Küfleri eritip barut yaptılar

LOHANİZADE M.Nurettin Bey'in anlattıklarını özetle aktarıyorum:

"Şehri binlerce askerle kuşatmış olan düşman (Fransızlar), Antep'in teslim olmayacağını anlayınca şehrin her tarafındaki cami, ev, hastane, ne gördüyse hepsini bombardıman etmeye devam etti. Her geçen gün cephane ve erzakımız tükeniyordu. Bu ümitsizlik ve çaresizlik içinde (Şehir Komutanı) Özdemir Bey'den daha önce konuştuğumuz bir konuda emir aldım. Bir imalat-ı harbiye fabrikası kuracaktım.

Bu düşünceye birçok kişi hayretle bakıyor, hatta gülüyordu. Bunca imkánsızlık ve ateş altında cephane imalatını nasıl yapacaktık?

Düşman ateşinden uzak bir yer düşünüldü. Sonunda Sabun Hanı seçildi. Burası nispeten sağlam, beton ve fabrika kurmaya elverişliydi.

BOMBA, FİŞEK

Bir günlük emirle Yıldırım Taburu'nda bulunan ne kadar sanatkár varsa toplandı. Bunlar içinde Yıldırım Yusuf, Tevfik, Kara Ali, Hacı vb. ustalar vardı.

Her türlü vasıtadan mahrum olunduğu halde, bomba, fişek, kapsül imalatı az zamanda gerçekleşti ve 10 Aralık 1920'de resmi açılışı yapıldı.

Bu fabrika, silah tamirhanesi, baruthane, bomba dökümhanesi, demirhane, marangozhane ve araba tamirhanesi bölümlerinden oluşuyordu.

İkinci Kolordu'ya güvercinle bir mektup yollayarak ihtiyacımız olan kimyasal malzemeyi istedik.

Bu fabrikada fişeklerin kapsüllerini kendi icadımız olan makinede yapıyorduk.

Cafer Usta, asırlardır duvarlarda toplanan küfleri eritip birtakım eczalarla karıştırarak barut imal etmişti. Herkes mağaraların duvarlarından küf topluyordu. Toplanan her torbanın fiyatı çocuklara üç
'aferin', büyüklere bir 'Allah razı olsun'du.

800 KİŞİ

Fabrika nüfusu son zamanlarda sekiz yüz kişiye kadar çıktı. Vardiya ile gece gündüz çalışıyorlardı. İşçi ücreti birer avuç fıstıkla, arpa ve acıbadem çekirdeğinden yapılmış yirmi beş dirhem ekmekti.

İşçiler genellikle şehit çocuklarıydı. Özdemir Bey ne kadar şehit çocuğu, fakir, kimsesiz kadınlar, kızlar varsa hepsini fabrikaya aldı. Yiyeceklerini sağladı. Bunların okuyabilecek olanlarına fabrika içinde bir sanat okulu açtı. Beş erkek, iki kadın öğretmen getirterek boş zamanlarda okutup yazdırdı. Diğer zamanlar fişek yaptırdı."

GÖZ KAMAŞTIRICI

Antep İmalat-ı Harbiye Fabrikası, imkánsız diye bir şey kabul etmeyen, yaratıcı, çare bulucu, bağımsızlık ve bilgi áşığı Kuvayı Milliye ruhunun en çılgın, en göz kamaştırıcı örneklerinden biridir.

Bu ruh saban demirinden, pencere parmaklığından süngü, raydan, vagon dingilinden, hatta tahtadan top kaması yapan, telgraf hatlarını fincan denilen porselen nesneler olmadığı için çam kozalaklarını kullanarak hatları uzatıp haberleşmeyi sağlayan büyük ruhtur.

Bir altın kuşak

’ÇILGIN Türkler’ deyimini, şoven, ırkçı, uzlaşmaz, Avrupa karşıtı gibi kullananlar oluyor. Bu deyimin böyle kullanılması bütünüyle yanlıştır, temsil ettiği ruha karşı ciddi haksızlıktır.

Milli Mücadele'yi yapan o çılgın Türkler, yoksulluktan dolayı yılgınlığa kapılmamış, dilenci pazarlığı yapmamış, çaresizlik duygusuna düşmemiş, imkánsız diye cesaretini yitirmemiş, yurdunu canından aziz bilen, olağanüstü seven, namuslu, azimli, bilinçli, vakarlı, inançlı, yürekli insanlardı. Bunlar mücadelenin hiçbir aşamasında maceracılık, hayalcilik yapmadılar. Batı'nın bilimine, sanatına ve teknolojisine, yani güzel yüzüne karşı olmadılar. Onlar Batı'nın çirkin yüzüne, her çeşidiyle emperyalizme karşı geldiler.

Bu üstün özellikleriyle, sayısı 400.000 kişiyi aşan silahlı işgalcileri, çeşit çeşit aşağılık entrikaya, çığırtkana, ajana, gafile, teslimiyetçiye, işbirlikçiye, siyaset ve hukuk cambazına, lafazana, bencile, yalancıya, haine rağmen, sonunda yenip yurtlarını tertemiz ettiler.

Bu altın kuşağa haksızlık yapmayalım.

Şimdi iş merkezi

İşgal yıllarında, Gaziantep Kalesi’nin yan tarafında bulunan Millet Hanı’nın mahzeninde faaliyet gösteren İmalat-ı Harbiye, yıllar önce kapatılmış. Millet Hanı şu an yöreye has el işlerinin satışına yönelik iş merkezi olarak 4 yıl önce restore edildi.

Müzede sergileniyor

İmalat-ı Harbiye’de üretilen top ve mermilerin günümüze kadar ulaşan bir kısmı şu an, kentin Bey Mahallesi'nde Devlet Hastanesi'nin arkasındaki Gaziantep Hasan Süzer Etnoğrafya Müzesi’nde sergileniyor.

Bu sözleri söylediler

VELİAHT Abdülmecid Efendi, 2 Ocak 1921'de The Morning Post Gazetesi muhabirine der ki: "...Bizi kendi tarafınıza çekerek Türk halifesinin dini nüfuzunu imparatorluğunuz içinde sulh ve sükûn lehine kazanmakta menfaatiniz vardır."

Yani halifelik, nüfuzunu emperyalist İngiltere'nin hizmetine sunuyor ve bu yolla İngiliz dostluğunu kazanacağını ümit ediyor. Bu sırada Hindistan'da ve Mısır'da İngiltere aleyhinde hareket vardır. Kısacası halifeliği pazarlıyor.

(G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.18)

Yunan’a karşı gelen kafirdir

 Gerede isyancılarının öncülerinden Divitli Eşref Hoca da şöyle der:

"İngilizlere meydan okuyoruz. Bu en büyük küfürdür"


Delibaş'ın tellalları da Konya'da sokakları şöyle dolaşırlar:

"Kim milliyetçilerle birlikte Yunan'a karşı giderse şer'an káfirdir!"

DİYOR Kİ

Eğer devamlı sulh isteniyorsa, kitlelerin vaziyetlerini iyileştirecek milletlerarası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir. (1935)

Atatürk'ün bu sözleri bugün daha da derin bir anlam kazanıyor, insanlığı daha derinden uyarıyor. Günümüzün sorumsuz, bencil, ufuksuz, milletlerarası liderleri yanında büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor.
Yazarın Tüm Yazıları