İÇİŞLERİ Bakanlığı tarafından tüm illere gönderilen ve ‘Yargıtay, Danıştay Cumhuriyet Savcıları, Tetkik Hákimleri, Anayasa Mahkemesi raportörleri, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Sayıştay üyeleri ile daire başkanlarına yönelik olarak ceza tutanağı düzenlenmemesini ve sadece kimlik bilgilerini içeren tespit tutanağı düzenlenmesini’ isteyen genelgede milletvekilleri yokmuş.
TBMM Genel Sekreter Vekili Ali Osman Koca, trafik polisinin yargıçlar ve savcılara ‘ceza tutanağı dahi düzenleyememesine ilişkin haberler’ nedeniyle duyarlık göstererek ‘Milletvekillerinin o imtiyazı yok’ demeye getirmiş.
Acaba neden yok?
Milletvekilleri, bir trafik polisi tarafından durdurulduğu zaman hemen ‘Memur bey, hatalıysam cezamı ödemeye hazırım’ dediği için mi yoksa her milletvekili arabasının ön camında gördüğümüz ‘TBMM üyesidir’ yazılı plakanın meseleyi baştan çözmesi (!) yüzünden mi?
Kendisi için imtiyaz istemeyen milletvekili neden o plakayı koysun?
Ama yine de milletvekillerinin durumunun, yargıç ve savcılarla kıyaslanamayacağı kuşkusuzdur. Çünkü ‘suç işlese bile hakkında ceza tutanağı yazılmaması’ yargı mensuplarının görevlerine, kimliklerine, iddialarına kısaca savundukları ne kadar değer varsa hepsine aykırı bir ayrıcalıktır.
Nitekim bu ayrıcalık, örneğin trafik suçu işlemiş -diyelim zilzurna sarhoş halde araba kullanan ve başkalarının can güvenliğini tehlikeye atan- bir yargıç yahut savcı hakkında ‘şurada şu adam şu suçu işledi’ diye tutanak düzenlemeyi bile engelliyor.
Polis sadece olayı ‘tespit’le yetiniyor. Ama pratikte suçun yok sayılması emredilmiş oluyor. Çünkü polis görevinde ısrarlı olursa hakkında bir de Ceza Yasası’nın 228’inci maddesine göre 6 aydan 3 yıla kadar hapis gerektiren suçlamayla dava açılıyor.
Siz bu kadarı da fazla diyebilirsiniz.
Bizde asker, yargı, din adamı eleştiriye kapalıdır. Bunları yazdık diye o nedenle birilerinin hemen kızacağını biliyoruz. Ama içtenlikle söyleyelim:
Yargının saygınlığını hukuk devletinin temeli saydığımız için yazıyoruz. Aynı tür ayrıcalıklar başkalarını ne kadar yıpratıyorsa yargıyı da yıprattığını bildiğimiz için yazıyoruz. Bu uygulamanın dayanağı olan (bize kalırsa yanlış yorumlamayla bu sonucu yaratan) 2802 sayılı Hákimler ve Savcılar Yasası hükümlerinin düzeltilmesi için yazıyoruz.
Bakın bir örnek daha verelim:
Bu ayın 5’inde Resmi Gazete’de 5340 sayılı bir yasa yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Bunun Ek 10’uncu maddesine ‘Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkan ve üyeleri ile adli ve idari yargı hákim ve savcıları; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile özerk federasyonlar tarafından organize edilen sportif faaliyetlerde, bu kanunda öngörülen veya özerk federasyonlar bünyesinde bulunan kurullarda görev alabilirler’ diyen bir hüküm kondu.
Hep biliriz ki bu, o görevi alan yargıcı bir olayın ‘tarafı’ yapar. Taraf olmasına izin verilen yargıç adil olabilir ama inandırıcı olamaz.