Kargadaşlar iyidir…

Yıllar boyu… Birçok kargayla arkadaşlık ettim. Nereye gidersek gidelim benimle arkadaş olmaya hazır, birbiriyle akrabalıklarını reddetmeyen, yardım edeni unutmayan, sen göç ettiğinde seninle gelmese de, arkadaşlığını akrabalarına devreden kargadaşlarım oldu

Haberin Devamı

Babam avukat ve maden işletmecisiydi. Birincisiyle ailesine bakar, ikincisiyle hayallerinin peşinde koşardı. Hiçbir yerde birkaç yıldan fazla oturamazdık. Tam bir düzene alışmaya yakın, misal; güneyde bir yerde falanca kasabaya yakın filanca mevkiide filankes madeni bulduğunu müjdeler, analığım sessizce evini toparlamaya başlardı. Babamın her taşkın sevinci, yeni bir yer, yeni bir ev, yeni bir okul, yeni ezberler, kendini yeniden kanıtlamak zorunda olduğun ilişkiler ve elbette yeniden unutmak demekti.
Unutmak… Eski evi, mahalleyi, o okulu, sınıfı, o arkadaşları, benden başka herkese gülümsediğini sandığım şişe dibi gözlüklü kızı -ismini vermiyorum, onu edebiyat tarihçisi bulsun!-, her adımı ezberlenmiş okul yolunu. Küçük bir insana kendini güvende hissettirecek hemen tüm ezberlerini unutmak…
Zamanından evvel okula verilmiş, yeni gelen o ‘şehirli’ çocukla, küçük yerlerde genelde okula geç gönderilmiş çocukların arkadaşlığı zahmetlidir. Alışkanlıkları, tepkileri, beden dilleri, becerileri, şakaları, korkuları, beklentileri farklıdır. Ortak noktalar bulup kaynaşmaları kolay değildir. Sıkılgan ve arkadaş edinmekte zorlanan bir çocuktum. Durmadan değişen çevre şartları yüzünden değil sadece, biraz da hâlâ değişmeyen tabiatım yüzünden elbet. Aidiyet ve arkadaş yokluğu yaşayan her çocuk gibi kitaplara yakınlık duydum. Her tür çizgi roman, Doğan Kardeş dergisi –ki küçük yerlere ya hiç uğramaz ya geç gelir ya da hasbelkader eski sayılardan biri bulunurdu pırtılmış- ve tabii eksik çocukluğumuzun yoldaşı ansiklopediler… Sonraki yıllarda şaşarak fark ettim ki; birçok yaşdaşım da çocukluk ansiklopedilerinden bahsediyorlar heyecanla.

Haberin Devamı

HAVALANDIRMA VOLTASI GİBİ BİR ÇOCUKLUK

70’li yıllarda çok şehir, kasaba değiştirdik. Şimdi nasıl bilmiyorum ama avukatlık, o zamanlar kazandıran bir işti. Ne var ki; babam avukatlığa değil madenciliğe âşıktı. Kısmetli bir madenci de değildi galiba, ama tanıdığım en çalışkan adamdı. O yılların yol ve iklim koşulları nedeniyle çoğu zaman evine dönemez, madende ya da madene yakın bir köyde kalır, haber bile veremezdi gelemeyeceğini. Ömrü, yüreği ağzında, kulağı kapıda, gözü emanet bir çocukta geçen analığım, haklı olarak gergin ve mesafeli bir kadındı. Hayat ona çocuk yerine iki ayaklı, zor sorular soran, bakımı tatsız sinüzitli bir emanet vermişti. Sevgiyle idare deneyim gerektirdiği ve deneyimsiz olduğu için, ilişkimiz sıkıcı bir otorite üstüne kurulmuştu.
Çetin kış koşullarının azdırdığı sinüzit illetim nedeniyle, nadiren sokak izni alır, arkadaşlığa fırsat bulamadan yüzümü sarkıtarak eve dönerdim. Özet; ebeveynin görüş mesafesinde, vukuatsız, kabahatsiz, şiirsiz bir tür havalandırma voltası gibi bir çocukluk…
Ve bir sabah o çıkageldi. Babamın yokluğunun uzadığı bir dönemdi. Sinüzit, geceleri coşan bir illetti ve nefes alamadığım için uykusuzluk çekiyordum. Şimdiki bebelerin bilmediği yün yorganımın altından çıkıp, gözümü araladığımda buğulu pencere camının ardında siluetini gördüm.  Kafasını kendi içine çekmiş pırıl siyah bir kargaydı. Soba borusunun pencereye yakın biçimsiz tahliyesine yakın durarak ısınmaya çalışıyordu. Cama burnumu yaslayıp izlemeye başladım. Doğrusunu isterseniz öyle şiirli bir şey olmadı, o bana baktı ben ona… Yine de hayatımın en unutulmaz anlarından biriydi. İlk kez bir canlıyla –insan da dahil- bu denli uzun süre göz göze kalmıştım. Ateş kehribarı gibi yanan gözleri vardı ve hiçbir şeyden korkmayacak kadar üşümüştü. Anne kapıyı açıp yoklayana kadar öylece bakıştık. Okula giderken dışardan pencereme baktım, orada değildi. Okulda gün boyu ara ara kargayı düşündüm. Eve dönünce de gidip gelip pencereyi yokladım, gelmedi. Gece yatmadan bir dilim ekmek bıraktım pervaza, sabah onu orada bulmayı umarak… Rahat uyuduğumu da hatırlıyorum,  sinüzit ara verdiği için değil, aklım nefes almaktan ziyade kargada olduğu için muhtemelen. Sabah uyandığımda karga da yoktu, ekmek de. Karga bir daha gelmedi!

ALÄ° Ä°LE AYÅžE

Haberin Devamı

Zaten yazı da yersiz hüzünlü olmaya baÅŸladı. Niyetim çocukluÄŸuma ah vah etmek deÄŸil. Åžu; kehribar gözlü karganın ziyaretinden sonra kargalarla ilgili ele geçirdiÄŸim her ÅŸeyi okumaya baÅŸladım, kargalara önceleri ekmek, sonra imkânlara göre, ceviz, peynir gibi gıdalar bıraktım, baÅŸka baÅŸka ÅŸehirlerde, farklı evlerde, ezberi unutulmuÅŸ büyüklü küçüklü odaların pervazlarında. Yıllar boyu… Birçok kargayla arkadaÅŸlık ettim. Nereye gidersek gidelim benimle arkadaÅŸ olmaya hazır, birbiriyle akrabalıklarını reddetmeyen, yardım edeni unutmayan, sen göç ettiÄŸinde seninle gelmese de, arkadaÅŸlığını akrabalarına devreden kargadaÅŸlarım oldu.Â
Åžimdiki evimin aynalı bir terası var. Sabahları kısmetlerini almaya gelen iki de kargam. Ali ile AyÅŸe… Onlara kendi dilimde yakıştırdığım isimlerle seslenecek kadar kaba deÄŸilim elbet, fakat bazı tuhaf sesler taklit ederek iliÅŸki kurduÄŸum bir dilim var ve bu çabama olgunlukla yanıt veriyorlar. Kolay taşımaları için soyulup ikiye bölünmüş beÅŸ parça ceviz karşılığında zaman zaman biriktirdikleri parlak taÅŸları ve baÅŸka bazı renkli cisimleri terasıma bırakıyorlar hediye olarak… Ya da ne bileyim belki cisimleri cevizle takas niyetine de bırakıyor olabilirler. Önemli olan her gün gelmeleri ve ritüelimizi gerçekleÅŸtirmemiz… Â
La Fontaine’in de katkısıyla hakkı yenilen bir türdür kargalar. Zeki, becerikli, hatırşinas, kıymetbilir kargadaşlardır. Bilinenin aksine ekinlere zarar vermez,  200-300 yıl filan kazık çakmazlar dünyaya, ortalama ömürleri 15 yıldır. Klişeyi de gediğine koymadan olmaz; çoğu zaman insanlardan vefalıdırlar. Topluluklarına tutkuyla bağlı ve korumacılardır. Kinci oldukları söylenir. Kibirli  ve muhtemel kabahatli insanların kargadaşlara yönelik haksız ve yersiz bir ithamıdır. İnsanlar kendilerine zarar verenlere kızarlar ve bu onları kinci yapmaz ya, bu kargalar için de geçerlidir…
Bir de şu var: Kafka kimi eserlerini Kavka adıyla imzalamıştır. Çek dilinde ‘küçük karga’ anlamına gelir kavka… İşte böyle!  Bunları neden anlattığımı bilmiyorum. Belki de her şeyin bir nedeni olması gerekmiyordur…
Kışınız yaz olsun…

Yazarın Tüm Yazıları