İsviçre: Kurallı güzel

Eski bir daveti kabul edip hafta sonunda İsviçre’nin Leman Gölü kıyılarında hızlı bir tur yaptım.

Ünlü çikolatalarının tadına baktım, ekmeğimi fondü tenceresindeki peynire daldırdım, rakle peynirinin eriyen tadıyla kendimden geçtim. Tablo gibi manzaraların içinde dolaşıp İsviçre’nin keyfini çıkardım.

Bu, birkaç yıldan beri tekrarlanan bir davetti. Gençlik arkadaşım Erhan Key, gazeteciliği bıraktıktan sonra girdiği büyük bir uluslararası şirkette, merdivenleri üçer beşer tırmanıp, zirvedeki koltuklardan birine oturmuştu. Şimdi İsviçre’nin Lozan kentinde, şirketin İnsan Kaynakları bölümünün sorumluluğunu yürütüyordu. Erhan her fırsatta (mail veya telefonla) beni oraya davet eder, tahrik etmek için de, kavında iyi şarapların bulunduğunu belirtmeyi ihmal etmezdi.

Nereden nereye!.. Uzun yıllar önce Erhan Key’le işsiz günlerimizi paylaşmış, zor günleri kolaya çevirmek için, Kurbağalıdere’nin kıyısındaki kahvede olmayacak hayaller kurmuştuk. Erhan şimdi, dünyanın zengin ülkelerinden birinde yaşıyor, ben ise onun şaraplı, etli, peynirli, çikolatalı davetlerini bahaneler uydurup geri çeviriyordum.

Fas dönüşü, elektronik posta kutumdaki son daveti görünce, "fazla naz sevgili usandırır" dedim ve hafta sonu Zürih üstünden Cenevre’ye uçtum. Çeşitli mevsimlerde İsviçre’ye gitmiş, kimi zaman karlı Alp dağlarına, kimi zaman rengarenk çiçeklerle süslenmiş köylere, kimi zaman Zürih’in göl kıyısına hayran kalmıştım. İsviçre’ye ne zaman gitsem, kendimi bir tablonun içinde geziniyormuş gibi hissediyordum hep.

Erhan’la kucaklaşırken akşam geceye dönmek üzereydi. Gölü yalayıp gelen rüzgar, gecenin epey soğuk olacağını haber veriyordu. Erhan, "Lozan’a kadar dayanamazsın diye Cenevre’de bir restoranda yer ayırttım" dedi. Kentin ünlü restoranlarından biri olan "Lipp"te midye yiyecektik. İstanbul’da uzun süreden beri midyeyle ilişkimi kesmiştim. Halbuki midye dolması, midye tavası, kum midyesi ile yapılan makarna sevdiğim yemeklerin başında geliyordu. Bildiğiniz gibi midyeler denizin filtresidir. Pis suyu alır, temizler, denize geri verir. Boğazın, Marmara’nın çöplüğe dönmüş sularıyla oynaşan midyeleri yemeye cesaret edemiyordum. Onun için Erhan’ın midye yeme teklifine balıklama atladım.

İki tencere midyeyi, biraz konuşarak, biraz gülüşerek mideye indirip, Lozan’ın yolunu tuttuk. Erhan, kente 10 dakika uzaklıktaki bir köyde yaşıyordu. Biz oraya vardığımızda köy çoktan uyumuştu. Sokak lambaları soğuk sisi delip geçemediği için, etraftaki tarlaları, karlı ormanı, dalları hışırdayan ağaçları göremedim. Şöminenin çıtırtısını ninni niyetine dinleyip uyudum.

ERTESİ GÜN

Uyandığımda Erhan kahvaltılık için köy bakkalına(!) gitmişti. Giyinip yürüyüşe çıktım. Yol uçsuz bucaksız tarlaların arasından geçip, ormana doğru gidiyordu. Sisin arasından evlerin çatıları ve ağaçların üst dalları görünüyordu. Tarlalarda ne ekiliydi acaba? Karalahanaya benziyordu. Karalahananın ne işi vardı buralarda? Karadenizli değillerdi ki bunlar!.. İsviçreliler dolma sarmasını bilirler miydi acaba? Yoksa ineklere mi yediriyorlardı? Şu tarlaya buğday ekilecekti galiba. Odunları ne kadar düzgün istiflemişlerdi. Saman balyalarını bile naylonlara sarıp sarmalamışlardı. Doğada bile bir düzen vardı. Sıkıcı bir düzendi bu. İsviçre’de Akdenizli gibi sallapati yaşamak mümkün müydü acaba?

Kafamda sorular, karlı patikadan, ormanın derinliklerine doğru yürüdüm durdum. Bir saat sonra eve döndüğümde, yanaklarım al al olmuş, ciğerlerim oksijene doymuş, kulaklarım köyün sessizliğine şaşırmıştı. Bir saatlik yürüyüşten sonra masadaki jambonları, çeşit çeşit peynirleri, sosisleri ve kaba siyah ekmek dilimlerini hak ettiğimi düşünüyordum.

Kahvaltıdan sonra, önce yakınlardaki Bugy-Villar adlı bir köye gittik. Yamaçlar bağlarla kaplanmıştı. Bildiğim kadarı ile çoğu beyaz üzümdü. Ünlü ve eski Chasselas şarabının üretildiği üzümler miydi bunlar acaba? Yapraklar yeşillenmeye başlayınca, tepelerde kim bilir ne muhteşem görüntüler oluşacaktı. Köyün dar sokaklarından geçip, kapısında "Artisan Chocolatier" yazılı küçük bir dükkandan içeri girdik. El yapımı çikolatalar, masaların üstünde müşterilere sunulmuştu. Çikolata sanatçısı Tristan’ın açıklamaları eşliğinde neredeyse tüm çikolataların tadına baktım. Hepsi de çıldırtıcı bir lezzete sahipti. Güne damağımda çikolata tadıyla başlamak çok keyiflendirmişti beni.

Köyden çıkıp, Leman Gölü’nü kıyı kıyı izleyerek Lozan kentine vardık. Yokuşu bol bir kentti. Yürüyerek dolaşmaya kalkarsanız tık nefes olurdunuz. Onun için arabanın ön koltuğuna yaslanıp, rehberliği Erhan’a bıraktım. Açılış tarihi 1275’e dayanan Notre Dame Katedrali, 1674’te yeniden inşa edilen belediye binası, Rumine Sarayı... Tepeleri indik çıktık, sonunda Leman Gölü’nün kıyısındaki "Hotel Angleterre"nin önündeki kahvede mola verdik.

Tam karşımda, Türkiye’nin sınırlarının çizildiği Uşi Şatosu duruyordu. Aslında sisler altındaki Leman Gölü ve Lozan kenti, Türkiye tarihinde önemli roller üstlenmişti. Örneğin 30 Ocak 1923’te, Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan anlaşma sonunda bir sürü yaşam altüst olmuştu. Bu anlaşma ile Türkiye’deki Rumlarla, Yunanistan’daki Türkler karşılıklı olarak yer değiştirmişlerdi. 24 Temmuz 1923 tarihinde ise iki yüz metre ilerimdeki şatoda imzalanan antlaşma ile de bugünkü Türkiye şekillendirilmişti.

Peynirli krep ziyafetinden sonra, bir aşağı bir yukarı dolaşıp Lozan’ı bitirdik. Mağazalarıyla, şarküterileriyle, çiçekçileriyle insanı para harcamaya tahrik eden eli yüzü düzgün bir kentti. Karanlık basmadan köye dönüp, şöminenin çıtırtısında bir "İsviçre Gününü" bitirdik.

Son gün program yoğun olduğu için sabah erkenden yol çıktık. Yine Leman Gölü’nün kıyısını izleyerek gidiyorduk. Göle bakan yamaçlar göz alabildiğine bağlarla kaplanmıştı. Bildiğim kadarı ile bu bölgede şarapçılık 600 yıl öncesine kadar uzanıyordu. Bağların arasındaki küçük şaraphaneler, kurduğum hayallerdeki yapılara çok benzeşiyordu. Leman Gölü’nün güzelliği ise bir pus perdesinin gerisine gizlenmişti. Karşı kıyıdaki Fransız Alpleri’ni seçmekte zorlanıyordum.

ÖNCE VEVEY

Önce Vevey’i geçtik. Burası bir iş kentiydi. Uluslararası şirketlerin merkezleri çirkin ve büyük binalarıyla bu kente yayılmışlardı. Vevey’den sonra Montrö görüldü. Yüzünü göle dönmüş olan bu kent de, Türk tarihinin sayfalarında yerini almıştı. Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın statüleri bu kentte imzalanan antlaşma ile Türkiye lehine değiştirilmişti.

Montrö tüm dünyada caz festivali ile ünlenmişti. Bu yıl 40 yaşına basacak olan festival döneminde, kent bir bayram yerine dönüyordu. Montrö’nün göl boyunca uzanan sahil şeridine oteller sıralanmıştı. Çoğu eski ve şık otellerdi. Leman’a bakan küçük balkonları, romantik düşler üretmeye açıktı. Montrö’den ayrılırken bu kente bir daha (büyük olasılıkla caz festivali sırasında) gelmem gerektiğine karar verdim.

Sonra bir hızla Friburg Kantonu’nun güneyinde, Bern Alpleri’nin arasına sıkışmış olan peynir diyarı Gruyere’e gittik. Yani bildiğimiz Gravyer peynirinin doğum yerine. Burası bir tepenin zirvesinde küçük bir köydü. Büyükçe bir kapıdan geçilip köyün içine giriliyordu. Alanı kaplayan evlerin çoğu bugün ya otele ya da restorana dönüştürülmüştü. Kapıların üstündeki tarihler, köyün eskiliğini kanıtlıyordu: 1537, 1586, 1618...

Köy alanını geçtikten sonra, iç kapıyı geçip şatoya vardık. Şato 923’ten 1555 yılına kadar tam 19 konta hizmet etmişti. Şatonun son sahibi Kont I. Michel binanın onarımı, döşenmesi, çalışanların ücretlerinin ödenmesi için alınan borçları ödeyemeyince, çareyi kaçmakta bulmuş ve sürgünde ölmüştü.

Şatonun girişindeki eski bir lokantada günü lezzetlendirmek istedik. Önce peynir, sarmısak, şarap karışımı ile yapılan fondüye bol bol ekmek batırdık, ardından elektrikli özel ızgaranın yavaş yavaş erittiği rakleyi kalın dilimlere sürdük. Fondü yedikten sonra iki saat boyunca su içmek sakıncalı olduğu için, hararetimizi yörenin soğuk beyaz şaraplarıyla söndürdük.

Eve doğru dönerken, kar Alplerin zirvelerine beyaz örtülerini sermeye başlamıştı. İsviçre gezim, tam Erhan’ın dediği gibi gerçekleşmişti: Çikolata, şarap, şarküteri, fondü, rakle ve tablo benzeri manzaralar. Ertesi gün İstanbul’a dönerken damağım hálá lezzetlerle oynaşıyordu.
Yazarın Tüm Yazıları