Hayat damarlarını koparmayın

GEÇTİĞİMİZ hafta Dünya Tiyatro Günü kutlandı. Peki haberiniz oldu mu? Olmaması çok normal. Sadece sizin değil, birçok kişinin de olmadı zaten. Çünkü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün, tiyatroyla ilgili çok sayıda derneğin, vakfın, bir sürü özel tiyatronun, daha da ötesi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın merkezinin bulunduğu Başkent Ankara’da, Dünya Tiyatro Günü’yle ilgili hiçbir etkinlik yapılmadı.

Bir zamanlar Ankara, operası, senfonisi, konservatuarı ve tiyatrolarıyla tam anlamıyla sanatta kalitenin yaşandığı bir kentti. Sadece siyasetin merkezi değil, aynı zamanda kültürün de başkentiydi. Ancak Ankara sosyal yaşantısındaki çöküş, en fazla kültürel ve sosyal aktiviteleri vurdu. Ankara’nın Kültür Başkenti tanımı eskilerde kaldı. Kültürel ruh yok oldu. Şehri çalkalayacak, harekete geçirecek etkinliklerin yapılabileceği, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü gibi özel günler bile görmezden gelinmeye başlandı. Böyle bir günde, insanların tiyatroya olan ilgilerinin artırılabileceği aktiviteler yapılmasını beklemekten daha doğal bir istek olamaz herhalde. Zaten siyasi gündem nedeniyle sürekli geriliyoruz. Halkın motivasyona en çok ihtiyaç duyduğu böyle bir zamanda, sanatçılar sokaklarda sahne kostümleriyle yürüyüşler yapsa, her tiyatronun önünde şenlikler düzenlense, Türk tiyatrosunun ünlü isimlerinin ve şehrin önde gelen simalarının katıldığı bir kokteyl olsa, bunlar medyada geniş bir şekilde haber olarak yer alsa fena mı olurdu? Bütün bunları, bütçe sıkıntısı nedeniyle sahneye oyun bile koymakta zorlanan Devlet Tiyatroları’ndan beklemek biraz haksızlık olur. Peki kim yapabilir?

KENT KÜLTÜRÜ KONSEYİ

İşte bu soruya cevabı Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV) Başkanı Tamer Levent veriyor. Levent, bunları organize edecek bir Kent Kültürü Konseyi kurulmasını öneriyor. Sanatçıların, iş adamlarının, bürokratların, politikacıların, yerel yöneticilerin bir araya geldiği bir Kent Kültürü Konseyi. Bu konsey hem "Bu kent nasıl diriltilir?" sorusuna cevap verecek, hem de her kesimi kucaklayabilecek sanatsal aktivitelere destek verecek.

Şimdi bu yazıyı okuyup, "Ülkede kriz üstüne kriz patlıyor. Kapama davası, Ergenekon, ekonomi, türban, açlık, işsizlik dururken adamın yazdıklarına bak. Tam da Dünya Tiyatro Günü kutlanacak, Kent Kültürü Konseyi kurulacak zaman sanki" diye düşünüyorsanız, işte asıl yanılgıya orada düşüyorsunuz. Bir toplumun kültür ve sanata olan ilgisiyle o toplumundaki suç oranı birbirleriyle öylesine yakın ilişki içinde ki... Kültürsüzleştirilen toplum, kutuplaşmaya, yılgınlığa ve karamsarlığa itiliyor. İnsanların hayattan beklentileri kalmıyor. Ve suç oranı da sürekli yükseliyor. Ama toplumda sanatsal aktiviteler ne kadar yoğunsa suç oranı da aynı şekilde düşüyor.

HARLEM ÖRNEĞİ

Tamer Levent buna en güzel örneği de New York’un ünlü Harlem mahallesinden veriyor. Harlem, Amerika’da suç oranının en yüksek olduğu yerlerin başında geliyormuş. 1970’li yıllardan itibaren devlet, burada tiyatro, müzik gibi sanatsal aktiviteleri yoğunlaştırmış. Mahalle yeniden yapılandırılmış. Ortaya da inanılması zor bir sonuç çıkmış. Şimdi Harlem, New York’ta suç oranının minimumlarda seyrettiği bir bölge haline gelmiş.

Vahşet değil bozuk organizasyon

GEÇTİĞİMİZ hafta, bir televizyon kanalının düzenlediği güzellik yarışmasında jüri üyeliği yapmak için ülkemize gelen Paris Hilton, "Türk paparazziler biraz vahşi" demiş. Halt etmiş. Bu söylediği sözün neresinden bakarsanız bakın hiçbir anlamı yok. İlk önce, onu havaalanında görüntülemek için görevlendirilen foto muhabiri ve kameramanlar paparazzi değil. Paparazzi, ünlü kişileri, görüntülenmek istemedikleri durumlarda görüntüleyen fotoğrafçılara deniyor. Ama ne yazık ki, ülkemizde her magazin muhabiri paparazzi olarak değerlendiriliyor. Bu yanlış.

Paris Hilton’un havaalanına gelişinde gazeteciler ve orada bulunan vatandaşlar arasında bir arbede yaşanıyor. Kameralar, fotoğraf makineleri, yumruklar havada uçuşuyor. Hilton da bunu, "Türk paparazziler biraz vahşi" olarak değerlendiriyor. Bu, oradaki görevli gazetecilerin vahşiliğinden değil, organizasyonun bozukluğundan kaynaklanıyor, ama farkında değil.

1998 yılında da, o zamanların dünyadaki en ünlü mankenlerinden Claudia Schiffer Ankara’ya bir açılışa gelmişti. Benim de takip ettiğim bu olayda, yaşanan buna benzer bir organizasyon bozukluğundan dolayı, bu kez de Schiffer’in korumalarıyla gazeteciler birbirine girmişti. Böylesine ünlü isimleri getirdiğiniz zaman organizasyonu iyi yapmaz, basının nerede nasıl çalışacağını iyi belirlemezseniz, maalesef bu tür sonuçlar ortaya çıkıyor. 10 yıl önce Claudia Schiffer’de, geçtiğimiz hafta da Paris Hilton’da olduğu gibi, ülkemiz, dünya basınında böyle anlamsız kavga görüntüleriyle gündeme geliyor.
Yazarın Tüm Yazıları