklarını dağlarda vuruşturarak ‘‘deneyim’’ edinmelerine yol aç, şimdi de etnik farklılıklar yüzünden kana bulanan Yugoslavya'da vaktiyle kovdurulan Türkler'in torunlarından medet um.

Tarihten utanmaksızın.



Yazarın Tüm Yazıları