Korkulu geleceği yenmek

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Göz göre göre yaratılan 19 Nisan kâbusu daha şimdiden insanları tedirgin etmeye başladı. Gün geçmiyor ki, basının bir köşesinde yahut televizyonların bir saatinde, seçimden çıkabilecek bir Fazilet-Doğruyol iktidarının doğuracağı bunalımlı tablodan söz edilmesin. Bu olasılık bir hayli yüksek göründüğü için, bugünkü Yılmaz-Ecevit-Cindoruk ortaklığı bile ‘‘ehven-i şer’’ sayılmakta ve seçim sonuçlarının hiç olmazsa böyle çıkması için dua edenler çoğalmaktadır.

O zaman da, ‘‘Peki, hiçbir şey değişmeyecekse, bu erken seçim niye?’’ sorusu yeniden akıllara takılıyor.

Ama, umutlar büsbütün tükenmiş değildir. ‘‘Merkez sağdaki ve merkez soldaki birleşme’’nin Türkiye'yi düze çıkarmasını bekleyenler hâlâ var. Dünkü Hürriyet'te Tufan Türenç, ‘‘başımıza bu belaların merkez sağ ve merkez soldaki parçalanmalardan geldiğini’’ belirtmekle birlikte, böylesine ‘‘iki yanlı birleşme’’yi olasılıklar arasında saymaktan da kendini alamıyordu.

Birleşmekten söz ederken merkez sağla merkez solun hep simetrik biçimde anılıyor olması ilginçtir.

Dil ve kalem alışkanlığı mı?

Tarafsızlık ve nesnellik kaygısı mı?

Yoksa, Amerika'da ve bazı Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, iki kutupta toparlanmış seçeneklerin daha sağlıklı bir siyasal ortam yaratacağı inancı mı?

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, birleşme konusunda Türkiye'deki sağ ile solun bir tutulması biraz tuhaf kaçıyor. Çünkü, sağın siyasal teraziye ağırlık koymak için birleşme özlemi çekmesine gerek yok: Hangi sağ parti, ister tek başına ister ortaklık biçiminde iktidarda bulunursa bulunsun, ülke yönetimine egemen olan aynı siyasal kimya kendiliğinden oluşmakta: Biraz ekonomik liberalizm, biraz şoven milliyetçilik, biraz dincilik ve biraz nimet paylaşımı. Siyasal yaşamın sağ kanadı hep var ve genel çizgisi hep belli.

Solda öyle mi?

Seksen türlü sol söz konusu: Atatürkçülüğü bayrak edinenlerden Atatürkçülüğe karşı olanlara, laiklikte Kemalizm'in kesin ilkesini benimseyenlerden tarikatlarla ilişki kuracak ölçüde yeni açılımlara gidenlere, özelleştirmeyi kaçınılmaz sayanlardan buna karşı mücadele verenlere, insan hakları ve Güneydoğu sorunlarında Batı'nın önerdiği çözümleri savunanlardan ulusal çareler peşinde koşanlara kadar.

Parlamento dışındaki çeşitli fraksiyonları ve siyasal gruplaşmaları bir yana bırakıp yalnız parlamentodaki ‘‘merkez sol’’ denen iki parti ele alındığı zaman bile, bu renk dağınıklığı ortadan kalkmıyor.

Böyle olunca, Baykal'ın hizipçilikten ve Ecevitler'in örgüt değiştirme tutkusundan vazgeçip bir mucizeyle sarmaş dolaş olmaları durumunda da pek bir şey değişmiş olmayacak. Asıl hastalık, cumhuriyeti devrimci niteliğiyle yaşatacak bir sol çizginin tutturulamamış olması.

Bu bakımdan, cumhuriyetin devrimci niteliğiyle ayakta kalması için geniş halk kesimlerince de benimsenecek tutarlı bir sol çizginin ortaya konması önem kazanıyor. Bu yapıldığı zaman, halkın zorlamasıyla birleşik sol gücün oluşması da kolaylaşacak.

Türkiye'nin geleceğine güvenle baktıracak sağlıklı birleşme de budur.













Yazarın Tüm Yazıları