Paylaş
HER sabah göz çapağını horozlarla yarışarak silen ve kahve masasına koltuğunun altındaki üç dilden gazete destesiyle çöken bu satırların yazarı, eh yıldız falı umudu yok ya, işe manşet ve birinci sayfa haberleriyle başlar.
Cumaları hariç! Çünkü o gün, Çin'den Maçin'e dünya basınından tercümeler aktaran Fransız ‘Courrier International’ dergisi yayınlanır ki, kulunuz daha ilk espressoyu ısmarlayıp ilk cigarayı yakmadan, dergi editörü Alexandre Adler'in başmakalesini okumuş olur. Okumak ne kelime, hatmeder.
Aksi takdirde, yerkürenin nabzını elinden kaçıracağı korkusuna düşer.
Zaten az biraz övünme payı, şimdi en ehil Batı siyasetbilimcileri arasında sayılan Adler'in adı sanı henüz hiç duyulmamışken, yine bu satırların yazarı O'nu yirmi yıl önceki ‘Liberation’da rastladığı ve müteveffa SSCB'deki hemen tüm gelişmeleri çok önceden haber veren müthiş analizler aracılığıyla keşfetmişti.
Keşif ertesinde de, daha o tarihten itibaren, Paris'li yorumcunun ismini ve gözlemlerini Türk okuyucusuna tanıtmayı kendisine vazife edinmişti.
* * *
DEYİMİN tam anlamıyla bir ‘allame-i cihan’; inanılmaz bir bilgi küpü olan Alexandre Adler'in biri genel, biri de bizim için özel iki temel boyutu var:
Bir; post modern modalara kapılmadan daima ‘realpolitik’ çerçevede tahlil yapıyor ki, bu gerçekçilik sayesinde hem öngörülerinde yüksek isabet sağlıyor; hem de söz konusu isabet kendisini ‘karar vericiler’ nezdinde otorite kılıyor.
Başka bir deyişle, aslında ‘elit’ bir kesime hitap eden Adler'in satırları bir yandan aynı ‘karar vericiler’i cidden etkiliyor; öte yandan da, yine aynı satırlar belirli bir Batı ‘rical’inin yaklaşımı hakkında ipucu veriyor.
İki; ‘Courrier International’ editörü, eğer tanımlamanın bir kıymet-i harbiyesi varsa, tekrar deyimin tam anlamıyla bir ‘Türk dostu’ (!)...
Belki Musevi kökeninin de yarattığı sempatiyle, ama her halükarda global öngörüsünün ve ‘realpolitik’ yaklaşımın derin vizyonuyla, Avrupa'da en ‘anti Türk’ (!) rüzgarların estiği dönemde bile akıntıya göğüs gerdi.
Ankara'yı sahiplenmenin ötesinde, ülkemizin mutlaka ve mutlaka AB'ye üye kaydedilmesini istedi; hatta tersini düşünenlere neredeyse ‘fırça attı’.
Üstelik, ‘aydınlanmacı’ kimlik yansıtan Fransız yazar ‘Türk modernleşmesi’nin net bir savunucusu ve modeli da belirli ölçüde örnek olarak sunuyor.
Adler, Türkiye'nin Batı ‘establishment’i nezdindeki şansını oluşturuyor.
* * *
İŞTE yukarıdaki Alexandre Adler diğer bazı Fransız ricalle birlikte, AB - Türkiye ilişkilerinin tartışıldığı bir toplantı için haftasonu şehrimizdeydi.
Haberlere göre, ‘ateşli Türk avukatı’ bir konuşma yapan politolog aynı zamanda, ‘Türkiye reformları her alanda sürdürmelidir’ ifadesini kullanmış.
Gazetede yoktu ama bu konudaki tüm yazılarını okuduğum ve bazen de buraya aktardığım için Adler'in reformla neyi kastettiğini O'nun ağzından ben açayım:
‘Tabii ki üniter yapı içinde fakat kimlik aidiyetini ve onun pratik uzantılarını onaylayarak Kürt sorununu çözümleyin; cihet-i askeriye etkisini Batı demokrasileri düzeyine çekerek evrensel standartta sivilleşin; laiklikten asla taviz vermeden din - devlet ilişkilerinde az biraz daha elastikileşin.
Bunlar, benim can-ı gönülden savunduğum ‘Türk modernleşmesi'nin bugünkü yükümlülükleridir ve örnek saydığım ‘Atatürkist proje'nin doğal uzantılarıdır.
* * *
DOST acı söylemiyor, çünkü burada acı olan ve olabilecek hiçbir şey yok!
Dost yalnız doğruyu söylüyor ve zaten, Adler doğruyu söylediği için dost!
Paylaş