Gülçin yazıyor

Gülçin TELCİ
Haberin Devamı

Ben bir basın gazisiyim!

Artık ben de basın gazisiyim... Kalem tutan sağ elimin üst kısmını hafta başında nazar boncuğu gibi üç yerden birden kırdım ve şimdi alçılar içindeyim. Beni sevenlere üzülmeleri, sevip sevmemekte kararsız olanlara düşünmeleri, yazdıklarımdan alınıp nefret edenlere de sevinmeleri için duyuruyorum. Gerçi kolumu modaya uyup polise kırdırmadım, yazılarımdaki derinliği ve zerafeti anlayamayıp alınanlardan birinin saldırısına da uğramadım ama göze geldiğimden eminim. Dolayısıyla "nazara kurban gitmiş", kolumu kazaen değil mesleki sebeplerden dolayı kırmış ve "gazi" mertebesine yükselmiş oluyorum.

Kolumu, Dalaman Havaalanı'nda, uçağa binmeden hemen önce görevlilere valizimi gösterirken kırdım. Uzaklarda birilerinin o sırada mutlaka benden bahsettiklerinden eminim, çünki bir anda gözlerim kararıp kulaklarım çınladı. Durup dururken melekler gibi havalandığımı hissettim, valizimin üzerinde iki perende atıp öbür tarafa uçtum ve yere indiğim sırada kolumdan gelen bazı çatırtıları işittim.

DOĞRU HASTANEYE

Hiç aldırmadım, "Galiba incindi" diye düşündüm ve uçağa binip İstanbul'a uçtum. Çatırdayan yerler yolda ağrımaya başladı ama gene de pek renk vermedim. Havaalanından valizlerimi bırakmak ve üstümü değiştirmek için evime bile gittim. Ağrılar dayanılmaz bir hal almıştı. Kalkıp Florance Nightingale Hastahanesi'ne gittim. "Hem Başbakan Yılmaz'ın, geçirdiği trafik kazasından buyana orada yatan annesi Güzide Hanım'a yeniden bir geçmiş olsun derim, hem kolumu da methiyesini duyduğum ortopedist Azmi Hamzaoğlu'na gösteririm" diye düşünüyordum.

Bana ilk yardımı, Turgut Yılmaz'ın eşi Claudia Yılmaz yaptı. Kayınvalidesi Güzide Hanım'ın yanında kalıyordu... Halimi görüp başıma gelenleri öğrenince kazadan sonra saatlerce dolaşmama kızdı, "Bari kuaföre gidip manikür-pedikür de yaptırıp gelseydin hastahaneye" dedi ve beni hemen ‘‘MR’’ çektirmeye götürdü. Hastaneye giderken yoldan Murat Bardakçı'yı aradım. Başıma gelene en çok sevinen ilk o oldu. Mutluluktan sesi titremeye başladı. Hastaneden adımımı atmıştım ki, karşıma dikildi ve elindeki fotoğraf makinasıyla hemen resmimi çekti. MR çekimi sırasında da her saniyemi ebedileştirdi. Gelişmeleri sık sık genel yayın yönetmenim

Ertuğrul Özkök'e aktardı.

"MR" (Em-ar diye okunuyor), içi oyuk, oda büyüklüğünde bir alet. İçine yatırdılar ve "Sakın kıpırdamayın, kolunuzun Emar'ını çekeceğiz" dediler. Derken bir takım takırtılar işittim, sonra kuş cıvıldamasını andıran sesler duydum. "Bu ne kadar romantik cihaz böyle" diye düşünürken, bir gülmedir tuttu. Emin Çölaşan'ın, geçenlerde kolunu kırması üzerine Hürriyet'in birinci sayfasında çıkan haberini hatırladım. Ben de böyle haber konusu olacak olursam kimlerin sevineceğini, kimlerin "Oh olmuş!" diye nasıl zil takıp oynayacaklarını düşündüm. Hatta oynayacak olanlar filim şeridi gibi, tek tek gözümün önünden geçtiler. İşte bu yüzden kıkır kıkır gülmeye başladım ve böylelikle gazilikten sonra, tıp tarihinde de "MR'ın içinde kıkır kıkır kıkırdayan ilk kişi" olma unvanını da elde ettim.

Doktorlar gülmelerini "derin nefes" zannetmişler, tam üç defa gelip "Çok şiddetli nefes alıyorsunuz, bu yüzden net çekim yapamıyoruz. Lütfen sakin olun" dediler. On dakikalık çekim tam bir saat yirmi dakika sürdü. Sonra "Kolunuzu üç yerden kırmışsınız" müjdesini verip alçıya aldılar. MR sırasında bana sabırlı davranan genç doktorlara ve günlerdir beni arayarak rahatlatan doktorum Prof. Dr. Azmi Hamzaoğlu'na teşekkür ediyorum. Gazete'ye geldiğimde Özkök ile karşılaşmamız da çok hoş oldu. Özkök, beni sargılar içinde görünce gülmekten bana ‘‘geçmiş olsun’’ demeyi unuttu! Gülmesine gerekçe olarak da Bardakçı'nın hastaneden onu aydınlatmak için verdiği bilgilerin aklına geldiğini açıklamak zorunda kaldı.

İYİ Kİ KIRDIM

Bu kazadan dolayı oldukça mutluyum, çünki bazı önemli kadınların kırık kolla büyük işler yaptıklarını, meselâ Golda Meir'in Ortadoğu Savaşı'nı kırık kolla kazandığını, Josephine'in Napoleon'u kolu sargılar içindeyken kendine aşık edip imparatoriçe olmayı başardığını biliyorum. Dolayısıyla önüme çok daha büyük fırsatlar çıktığının bilincindeyim.

Ama tek bilemediğim, havalar soğuduğu zaman yazı yazarken koluma saplanacak olan sancıların acısını kimlerden nasıl çıkartacak olduğum.

KOL KIRILIR, KALEM KIRILMAZ.

İmdat, deniz boğuluyor

Geçtiğimiz haftasonu Göcek'teydim. Dönüşte yan sütunda okuyacağınız tatsız olay başıma geldi. Kolum sargılı bir halde karakara yazılarımı nasıl yazacağımı düşünürken stajyerim olarak çalışan ve Akademi İstanbul'da ders veren Yalçın Bayer'in öğrencisi Füsun Göncü'yü karşımda görünce çok sevindim. Kaza haberini duyar duymaz tatilini yarıda kesip atlayıp gelmiş. Şimdi ben söylüyorum o not alıyor. Göcek giderek kirlenmekte. Göcek koylarını çöplüğe çevirenlere karşı bir kampanya başlamış. Deniztemizciler, ‘‘Temiz denizler için elele’’ kampanyasını bu hafta başlatılar.

GÖNÜLLÜ ÖĞRENCİLER

Ben Göcek'teyken ‘‘Deniztemiz 1’’ teknesi de oraya geldi. Hemen tekneye çıktım. Orada gönüllü olarak çalışan üniversite öğrencileriyle biraz lafladım. ‘‘Biz izciyiz. Kışın karada, yazın denizlerde sürdürüyoruz izciliğimizi’’ dediler. Biraz sonra tekneye Deniztemiz Başkan Yardımcısı Eşref Cerrahoğlu da yanaştı ve bilgi aldı, eksikleri dinledi. O sırada kıyıdan çöpleri toplayarak dönen kayıktaki iki genç, havanın çok rüzgarlı olması yüzünden oldukça zorlanıyorlardı. Sandalın bir motoru yoktu. Cerrahoğlu, kendi teknesindeki 9.5 beygir yedek motoru hiç düşünmeden verdi. Deniztemiz 1'dekiler teknelerin çöpünü alacak. Onlara bu denizlerin hepimizin olduğunu ve bu denizi temiz olarak çocuklarımıza bırakmanın vazifemiz olduğunu hatırlatacaklar. Deniztemiz kampanyasını akşam teknesine uğradığımda benden dinleyen Ata İnşaat ortaklarından Aydan Semker de bu kampanyaya destek olmaya karar verdi. Aydan Hanım, kocasının adını yaşatmak için bir de okul inşaa etmişti. Hele eğitim seferberliğinin başlatıldığı bu sıralarda denizin temizliğinin de bir eğitim olduğunu bilmemiz lazım. Denizlerimizi ‘‘kirletmeyelim, kirlettirmeyelim.’’

Bizim City'nin asilleri

Zeytin kralı Erol Evcil'in son günlerde başına gelenleri hayretler içinde izledim. Sonra eski kral ve kraliçelerimiz aklıma gelince, Evcil'in durumunda hayret edilecek birşeyin olmadığını anladım. Bugüne kadar ne kral ve kraliçeler gördük. Bir zamanlar tekstil kralı

Mehmet Okumuş idi.

O yıllarda Kastelli borsa kralıydı.

Medya imparatorumuz Asil Nadir, antika kraliçemiz ise Ayşegül Nadir idi.

Vergi rekortemeniz Matild Manukyan.

Özelleştirme kraliçemiz Ayşe Balcı.

Milli kahramanımız Abdullah Çatlı.

Etibank gazisi Sabri Doğan da ihale rekortmenimiz seçilmişlerdi.

Rahmetli Zeki Müren ‘‘Yılın erkek sanatçısı’’ seçildiğinde, ‘‘Yılın kadın sanatçısı’’

ise Bülent Ersoy'du.

Yazarın Tüm Yazıları