Kraliçe ve ben

Dün olağanüstü bir kadınla tanıştım. Tanrı'nın gerçekten özel bir kuluyla. Kısa bir süre olsa da ona yakın olmanın, onunla konuşmanın keyfini çıkarttım.

Kendime gazeteci süsü verip, Ritz Carlton Oteli'ne giderken acayip heyecanlıydım. Yalan! Üçbuçuk atıyordum. Çünkü böyle bir şey her gün başıma gelmiyor, dünyanın en büyük sanatçılarından biriyle sürekli karşılaşılmıyor.

Milva o.

Kırmızı fırtına.

Bütün dünyada esmiş.

Bugün 63 yaşında, hala esiyor.

Ve bu akşam 7.'si düzenlenen Afif Jale Tiyatro Ödülleri'nde, bu şahane kadın bir konser veriyor.

***

Hiç kuşku yok ki, Milva, Gösteri Sanatları tarihine ismini altın harflerle yazdırmış biri.

Balıkçı bir babayla terzi bir annenin kızı olarak, İtalya'da minni minnacık bir kasabada (Goro) dünyaya geliyor. Allah vergisi muhteşem bir sesi var, kilise korolarında şarkılar okuyor, org çalıyor, 8 yaşında da piyanoya başlıyor.

17 yaşındayken ailesine destek olmak için lokallerde ve dans salonlarından şarkılar söylüyor.

Ama bir gün dünya çapında bir diva olabileceği aklında yok.

Hayallerini bile kurmuyor.

20 yaşındayken RAİ'nin düzenlediği Yeni Sesler yarışmasında 7600 kişi arasından birinci seçiliyor ve ilk albümü olan Milord'u dolduruyor.

O zaman mı Tanrı ona yürü ya kulum diyor?

Ih-ıh.

Evet, müzik eleştirmenleri onu yılın şarkıcısı seçiyor, San Remo Festivali'ne katılıyor, ödüller alıyor, kameraların karşısına geçiyor filmler çekiyor.

Ama sadece ünlü bir pop şarkıcısı o zamanlar.

Bugün 45 yıllık sahne hayatını anlatırken, dönüm noktası olarak Giorgio Strehler'la tanışmasını söylüyor. Popta kalsaydım çok silinip yok olmuştum diyor. Yani bu tanışma müzik kariyerinin yönü değişiyor. Ve Milano'nun meşhuuur Piccola Tiyatrosu'nda, Strehler'le uzun yıllar sürecek bir çalışmaya başlıyor. Brecht oyunlarıyla bütün dünyada nam salması da o dönemlere rastlıyor. 60'ların sonunda Ruzante adlı oyunuyla Avrupa turnesi çıkıyor ve ardından yine efsanevi bir isimle, Peter Weiss'la çalışmaya başlıyor. Bu arada Domenico Modungo gibi pek çok ünlü şarkıcıyla müzikallerde oynuyor ve aklınızın almayacağı kadar ödüller alıyor.

Kadın komple sanatçı.

Yüzden fazla turneye çıkıyor.

Platin plaklar, altın plaklar kazanıyor.

Zaten Bertold Brecht denince bugün dünyada akla Milva geliyor.

Şimdi kariyerinde mihenk taşı olana bütün oyunları, müzikalleri, albümleri buraya yazsam kafamı kırarsınız...

Ama şunu bilin titriyor insan onun karşısında.

Öyle bir saygı uyandırıyor.

Bir de nasıl hareketli ve neşeli, tam bir Akdenizli, bıcır bıcır sonsuza kadar konuşuyor.

80'lerde Peter Brook yönetiminde Astor Piazzola ile birlikte oynadığı El Tango ile ününe ün katıyor. 90'larda New York ve Tokyo gibi dünyanın çeşitli kentlerinde oynadığı Lulu da büyük başarılar kazanıyor. 2000 yılında Maria de Buenas Aires operetiyle Yılın Uluslararası En İyi Şarkıcısı ödülünü (Rainbow) kazanıyor. 2002'de aynı opereti yeniden turneye çıkarıyor.

Tüm bunlar olurken o 62 yaşında.

İnsan nefessiz kalıyor değil mi?

***

Bütün bunları yapabilecek enerjiyi nereden buluyorsunuz diye sorunca, ‘‘Genetik!’’ diyor. Annesi 91 yaşındaymış ve hala herkese laf yetiştirir haldeymiş. Sanırım güzelliğini ve diriliğini de annesine borçlu. Estetik, lifting, botox gibi şeyler ona tamamen yabancı. Aslen kestane olan kıpkırmızı saçları için sık sık kuaföre gidiyor, o kadar.

Hayatta en çok kendisine ve yaptığı işe inanıyor. Sanatın her alanıyla ilgili. Bir de çok meraklı biri. En büyük zevki, gençken sadece atlasta görebildiği ülkeleri şimdi tanımak, keşfetmek. Türkiye'ye ilk gelişi değil. Ama bir önceki sefer İstanbul'u fazla gezebilme fırsatı bulamamış, bu defa kızı tembih etmiş: Kariye Camii'ni görmeden gelme!

Japonya'ya 23 kere gitmiş mesela, Japonları tanıyor, ama bizim hakkımızda pek bir fikri yok, Türklerin kibirli insanlar olduğunu düşünürüm, kendilerini baska uygulatmayan kibirli bir ulus, öyle mi diye soruyor.

Ve bu kadın, bu diva, ulaştığı yere gelebilmek için özel hayatından vazgeçmiş.

Büyük aşklar, büyük depresyonlar yaşamış, diyor ki ‘‘İhtiraslar ve aşklar kendinle ilgili karar vermeni zorlaştırıyor. Tercih yapman gerekiyor...’’

30'larında ve 40'larında çok savrulmuş. Düzlüğe bir kadın ancak 50'sinden sonra çıkıyor diyor.

Aman Allahım kararlı ve güçlü bir kadın olmak için 50'mize mi gelmemiz gerekiyor?

Şimdi bir profesör sevgilisi var.

Adamın da müzikle zerre kadar alakası yok.

Bu beni çok güldürdü.

O da güldü, 40'ımda böyle bir şey mümkün değildi dedi, insanları oldukları gibi sevebilmeyi de yıllar içinde öğreniyorsun...

Son olarak pazar sabahları kahvaltı yaparken ne dinlediğini sordum, Schubert dedi, peki romantik bir akşam yemeğinde...

İtalyanlara özgü gürültülü bir kahakaha attı:

Bu yaştan sonra romantizme inanmıyorum ben.

Yediğime bakıyorum...
Yazarın Tüm Yazıları