Kürtaj ve sezaryende “kısayol”

Günlerdir kürtaj ve sezaryen meselesiyle çalkalanıyoruz, malum.

Haberin Devamı

Bu alandaki çarpıklıkların giderilmesine yönelik birtakım önlemler alınacak, onu da net olarak anlamış bulunuyoruz. Kürtaj bir doğum kontrolü yöntemi olarak kullanılmayacak, sezaryene ise tıbben mecburi olmadığı durumlarda başvurulmayacak.
Hoş, kürtaj zaten hiçbir zaman bir doğum kontrol yöntemi olmadı kadınlar arasında. “Hamile kalsam da mühim değil, aldırırız gider canım ne var”, filmlerdeki hayali karakterlerin bile ağzından dökülebilecek cümleler değil... Söz konusu istenmeyen gebeliğe son vermek olduğunda vicdan muhasebesi yapmayacak, kalbi ağrımayacak kadın tanımıyorum.
İçinde bir başka insanın oluşmaya başladığını düşünmek ve buna son vermek, psikolojik ve kimi zaman fiziksel açıdan darmadağın geçen bir süreçtir, bunu yaşayanlar ve yaşayanlara şahit olanlar çok iyi bilir. Bunları düşünmek, hissetmek için “bebek aldırmış” olmak gerekmez, kadın olmak yeterlidir.
Bu duygulara bir erkeğin sahip olması pek mümkün değildir.
Kürtajı kanuna bağlamak, kadınların gül bahçesi içinde yaşamadığı bir ülkede, tecavüzcünün çocuğunu doğur da demektir.
Eğitim vermek yerine kanun koymak, “Ben sana kürtajı yasaklıyorum ama seni eğitmeyeceğim, cehaletin baki kalacak. Cinsel organına şiş soktuğunda, kendini yerden yere atıp bebeğini düşürme yöntemine gittiğinde bunun seni öldürebileceğini anlatmaya lüzum görmüyorum” demektir.
Hepsini geçtim, “Sen kendini bilmezsin, senin bedenini en iyi ben bilirim ama bunu sana anlatmak yerine ne yapacağını kanunla belirlerim” demektir...

Haberin Devamı

Önce “insan nesiller”

Gelelim sezaryene... Sezaryenin, neslimizi kurutmak için planlı yapılan sinsi entrikalar zincirinin bir halkası olduğu komplo teorisini bir yana bırakacak olursak, bu yöntemin Türkiye’de yaygınlıkla kullanılmasının sebebini bulmak için uzaklara bakmaya gerek yok.
Sezaryenin toplum içinde “Hem fiyatı iyi, hem de acı çekmeden doğum imkanı tanıyor, risksiz” gibi cümlelerle tanımlanıyor olması, birçok anne adayının bu yöntemi yanlış sebeplerle tercih etmesine neden oluyor.
“Kadının bebeği hangi yöntemle doğuracağı/doğurup doğurmayacağı ile ilgili kanunlaşma” tarafına doğru meyledince, ne yazık ki devlet, bu konuda bir kısayol seçmiş oluyor.
Kadınları, erkekleri ve aileleri eğitmek yerine, bu konuda kanun koyarak çıkmaz yola sapıyor. Zira cehaletin kol gezdiği yerde eğitimden geçmeyen hiçbir yolun ucunda ışık görünmüyor...
Bunun yanı sıra kanun koymak da, bu işi kanun dışı yöntemlerle yapanların artmasından başka bir işe yarayacak gibi görünmüyor.
Sağlık Bakanlığı, kürtajın bir doğum kontrol yöntemi olmadığı ve eğrisiyle, doğrusuyla sezaryenin anne adaylarına basit ve net anlatıldığı uzun soluklu bir “eğitim süreci” başlatabilir ve bunu Türkiye’nin dört bir yanına ulaştırabilirdi.
Madem uzun vadedeki çözümlerden bahsediyoruz, bu konudaki eğitimi okul sıralarına kadar indirebilirdi.
Kadınları “kanunla hizaya sokmaya” çalışmadan önce, cinsellik ve kadın-erkek bedeniyle ilgili derslerin ciddiyetini algılamış, gelecekte kendi bedeni ve ilişkileri konusunda doğru kararlar alma yetisine sahip bireyler yetiştirmek hedeflenseydi, buna karşı çıkan olur muydu? Kadın bedenini nesneleştirmemiş bireyler ancak böyle yetişir ya hani...
Hoş, hayatı “kadın namusu” üzerinden algılayan bir erkek kültürü içinde o da nasıl olacaksa...
Farklı din, dil ve kültür mozaiği olan bir ülkede, en önce “cehaletten kurtulmuş insan nesiller” yetiştirmeyi düşünmek lazım sanki...

Yazarın Tüm Yazıları