Le Pen'in Fotğrafları

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Geçen hafta başında ilginç bir olay yaşadık. Bu olay Türk basını ile Fransız basını arasındaki farkı da çok açık biçimde ortaya koyuyordu.

Bunlardan hangisi doğrudur?

Ben sadece olayı aktarmakla kalacağım. Kararı siz verin.

FRANSIZ AJANS

Hürriyet Haber Ajansı muhabirleri, Ege'de bir yatta tatil yapan aşırı sağcı Fransız siyasetçi Le Pen'in yerini tespit ettiler.

Arkadaşlarımız başarılı bir gazetecilik olayı ile Le Pen'le konuşmayı başardılar.

Üstelik, yeni eşi ile birlikte çok güzel fotoğraflarını çektiler.

Anlayacağınız bir gazeteci için çok başarılı bir iş gerçekleşti.

Hürriyet bunu pazar günkü sayısında manşetten yayınladı.

Le Pen sadece Türkiye için değil, Avrupa için ve özellikle de Fransa için önemli bir politikacı.

Fransa iki yıldan beri Le Pen'i tartışıyor.

O nedenle hha muhabirlerinin yaptığı röportajın ve çektiği fotoğrafların Fransız gazete ve dergilerinin de ilgisini çekeceğini düşündük.

Dış pazarlamadaki arkadaşlarımız, bu röportaj ve fotoğrafları Fransa'nın çok ünlü bir haber ajansına teklif ettiler.

Kendilerinin iznini almadığım için, ajansın adını yayınlamıyorum.

Biz bu ajansın fotoğrafların üzerine atılacağını tahmin ediyorduk.

İlk konuşmayı yaptığımız kişiler, ‘‘Paris'e soralım'' dediler.

Ve Paris'ten hiç beklemediğimiz, hatta bizi çok şaşırtan bir cevap geldi.

Cevabı, kelimesini değiştirmeden yayınlıyorum:

O IRKÇIYI MI

‘‘Biz böyle ırkçı bir siyasetçinin reklamını yapmak istemeyiz.''

Kısaca fotoğrafları almayı reddettiler.

Buyrun size, gazetecilik etiği açısından çok önemli bir tartışma konusu...

Gazeteciler bazı siyasetçilere, ‘‘faşist, ırkçı, bölücü'' vs. gibi etiketler yapıştırıp, onlarla ilgili konulara adı konmamış ambargolar getirebilirler mi?

Demek ki Fransa'da bir ajansın yöneticileri böyle bir tercih kullanma hakkını kendilerinde görüyorlar.

Ben olsam ne yapardım? Bir saniye bile düşünmeden bu fotoğraları satın alırdım.

Ama bu benim tercihim. Benim gazetecilik anlayışım.

Dolayısıyla Fransız meslektaşlarımın tercihlerini asla yargılamak istemem.

Ne böyle bir hakkı kendimde görürüm, ne de kendi tercihimin doğru olduğunu iddia ederim.

Bu olay, Türk basınının ‘‘kendi gibi düşünmeyen'' parti ve kişilere karşı da ne kadar hoşgörülü davrandığını gösteriyor.

Türk basınının önde gelen ciddi gazeteleri, hiçbir parti ve siyasetçiye karşı böyle keyfi bir tercih kullanma yoluna gitmedi.

Refah Partisi ve Çiller, bugün ‘‘Bir kısım medya'' adını takarak küçültmeye çalıştığı gazetelerin birinci sayfalarından hiç inmedi.

Laikliği en dar tarifi ile savunan gazeteler bile, Erbakan'ı manşet yapmaktan kaçınmadılar.

Ayrıca Erbakan'ın bütün dış gezilerini kalabalık kadrolarla izlediler.

Akıllarından hiçbir zaman bu siyasetçilere karşı ambargo uygulama fikri geçmedi.

YENİ HALK TARİFİ

Son günlerde aydın geçinen bazı kişilerin yazılarını büyük bir şaşkınlıkla okuyorum.

Bu hükümeti, bir ‘‘askeri dayatma'' ürünü olarak sunmaya çalışan bu yazarlar, kendi kafalarından, yeni bir ‘‘Halk'' tarifi yapmaya başladılar.

Onlara göre, kimler olduğu hiçbir zaman gösterilmeyen bu ‘‘Halk'', yeni hükümete karşı.

Çünkü o ‘‘Halk'' demokrasi istiyor, dolayısıyla bu hükümete karşı.

Bu tarife göre, laik hayat tarzını savunan, yüzde 20'lik Refahyol istibdadına karşı ışık eylemleri yapan, statlarda slogan atan, konser salonlarında, meydanlarda Refahyol'a karşı modern hayat hudutlarını savunan insanlar ‘‘Halk'' kategorisine girmiyor.

O eylemleri yapanlar halktan sayılmıyor. Ama cami önlerinde sayıları hiçbir zaman üç-beş yüzü aşmayanlar ‘‘Halk'' sayılıyor.

Üstelik bazı ciddi sandığımız sosyologlar da bu hükümetin kuruluşunu ‘‘Geriye dönüş'', hem de insafsızca, ‘‘1950'lere dönüş'' olarak değerlendiriyorlar.

İLERİCİYE BAK

Biz bu tarifleri hiç anlamıyoruz.

İran'a, Libya'ya dönüş, Dördüncü Murat tarzı içki yasakları, ne idüğü belirsiz adil düzenler, kadın sesini afaroz eden zihniyetler, yalancılıklar, yolsuzluklar, karşılıklı ayıp örtmeye yönelik ittifaklar ‘‘2000'li yıllara gitmek''; laik, demokratik, modern hayat tarzını savunmak, Susurluk çeteleriyle mücadele, yolsuzluk ve yalana karşı çıkış 1950'lere dönüş sayılıyor.

Birisi çıkıp şu mantığı bize izah etse de anlasak.

Yazarın Tüm Yazıları