İngiltere’den kaçış - 6

Kaldığımız yerden devam ediyoruz sevgili okur dostlarım. En son bin türlü iş çevirmeme rağmen, bir adım öteye ilerleyemediğimde kalmıştık. Yani hala İngiltere’de, o kâbus evde ve o kâbus okulda.

Haberin Devamı

Ama son yazımda da yazdığım gibi, yılmayacak ve başka çözümler arayacaktım. Hatta Figen’e bunların bazılarından bahsettiğimde gözleri faltaşı gibi açılmış;  “Yok artık, hakikaten bu kadar cesaretin var mı?” diye sormuştu şaşkınlıkla.

Vardı cesaretim elbette; 19 yaşında, âşık bir genç kızın her türlü şeye cesareti oluyor.

Figenle içimdekileri paylaşmamın üzerinden  on beş gün geçmişti ki, ara tatil geldi çattı. Ara tatil dediysem öyle sömestr usulü on beş gün falan değil, topu topu üç gün.

Tatil süresi bu kadar kısa olunca annem ve babam İstanbul’a gelmemi onaylamadılar ama telefonda geçirdiğim yapay sinir krizi sonucu okul arkadaşlarımla iki gün Paris’e gitmeme izin verdiler. Paris zaten Londra’nın burnunun dibi, trenle üç saat.

Hemen sevgilimi aradım ve planımı anlattım;  “Delisin” dedi. “Nasıl yani?”

Haberin Devamı

Daha sonra güya beraber Paris’e gideceğimiz arkadaşlarımı bir Türk lokantasına davet ettim; “Bendensiniz ama susmanız  ve planlarıma uymanız şartıyla...”

“Şimdi beni iyice dinleyin; cuma sabahı beraber yola çıkıyoruz. Beni evden alıyorsunuz ki Bayan Sayfa sizlerle beraber olduğumu görsün. Tren istasyonun orada sizlere birer öpücük kondurup, iyi tatiller dileyip ben kaçıyorum Heatrow Havaalanı’na.

Yerim merim her şeyim hazır, uçağıma biniyorum ve İstanbul’a gidiyorum. Merak etmeyin beni, sevgilim beni karşılayacak, halamı da oyunuma dâhil ettim, geceleri de onda kalacağım.

Gelelim pazar akşamına, sizin tren akşam yedide, benim uçak akşamüstü dörtte. Siz benden yaklaşık bir saat önce Londra’da oluyorsunuz. Bir buluşma noktası belirliyoruz, orada buluşup West Wickham’a doğru yola koyuluyoruz. Eee bir zahmet beni Bayan Sayfa’ya da teslim ediyorsunuz.”

Tabi bu yazdıklarımı bu şekilde söylemedim arkadaşlarıma, yalvardım yakardım,  gözyaşları döktüm de kandırdım.

Perşembe akşamı heyecandan uyuyamadım, içimde hem korku hem de büyük bir sevinç vardı. Tüm gece kendimi bakıma verdim, önce kızılın her tonunu barındıran punk saçlarımı düzeltmeliydim. Düzelttim, artık siyah saçlıydım.

Haberin Devamı

Şu on dokuz senelik kısa yaşamımda daha önce hiç bu kadar çirkin olmamıştım.

İngiltere’den kaçış - 6

Tam o sırada aklıma saçlarımın boyunu posunu da biraz düzeltmek geldi ama makas bu, kaydıkça kaydı, kaydıkça kaydı ve Mirelle Mathieu olmama az kalmıştı ki, durdum. Yine aynaya baktım, beni aldı bir öğürtü; bir perçem bu kadar mı yakışmaz birine!

Anında bakımı durdurmaya karar verdim, yoksa kendisini görebilmek için binbir dolap çevirdiğim sevgilim, beni havaalanından alırız almaz “İyi günler canım” diyerek halamın kapısına bırakacaktı.

Sabah plana uygun olarak arkadaşlarım geldi beni aldı. Onlar tren istasyonuna, ben  hooop Heatrow’a.

Uzun bir rötar sonrası da hop uçağa. 26 numaralı koltuğuma ulaşmak üzere çabalarken olan oldu işte. Duyduğum ses beni bitirdi; “Aaa Ayşe ne haber canım?”

Haberin Devamı

Bir baktım babamın en yakın arkadaşlarından Ahmet Abi, ben şok tabi ki. Tipimin bu kadar değişmesine rağmen adamın ben şıp diye tanıması da cabası.
“Selam Ahmet Abi”

“Selam tatlım, a ne tesadüf. Hayret daha iki üç saat önce babanla konuştum, yarın akşam aylık erkek yemeğimiz var. Hayret hiç bahsetmedi, Ayşe de bugün Londra’dan dönüyor demedi.”

Uçak boş olduğundan hostesten rica ettim, Ahmet Abi’nin yanına oturdum ve başladım ağlamaya ve anlatmaya. Adamı bir şekilde ikna etmek zorundaydım, yoksa bu bittiğimin resmiydi.

Bana kıyamamış olacak ki; “Tamam Ayşe, seni hiç görmedim ama bu davranışını onayladığım anlamına da gelmiyor. Bir şartım var; dönene kadar beni sık sık arayacak ve rapor vereceksin, ayrıca halanı arayıp onunla da konuşacağım anlaştık mı?”

Haberin Devamı

Anlaşmıştık tabi, korku ve stresim gitsin diye içtiğim üç bloody Marry sonucu bayılan ben, Ahmet Abi’nin; “Uyan kızım,  indik” demesiyle kendime geldim.
Kalbim 140 civarlarında atıyordu. Aşkıma kavuşmama çok az kalmıştı. Bavulumu beklemeye başladım, bekledim bekledim bekledim, bavulumu göremedim. Elim ayağım birbirine dolandı, hemen kayıp bürosuna koştum, koştum ama bunları yaparken aradan tam iki saat geçti.

Acaba  sevgilim bak gelmedi diye beklemekten sıkılıp gitmiş miydi? Bavulum nasıl olmuş da Paris uçağına verilmişti? Salaklığımdan Allah bilir belki de ben vermiştim.

“Bizi yarın arayın, bavulunuzu bulursak istediğiniz adrese yollarız dediler.”

Haberin Devamı

Hay salak Ayşe, kaldım mı ortada kılıksız kıyafetsiz.

Adres olarak da adamlara nereyi verecektim? Anamın ev adresini değil herhalde, tabi ki Bayan Sayfa’nın ev adresini…

O da olmazdı ki, kadın bensiz bavulu görünce ne düşünecekti; annemle babamla telefon muhabbetine bayılan Bayan Sayfa direk onları arayacaktı tabi.

İşte o an ampullerim yandı, ya hu bizim grup zaten Paris’te değil miydi; arar kaldıkları otelin adresini alır, oraya yollatırdım.

Allah’tan aklıma gelmişti. Bavul olayına çözüm getirmemin verdiği rahatlamayla biraz yatıştım ve başladım havalimanın çıkış kapısına doğru koşmaya.

Koştum koştum ve küt diye adamın birine resmen bodoslama girdim; “Ay pardon” derken bir baktım ki doğru adama girmişim, adam benim sevgilim.

İşte o an koyuverdim kendimi; nasıl ağlamak ama nasıl, kokusunu bile özlemiştim. Uzun bir süre sarılı kaldık, baktım o da ağlıyor, aşk bu be diye geçirdim içimden, iyi ki gelmişim iyi ki.

Not: Son bölüm, İngiltere’den Kaçış-7 bu hafta. Artık bağlıyoruz. “Ay bitmesin” demeyin, bende hepinizin ağzını açık bırakacak çok anı var daha, sırf İngiltere değil. Biraz da onlara takılalım ama değil mi canım okur dostlarım?
 

 

Yazarın Tüm Yazıları