Hünkárbeğendi yapamayana aşçı denmez

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Hanım’ın, eskiden yaşadığı Dışişleri Konutu’nun aşçısını eleştirirken "Sadece hünkárbeğendi yapmayı biliyordu" dediği daha önce dikkatimden kaçmış.

Dün Hürriyet’te Şükrü Küçükşahin’in haberini okuyunca öğrendim.

Bir "amatör aşçı" ve yemek konularına meraklı birisi olarak söylemeliyim ki, Türk mutfağında iyi bir pirinç pilavı ve iyi bir hünkárbeğendi pişiremeyene, kimse aşçı demez!

Daha da ileri gidebilirim, eğer bir aşçı, hünkárbeğendiyi hakkıyla pişirebiliyorsa, geri kalan bütün yemekleri de yapabilir, siz de oturur parmaklarınızı yersiniz!

Hünkárbeğendi karmaşık bir yemektir. Etini hazırlarken kurutmadan kavurmalı, dağılmayacak ama yumuşak olacak kadar da pişirmelisiniz. En zor kısmı ise "beğendi"nin hazırlanmasıdır.

Meyaneyi tereyağıyla, ununu karartmadan ama un kokusunu da kaybedecek kadar kavurmalısınız. Sütünü eklerken beşamelin topaklanmamasını sağlamalısınız. Patlıcanları köz ateşinde pişirip, kabuklarını öyle soymalısınız. Belli belirsiz bir köz kokusu, bu yemeğe ayrı bir lezzet verir. Patlıcan suyunu kaybetmemiş olmalı. Patlıcanları soğutmadan, küçük parçalar halinde kesip, beşamelin içinde lifleri dağılana ve sos ile özleşene kadar karıştırarak pişirmelisiniz. Patates püresi kadar kıvamlı olmasına çaba göstermelisiniz.

Servisi ise ayrı bir ustalık ister. Beğendinin üzerine eti koyup tabağı masaya sürmek marifet değildir. Etin tencerede kalan suyunu üzerinde gezdirmeli, hafifçe közlediğiniz biber ve domatesler ile (kabuklarının soyulması gerektiğini söylememe gerek yok sanırım) süsleyip, öyle servis etmelisiniz.

Sonuç olarak şunu söylemem gerekir ki hünkárbeğendi, Türk mutfağının en rafine yemeklerinden biridir. Kentli bir yemektir, kırda, köyde pişirmesi kolay değildir!

Çocuk kral, partinin başında

PAKİSTAN’da suikasta kurban giden Benazir Butto’nun partisi, başkanlık görevine oğlu Bilavel Zerdari’yi getirdi. Bilavel’in babası, Benazir’in kocası (kayınbiraderini öldürtmekle suçlanmıştı, hatırlayacaksınız) Asıf Ali de "eşbaşkanlık" görevine layık görüldü.

Çocuk yaşta krallık tahtına oturanlara, bir de naip atanması gibi bir durum yani. Çünkü Bilavel 19 yaşında.

Bilavel ilk demecinde, "Pakistan’a demokrasiyi getireceğini" söylemeyi de ihmal etmemiş.

Pakistan Halk Partisi, Zülfikar Ali Butto tarafından kurulmuştu. İdam edildikten sonra yerine kızı geçti, şimdi de torunu!

Torununun da aynı kaderi paylaşmamasını diliyorum ama böyle aile şirketi gibi bir partinin, Pakistan’a nasıl olup da demokrasiyi getirebileceğini aklım pek almıyor.

Kendi içinde demokrat olamayan, liderlik kadrosu hanedanın en büyük mirasçısına geçen bir partiden söz ediyoruz çünkü.

Ortadoğu’da ve Orta Asya’da nüfuslarının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin çoğunda böyle bir "demokratik gelenek" var.

Ve bu gelenek ne yazık ki o ülkelerin halkları için bugüne kadar iyi bir sonuç da doğurabilmiş değil.

Bu tabloya bakınca, Türkiye’nin demokrasi deneyiminin bu bölge için ne kadar eşsiz olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor.

Hiç kuşku yok ki bizim de alacağımız daha çok uzun bir yol var. Ama hiç olmazsa burada partiler bir aile şirketi değil ve liderlik babadan oğla geçmiyor!

Bu kalp seni unutur mu?

FİKRET Kızılok öldüğünde Milliyet’te onun için bir yazı yazmış ve çok sevdiğim bir şarkısından söz etmiştim.

Hangi ruh durumunda olursam olayım, dinlerken bambaşka bir evrene beni taşıyan bir şarkıydı bu.

"Yıllar geçse de üstünden / Bu kalp seni unutur mu / Kader gibi istemeden / Bu kalp seni unutur mu / Bir hasretlik yüzün vardı / İçimde bir hüzün vardı / Söyleyecek sözüm vardı / Bu kalp seni unutur mu?"

O yazımda bu şarkının Fikret Kızılok’a ait olduğunu yazmıştım.

Şimdi yılın ilk gününde bu hatamı biraz gecikerek de olsa düzeltmek istiyorum. Bu vesileyle Fikret Kızılok’u da rahmetle anmış olayım.

Şarkının bestecisi Özkan Samioğlu. Şarkı ilk kez 1990 yılında bestecinin kardeşi Sibel Sezal tarafından seslendirilmişti.

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın, Áşık Veysel için yayımlanan bir anı kitabına yazdığı bir şiir bestelenmişti. Áşık Veysel’in "dostlar beni hatırlasın" dizelerine bir yanıt niteliğindeydi. Oğuzcan, "Dostlar seni unutur mu" diyordu.

Sözler daha sonra Fikret Kızılok tarafından bugün bildiğimiz şekilde yeniden yazıldı.

Bu eski öyküyü şimdi neden anlatıyorsun diye merak ediyorsanız, söyleyeyim.

Kalbinizin gerçek sahibine verecek bir hediye arıyorsanız kulağına bu şarkıyı mırıldanın:

"Bambaşka bir halin vardı / Fark etmeden beni sardı / Benliğimi benden aldı / Bu kalp seni unutur mu?"
Yazarın Tüm Yazıları