Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Koruyucu melek olmaktan beni kim koruyacak?

Soğuk bir kış gecesiydi. Zar zor ısıttığım yatağımda tam dalmıştım ki, ak sakallı derviş yine rüyama girdi.

‘‘Kalk bakalım, iş çıktı.’’

‘‘Gecenin bu saatinde iş mi olurmuş!..’’

‘‘Koruyucu melekliğin saati yoktur!’’

‘‘Bir başka melek bulun, benim yarın sabahın köründe gazetede olmam gerek.’’

‘‘Başka meleklerin hepsi şu anda işte. Yukarıdaki bilgisiyarlar bir tek senin boşta olduğunu gösterdi. Haa, bir de Adana'da nöbetçi bir koruyucu meleğimiz var. Ama o gelene kadar herif atlar.’’

‘‘Hangi herif?’’

‘‘Boğaz Köprüsü'nün parmaklığına tırmanan herif.’’

‘‘Bu herifler ne halt etmeye gecenin köründe intihar ederler? Gündüz torbaya mı girdi!’’

diye söylene homurdana uyanıp giyindim. Tıfıl bir delikanlı köprünün parmaklıklarına yapışmış, ıslak it gibi titriyordu. Beni görünce,

‘‘Yaklaşma, atlarım’’ dedi.

‘‘Niye atlayacaksın?’’

‘‘Üniversite bitirme sınavında yine çaktım. Zaten, ben atlamasam babam beni öldürecek!’’

‘‘Bunun için atlanır mı enayi, sınava yine girersin.’’

‘‘Artık giremem, bu son hakkımdı. Babam beni paralayacak!..’’

‘‘Senin haberin yok, af çıkıyor. Size bir sınav hakkı daha geliyor.’’

‘‘Sen beni kandırıyorsun.’’

‘‘Ben gazeteciyim oğlum, böyle şeyleri bilirim. Sen bir hafta daha bekle... Söz veriyorum, af çıkmazsa seni köprüye kendi arabamla getireceğim.’’

*

Aradan daha bir hafta geçmeden YÖK affı çıkınca, en çok ben şaşırdım. Ama Tayfun, yine dalga geçiyor ders çalışmıyordu. Sinema, bar ve maç sektirmiyor, boş zamanlarında da uyuyordu. Herifi toparlayıp bizim eve kapattım. Tam üç tane hoca tuttum. Hatta biri doçentti. Haşmetli bir odun bulup yatağının başucuna astım.

‘‘Eğer yine çakarsan, seni bu odunla öyle bir döveceğim ki, babanın dayağı yanında kaymaklı ekmek kadayıfı gibi kalacak!’’

dedim. Yutturamadığı bir iki hastalık numarası ve yarım kalan pencereden kaçma teşebbüslerinden sonra Tayfun çaresiz kalıp üniversiteyi bitirdi.

*

Aradan birkaç yıl geçti. Ben, herifin koruyucu melekliğinden canımı kurtardığıma iyice inanmıştım. Bir sabaha karşı telefon çaldı ve susmak bilmedi. Küfür kıyamet kalktım. Ak sakallı derviş arıyordu.

‘‘O rüya senin, bu rüya benim koşuşturmaktan helak oldum. Sen de yaşından başından utanmadan ayıpçı rüyalar görüyordun. Utanıp araya giremedim. Onun için telefon ediyorum. Seninki yine köprüde.’’

*

‘‘Tayfun'cuğum, benim arslan evladım... Haydi, in o parmaklıkların üstünden de gel yanıma.’’

‘‘Hayır, gelmeyeceğim işte!.. Ceyda'sız yaşamak artık bana haram!’’

‘‘Ceyda da kim?’’

‘‘Nişanlım... Ama beni terk etti! Ben atlıyorum hakkını helal et!’’

‘‘Dur lan hıyar!.. Dur benim yakışıklılar yakışıklısı oğlum. Sana kız mı bulunmaz!..’’

‘‘Hayır, başkasını istemiyorum. Ben Ceyda'yı istiyorum!..’’

‘‘Seni niye terk etti?..’’

‘‘Beni başka bir kadınla görmüş.’’

‘‘Görmüş de ne olmuş, ona kadının akraban olduğunu filan söyleriz olur biter.’’

‘‘Ben de öyle söyledim, ama büsbütün köpürdü. Bana sapık dedi!..’’

‘‘Niye?’’

‘‘Çünkü, kadınla beni öpüşürken görmüş.’’

‘‘Madem nişanlına aşıktın, ne halt etmeye başka kadınlarla fingirdeşiyorsun lan!..’’

‘‘Aşk başka, iş başka abicim. O kadın patronun kız kardeşiydi. Beni şirkette müdür yaptıracaktı.’’

‘‘Tüh Allah cezanı versin!..’’

‘‘Verdi işte abicim, elveda!..’’

‘‘Dur lan dur!.. Demokrasilerde ve aşkta çare tükenmez oğlum. Sen işi bana bırak, eğer bir hafta içinde Ceyda sana dönmezse söz veriyorum, buraya gelip beraber atlarız.’’

‘‘Sahi, döner mi dersin abi?’’

‘‘Hem de göbek atarak. Sen şimdi bana biraz Ceyda'nın huyundan suyundan söz et.’’

*

Bu koruyucu meleklik ne zor işmiş? İyilik uğruna kaderde pezoluk bile yapmak varmış. Ceyda'ya Tayfun'un ağzından yazdığım aşk mektuplarında bütün rezillikleri yaptım. ‘‘Böğrüme saplanmış bir bıçakla sana hep gülümseyeceğim... Dudaklarım değil, ağzımdaki kan goncası sana gülümseyecek!..’’ diye İspanyol şiirlerinden apartma dizeler mi istersiniz... Yoksa, ‘‘Gözyaşımı bu mektuba pul diye yazdım!..’’ diyerek Aşık Veysel'den aşırma mısralar mı?.. Tabii, mektubun o kısmını da hafif ıslatıp mürekkebi dağıtmayı ihmal etmeyerek!..

Dekorasyon dergilerinden göl kenarında yeşil panjurlu şirin ev resimleri kesip, yanına can alıcı sevimlilikte güzel bebek resimleri katıp mektupların içine koydum. Ama en çok her gün yolladığım deste deste Bakara gülleri ve 5 yıldızlı otellerin pastanelerinden alınmış kilo kilo Madlen çikolatalar belimi büktü. Tayfun, birçok taze üniversite mezunu gibi maaşa talim eden zil bir herif olduğu için bütün masraflar benden çıkıyordu.

Herif bir ara,

‘‘Çikolata yerine kokoreç göndersek olmaz mı abicim? Ceyda kokoreçe bayılır. Aradaki farkı bana ver de Fener'in maçına gideyim.’’

deyince, az kaldı bütün emeklerim boşa gidecekti. Kafasına geçirmek üzere kaldırdığım sandalyeye oturup sakinleşmek için bir sigara yaktım. Sonunda Tayfun'a bir de makyaj yaptım. Suratını sarıya, göz altlarını ve avurtlarını mora boyadım. Eline kırmızı lekeli bir mendil tutuşturup veremli bir yerli film jönü gibi öksürte tıksırta Ceyda'nın evinin önünde volta attırdım. Uğruna verem olmuş bir delikanlıya ve onca çiçeğe ve de en önemlisi onca çikolataya hangi genç kız kalbi dayanabilirdi ki... Sonunda barıştılar, ben de çiçek ve çikolata parası yetiştirmek için sadece iki aylık avans çekerek paçayı kurtardım.

*

Kurtarıcı melek olmak canıma tak etmişti. Derviş yine rüyama girer diye doğru dürüst uyuyamıyordum. Hatta, telefonlara bile çıkmaz olmuştum. Ama işlerini yoluna koymuş olmalı ki, Tayfun'dan o pazar gecesine kadar bir yıl ses çıkmadı. O gece yarısı son haberleri izlerken Tayfun televizyonda göründü. Yine Boğaz Köprüsü'nün parmaklıklarına çıkmıştı. Etrafına toplanmış 2 polisle birkaç şoför herife yalvarıp duruyorlardı. Televizyon kanalı da belki atlar umuduyla sahneyi canlı ve naklen gösteriyordu. Çarpılmayacağımı bilsem ak sakallı dervişin yedi sülalesine döşeneceğim, ama sadece homurdanarak giyindim.

*

‘‘Bu sefer ne halt ettin lan?’’

‘‘Bu işi ancak ölüm temizler. Elveda abii!’’

‘‘Dur oğlum, bugüne kadar her derdine çare bulmadık mı? Bunun da bir çaresini buluruz elbet.’’

‘‘Bunun çaresi 10 milyar lira... O kadar parayı hiçbir yerden bulamam. Babam utancından ölür, Ceyda da beni boşar. Bırak namusumu temizleyeyim abi.’’

‘‘10 milyarı ne yapacaksın?’’

‘‘Şirketin kasasına geri koyacağım.’’

‘‘Tüh rezil herif!.. Şirketin parasını mı çaldın?’’

‘‘Çalmadım, bir gecelik ödünç aldım. Yarın sabah yerine koyacaktım. Ben de yolumu bulacaktım ama kağıt gelmedi abii.’’

‘‘Üç kuruşluk aklınla kumar mı oynadın?’’

‘‘Öyle deme abii... Pokerde üstüme yoktur, ama bütün gece elime bir kerecik ful geldi, onda da rest verdim.’’

Ensesine bir şaplak çekip Tayfun'u alkışlar arasında köprü korkuluğundan indirdim. Sabaha karşı bir banka müdürü arkadaşımı yatağından kaldırdım. Evimi ipotek etmek şartıyla ve yüzde 125 faizle 10 milyar kredi alıp şirketin kasasına koyduk.

*

O günden sonra, her gece içkiler, uyku ilaçları içip erkenden uyudum. Ak sakallı dervişin rüyama girmesini hasretle bekliyordum. Derviş de beni fazla bekletmedi. Bir hafta sonra rüyamda göründü. Konuşmasına fırsat vermeden sordum:

‘‘Yine Tayfun mu?’’

‘‘Evet.’’

‘‘Boğaz Köprüsü değil mi?’’

‘‘Evet.’’

Zıplayıp kalktım, insanın ciğerine işleyen bir ayaz vardı. Ama bir koruyucu meleğe böyle havalar vız gelirdi. Arabamı Tayfun'un çıktığı korkuluğun hizasında durdurdum. Ortalıkta bir Allah'ın kulu görünmüyordu. Tayfun, iki gözü iki çeşme inledi.

‘‘Bu sefer, beni sen bile kurtaramazsın abii!.. Ben artık öldüm!..’’

‘‘Çok haklısın!..’’

deyip Tayfun'u aşağıya ittim.

Yazarın Tüm Yazıları