Kişisel yazı

Sevgili günlük;
İki gün sonra, tastamam 35 yaşımı dolduruyorum.

Ve bil bakalım, doğum günümü sabah saatleri itibarıyla nasıl bir faaliyetle kutluyorum? Memleketin en bi’ maço Pavarotti’sinin şahsıma açtığı davanın ikinci celsesinde ifade vermek üzere Bağcılar Mahkemesi’nin yolunu tutuyorum; iyi mi... Nasıl program?..

Hani bu yıl ayın 13’ü cumaya da denk gelmiyor ama yine de "Kader kardeş, espri anlayışın buysa, ben bi’ cumaya kadar gidiyorum, dönücem" diyesim var.

Zaten bu aralar, ’pek Kafkaesque’ (!) bir tonda seyrediyor hayat benim cephede.

Geçenlerde gazeteye gelen bir başka mahkeme davetiyesinde, nüfus cüzdanımda üç isimli olmama rağmen, M. Ebru Çapa (M’nin açılımı senle benim aramızda kalsın mümkünse!) olarak değil, sadece Ebru Çapa olarak, üstelik de 1972 değil, 1976 doğumlu ve tanımadığım bir ana-babanın, bilmemnebey’den olma, bilmemn’anımdan doğma "OĞLU" Ebru Çapa olarak çağırılıyordum. (Ben şimdi bir Rauf Denktaş olsun, bir Kaya Çilingiroğlu olsun, nesiller boyu çocuklarına kendi isimlerini koyan tombiş egolu mümtaz şahsiyetlerden aldığım ilhamla ve bu hadisenin de gazıyla, heyecanla beklediğimiz oğlan yeğene Ebru ismini koymamızı önermez miyim?!.)

Bir süre mahkeme davetiyesine salak salak baktıktan sonra, bizim hukuk bürosuna telefon açıp "Benim şimdi bu davetiyeyi kaale almam gerekiyor mu?" diye sordum.

Gerekebilirmiş... Neden olmasınmış; olabilirmiş... Neticede o káğıdın doldurulduğu bilgisayarın başına oturan da insan evladıymış; hata yapabilirmiş...

Nitekim, hakikaten de eskiden kalma, sürmekte olan, beni bağlayan bir davaya ait çıktı davetiye. Üzerinde, mahkemeye gitmemem hálinde, uzlaşmaya yanaşmadığım kanaatine varılacağına dair ibare var bir de!

Sümme haşa, di mi ama günlükçüm... Hukukun karşısında boynumuz kıldan ince... Uzlaşmaktan öte, kendilerinin uygun gördüğü şekilde kimlik, hatta cinsiyet bile değiştiririz icap ederse. Hem hadiseye avantajlı yanından bakalım. Durduğum yerde dört yaş gençleştim. Üstelik yine olumlu tarafından düşünecek olursak, bu kimlik bunalımı, neticede memlekette esen hava açısından, son derece trendy bile sayılabilir...

Hani eski MİT eski Yurtdışı İstihbarat Daire Başkanı Nuri Gündeş’in, Can Dündar’ın NTV’de yayınlanan programı Neden’de, Alaattin Çakıcı’ya, "Şimdi dinliyorsa beni yanaklarından öperim, eğer devlete bir hizmeti varsa" şeklinde mucccuklarını göndermecesine kahraman vatanperver muamelesi çektiği; kimin hangi birimin istihbaratçısı ya da tetikçisi olduğunun belli olmadığı bir ülkede, bizim kimliğimize gölgesi düşen şuncacık rötuş, çift hörgüçlü devede kulak bile sayılmaz.

Bu aralar 35 yaşın yüzü suyu hürmetine, dönüp biraz kendime bakmayı ve imajımda (!) birkaç değişiklik yapmayı hedefliyordum zaten. Benim açımdan işleri kolaylaştıran bir gelişme oldu, ne yalan söyleyeyim...

İmaj meselesi şöyle: Verilmiş sözlerim var... Meselá, bundan teee üç-dört yıl evvel bir ara, Neyyire, benim üzerinden bufalo sürüsü geçmiş gibi görünen botlarıma, yırtık pırtık gömlek, tişört ve kotlarıma bakıp da içi karardıkça; "Ebru be, hadi sana şöyle birkaç etek, elbise filan alalım" diye takılmayı huy edinmişti... Ben de "Daha gencecikten serseri bir ruhum; ama bak 35’imde söz Neyyire’ciğim" diye durumu bertaraf etmeyi...

Bununla birlikte, Ayça’nın saçımı uzatmam konusundaki ısrarları abartılı bir safhaya vardı. Benim saçları çekiştire çekiştire kendisi uzatacak derecede... Üstelik buna neden bu denli takmış olduklarını anlayabilmiş değilim ama valide de utanmasa ve yüreği elverse "Bak analık hakkımı helál etmeyeceğim" tonundan çalacak neredeyse. Belki biraz saçları filan uzatırım diyordum. Madem kaderde "hanımefendi sanatçı bağğğyan" olmak var, 35 yaş esprisi bábında biraz da öyle takılmayı deneriz; nedir ki diye düşünüyordum...

Birkaç hobi mobi edinirim... RTÜK’ün, gelen şikáyetler nedeniyle kadın kuşağı programlarına sınırlama getirmesi üzerine kadınlar kendilerini hobi ve el işleri programlarına vermiş meselá... Bursa Tuhafiyeciler ve Benzerleri Odası Başkanı Nedim Özbalaban, orlon ve yünün yanı sıra örgü şişi satışlarında da patlama olduğunu açıklamış. Ne bileyim, örgü mörgü örerim... Diyordum... Ki...

Şu "bilmemkim oğlu Ebru Çapa" faslı, huzura geldi. Şimdi imajımı silbaştan sorguluyorum. Gidip saçları şöyle iyice bir kazıtır, mahkeme huzurunda efendi ve saygılı bir görünüm arz etmek için kıravat takar, málûm müşteki şahısla da artık iyi geçinir, ondan "çi küfte" sanatının inceliklerini öğrenip onunla birlikte poligonda birkaç el silah milah sıkarım belki.

Hayat şak emrediyor, bakınız tak yapıyorum. Biraz daha büyüyünce vatana hizmet aşkıyla kırmızı bültenle aranıp yakalandığında hapse girme şerefine nail olabilecek bir ağır abi filan olmayı planlıyorum. Bizim yanacıkların nesi eksik? Şöyle ekranlardan mekranlardan bir öpenimiz çıkar diye umuyorum.

Hadi iki gözüm günlükçüm. Bundan sonra n’apıyoruz? Delikanlı álemlerde kurt misáli akıyor, reytingimize reyting katıyoruz. Ne yapmıyoruz? Meselá ööö’le karı gibi gülmüyoruz.

Topla kendini, kırıtma, oranı buranı kırdırtma...

Meçhul malın reklamı

Vatan’ın TV ekinden, Senaryo Gerçek Oldu başlıklı bir küçük haber: "Yeşim Salkım ile İlker İnanoğlu, bir süredir ’Babam Çok Değişti Anne’ adlı bir sit-com çekiyordu. Dizide İnanoğlu ve Salkım, boşanmış bir karı-kocayı canlandırıyordu. Ancak proje ikili boşanınca rafa kalktı. Henüz bir kanalla anlaşamamış olan ikilinin çektikleri pilot bölümleri ne yapacakları ise merak konusu."

Şu "Zihinlere bilmem ne sorusunu düşürdü", "Merak konusu oldu" haberlerinde beni esas meraka düşüren hep; "Şu meraklı turşucu zihin kime ait be abi?" sorusu oluyor.

Hani hakikaten böyle bir sit-com söz konusuyduysa, o pilot bölümler de gerçekten çekildiyse, hiç merak etmediğimiz hálde yakında en azından geyiğinin önümüze düşeceğinden hani neredeyse adım gibi eminim.

Hatta el artırayım: Talip bir kanal çıkması hálinde, dizinin de -muhtemelen üçüncü bölümde yayından kaldırılmak üzere- önümüze "Ayrıldık ama seviyeli bir dostluğumuz, hatta dizi iyi reyting alırsa, sizin güzel hatrınız için bir ömürlük aşkımız var" tadında saadet manzaraları eşliğinde geleceğinden de eminim...

Haberi ilk okuduğumda, "Ne bu artık; fıkra mı?" demiştim; kafadan vazgeçtim. "Ve şimdi ve hep ama hep reklamlar" daha münasip düşer kanaatindeyim.
Yazarın Tüm Yazıları