Mezhep ve tarikatlar

"CUMA Sohbetleri"ne faks ve e-postayla gelen sorular içerisinde mezhep ve tarikatlarla ilgili olanları önemli bir yer tutuyor.

Daha önce de bu konulara değinmiş olmamıza rağmen, son gelen 10 sorunun tamamı yine mezhep ve tarikatlarla ilgili. Bugünkü yazımızda okurlarımızın bu yöndeki sorularına topluca bir cevap vermiş olacağız.

Arapça bir kelime olan "mezhep" lügatte, "gidilen, takip edilen, izlenen yol" anlamına gelmektedir. Terim olarak ise "Dini meselelerin özüne vakıf, dinde söz sahibi olan ve ’müçtehid’ denilen bir alimin; Kuran, sünnet gibi temel dini kaynaklardan hüküm çıkarma usulleri ve çıkarılan hükümlerin tümüne mezhep denir". Mezhep, İslam dininin siyasi, itikadi ve ameli sahalardaki düşünce sistemlerinin tümünü ifade eder.

* * *

"Tarikat"
da mezhep gibi lügatte "yol" manasına gelir. Ama metot ve ilgi alanı bakımından mezhep ile tarikat arasında bazı farklar vardır. Yukarıda verilen tariflerden de anlaşılacağı üzere mezhepler, İslam dininin siyasi, itikadi ve ameli konularını sistematize ederken, tarikatlar daha ziyade insanların ahlaki cepheleriyle ilgilenmişler, onları manen olgunlaştırmayı ve ahlaken tekamül ettirmeyi amaç edinmişlerdir.

Peygamberimiz hayatta iken Müslümanlar ihtilafa düştükleri bir konuyu Hz. Peygamber’in (S.A.S) hakemliğine başvurarak çözümlüyorlardı. Dolayısıyla o zaman Müslümanların fikir ve düşünce bazında bölünmeleri mümkün değildi.

Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve onu takip eden yıllarda meydana gelen bazı üzücü hadiseler ve bu olaylar üzerindeki yorumlarda Müslümanlar fikir ayrılığına düşmüşler, Kuran ve sünneti anlama ve tatbikte yeni ve farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Görüş, düşünce, anlayış, yorum ve tatbikatta başlayan bu farklılaşmada, bu olayların yanında, İslam’ın Arabistan sınırlarını aşarak İran, Ortadoğu, Kafkasya ve Anadolu gibi farklı inanç ve etnik kökene sahip insanların yaşadığı bölgelere yayılması sonucu Müslümanların buralarda yaşayan insanların inanç ve kültürlerinden etkilenmelerinin, yeni Müslüman olan insanların da eski inanç ve kültürlerinden tamamen kopmamalarının, onların bazı unsurlarını yeni akide ve ibadetlerine karıştırmalarının da önemli payı vardır.

Emevilerin biat usulünü kaldırarak saltanatı tesis etmeleri, Hz. Ali taraftarları ile ehl-i beyt mensuplarına zalimane davranışları ve ırkçı-kabileci tutumları da, özellikle siyasi mezheplerin zuhurunda etkili olmuştur.

Tarikatlar ise savaşlar, kıtlık, bulaşıcı hastalıklar gibi çeşitli nedenlerle bunalan insanların; daha çok Allah’a yönelme ihtiyacını duymuş olmalarından ve İslam’ın zühd ve takva anlayışını daha ileriye götürmek istemelerinden doğmuştur.

Savaş, katliam, zulüm ve bunların tabii sonucu olan kıtlık, bulaşıcı hastalık, riya, menfaatperestlik, dalkavukluk, maddeye ve dünyaya karşı ihtiras derecesine varan aşırı düşkünlükten nefret eden insanlar, bilgili ve erdemli saydıkları bir dini önder etrafında toplanmışlar, onun rehberliğinde daha çok dini bilgi öğrenme ve ibadet etme yolunu tutmuşlardır. Böylece her şeyh etrafında kümelenen insanlar, bir tarikatı oluşturmuşlardır.

Tarikatlar tarih içinde oldukça önemli ve verimli bir rol oynamıştır. Anadolu ve Balkanlar’da, Hindistan ve Malezya’da, Afrika’da dini ve manevi hayatın zenginlik kazanmasında, güzel sanatların himaye görmesinde, yeni toprakların fethinde ve İslamlaştırılmasında, güçlü insan unsurunun hazırlanmasında ve düşmana karşı direnen gücün oluşmasında tasavvuf ve tarikatların yapıcı rol oynadığı tarihen sabittir.

* * *

İslam áleminin gerilemeye yüz tuttuğu, bilim ve teknikte geri kaldığı taassup ve gerileme döneminin başgösterdiği bir dönemde cemiyetin her kurumu ve bireyi gibi, tarikatlar ve onların mensupları da nasiplerini almışlardır. Böylece tarih içindeki önemini ve güvenilirliğini de büyük ölçüde yitirmişlerdir.

İnsanoğlu düşünen bir varlıktır. İnsanlık var olduğu müddetçe fikirler sınırlandırılamaz ve düşünceler dondurulamaz. Bu nedenle Cenab-ı Hak, Müslümanları, sürekli olarak Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünneti üzerine eğilmeye ve káinatın sırları üzerinde düşünmeye çağırmaktadır. Bizzat yüce Allah tefekküre davet ettiğine göre, düşüncede ayrılığın olması, insan fıtratının tabii bir sonucudur.

Zaten insanoğlu yaratıldığından beri fikir ve düşünce ayrılıkları daima olmuştur ve olacaktır. Tefekkürün tabii bir sonucu olarak zuhur eden İslami mezhep ve tarikatların eyleme dönüşmeyen fikir farklılıklarını bu çerçevede değerlendirmek ve onları İslam düşüncesi ve kültürünün birer zenginliği, dinimizin fikir hürriyetine verdiği önemin delilleri olarak kabul etmek gerekir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Bir arkadaşım Allah’ın Hz. Peygamber’e ayrıcalıklı davrandığının, akrabalarını dahi kendisine helal kıldığının, Ahzab Suresi 50. ayette anlatıldığını söylüyor. Ne dersiniz?

Murat AYDAR

Ahzab Suresi 50. ayette Peygamberimize nikáhı helal kılınan yakınları amca kızı, hala kızı, dayı kızı, teyze kızı, diğer Müslümanlara da helal kılınmıştır. Peygamberimize özgü olmak üzere sadece mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikáhlamak istediği herhangi bir inanan kadın söz konusudur. Kaldı ki, geçen yazımızda da belirttiğimiz gibi Peygamberimizin çoğu yaşlı ve dul kadınlarla evlenmesinin hikmeti nefsini tatmin değil, kadınlar aracılığı ile dini yaymak ve insanları irşad etmektir. Nitekim, yine Ahzab Suresi 34. ayette Peygamberimizin eşlerine hitaben, "Siz evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmetini hatırlayın ve başkalarına da anlatın" buyurulmaktadır.

Peygamberimizin kaç çocuğu vardı?

Mesut BÜYÜKDURAN

Peygamberimizin Hz. Hatice’den Ümmügülsüm, Rukiye, Zeynep ve Fatıma adlarında dört kızı, Kasım ve Abdullah adlarında da iki erkek çocuğu olmak üzere 6 çocuğu, Mariye’den ise İbrahim adlı bir erkek çocuğu olmuştur.

Bir hadiste ipekten yapılmış giysi giymenin yasak olduğunu okudum. Ne dersiniz?

Ahmet ÖZKAN

Bazı hadis kaynaklarında ipekten mamul giysilerin israfa yol açtığı, gösteriş için giyildiği gerekçesiyle yasaklandığını görüyoruz. Ancak, bu konuda daha farklı rivayetler de vardır. Bunlardan çıkan sonuç, ipek giymenin mekruh olduğudur.
Yazarın Tüm Yazıları