Gülçin yazıyor

Gülçin TELCİ
Haberin Devamı

Sümerce öğreniyorum

Siyaset gündemindeki anlık gelişmeler başımı döndürdü. Susurluk raporunun ayrıntılarının ne zaman açıklanacağı, Necmettin Erbakan'ın siyasi geleceğinin ne olacağı veya kadınların cenaze namazına katılıp katılmayacağı gibisinden günlerdir tartışılan konuları bir yana bıraktım... Uzun zamandır bir türlü yapamadığımı yaptım ve kendimi birkaç günlüğüne kültüre verdim...

Kültürün hangi dalına merak saldığımı öğrenince çok güleceğinize eminim, ama gene de söyleyeyim; Sümerce'ye taktım. Geçenlerde yayınevlerinin gönderdiği hediye kitapları karıştırıyordum. İçlerinden biri dikkatimi çekti. Muazzez İlmiye Çığ yazmıştı ve modern dillerle Sümer kaynakları arasındaki benzerlikleri anlatıyordu. Muazzez Hanım'ın Sümerce'de sadece Türkiye'nin değil, dünyanının önde gelen bilginlerinden olduğunu sonradan öğrendim.

YAKINLIK DUYDUM

Kitabı okudukça Sümerler'e daha bir yakınlık duydum. Türkçe'ye benzer bir dilleri vardı. Örneğin biz ‘‘gün’’ diyorduk, Sümerler ‘‘kun’’. ‘‘Kişi’’ ‘‘giiş’’, ‘‘kol’’ ‘‘kuullah’’tı. Zamanımızdan binlerce yıl önce parlak bir uygarlık kurmuşlar, o uygarlığı devam ettirecek sistemi de oluşturup yasalar çıkarmışlar ve işin garip yanı, o yasaları uygulamışlardı. Bizim 1998'de bir türlü yapamadığımızı o zamanlarda halletmişti Sümerliler.

Merakım bu kadarla kalmadı, bir dostumun tavsiyesiyle kalktım Arkeoloji Müzesi'ne gittim. Gittim ve şaşırdım. Bana orayı tavsiye eden dostum, müzenin Sümerler'e ait toprak tabletler bakımından dünyanın ikinci merkezi olduğunu ve onbinlerce çivi yazısı tabletin orada saklandığını söylememişti. Ben sadece sergilenenleri görmekle yetindim, ama bu sırada duyduğum bir söylentiye üzüldüm. Müzede Sümerce tabletleri okuyabilen sadece iki uzman kalmıştı, birkaç yıl sonra emekli olacaklardı ve müzede onların yerini alacak yeni uzmanlar yoktu.

Sümerce hobim yüzünden işin üzerine düşeyim dedim ve müzenin müdürü Alpay Pasinli'yle konuştum. Şöyle klasik, eski sistem bir müzeci ile tanışmayı beklerken karşıma genç ve dinamik bir genç çıktı. Sanat tarihi doktarı yapmış, yıllarca arkeoloji müzelerini yönetmiş, yurt dışında çok sayıda ödül almış ama Refahyol iktidarında Kültür Bakanlığı eden İsmail Kahraman'ın hışmına uğramıştı. Kahraman bakan öteki ciddi müzecilerle beraber onu da koltuğundan etmiş ve müzesine İstemihan Talay'ın Kültür Bakanı olmasından sonra dönebilmişti.

SIKINTILAR ÇÖZÜLECEK

Alpay Bey bana uzman sıkıntısının şimdi değil fakat birkaç yıl sonra çekileceğini, Kültür Bakanı'nın konuyla ilgilendiğini ve müzeye birkaç genç Sümerceci gönderileceğini söyleyince rahatladım. Sümerler'e duymaya başladığım aşırı sempati yüzünden konuyu takibe karar verdim, evime döndüm ve İstanbul'u haftalardır kasıp kavuran berbat gripe yakalandığımı kapıdan içeri girince farkettim.

İki gündür yatağa çakılmış durumdayım. Elimde binlerce yıllık Sümer şiirlerinin yeraldığı bir kitap var ve şiirlerden biri tam ruhuma göre, Şair Lilunga ‘‘Tarlanı yaksınlar, paranı çalsınlar, sen gene de bir söz etme’’ diyor. ‘‘Zaten etsen bile ne olur ki? Tarlandan sonra eline kalanlar da gider. Ama Lagaş'ın tanrısı bir gelmeye görsün; onların halini sen o zaman seyret.’’

Haydi birlikte bir üniversite kuralım

Beşiktaş'ta iskelenin hemen arkasında eskiden tütün deposu olarak kullanılmış iki büyük bina vardır. Binalar devlete aittir ve yıllardır boştur.

Mimar Sinan Üniversitesi, bir süre önce devletten bu binaların kendisine tahsis edilmesini istedi. Hocalar, ‘‘Şu anda faaliyet gösterdiğimiz mekana sığmıyoruz. Yeni bölümler açtık ama sınıfımız yok. Şu iki binayı bize verirseniz çok rahatlarız’’ dediler. İlgili makamlarla temasa geçildi, üniversitenin isteği uygun bulundu ve tahsisin yakında yapılacağı söylendi.

İşler buraya kadar resmiyete dökülmeden halledildi. Taraflar temasları dostluk çerçevesinde götürdüler ve üniversite yazılı olmayan bir centilmenlik anlaşmasıyla binaları aldığına inandı. Ama aradan epey zaman geçtiği halde Ankara'dan hiçbir ses gelmeyince hocalar meraka düşüp işi kurcaladılar ve çok şaşırdılar: Binalar bir üniversiteye tahsis edilmek üzereydi. Ama önceden söz verilen Mimar Sinan Üniversitesi'ne değil, Bedrettin Dalan'ın kurduğu Yeditepe Üniversitesi'ne gitmeleri sözkonusuydu.

İŞTE PROJEM

Olayı duyunca ‘‘Acaba ben de bir üniversite kursam nasıl olur?’’ diye düşündüm. ‘‘Tanıdık profesörlerden mütevelli heyeti kurar, devlet üniversitelerine ait birkaç bina alır, işin önemli tarafını hallederim’’ dedim. Hatta bazı yerleri çoktan gözüme kestirdim bile: Boğaziçi Üniversitesi'nin ana binasını yorgunluklarımın karşılığı olarak kendime lojman yapacağım. Marmara Üniversitesi'nin Sultanahmet Meydanı'ndaki tarihi binası hocaların dinlenme tesisi olacak. Laleli'deki Edebiyat Fakültesi'ni de davet, kokteyl gibi işlerde kullanacağım. Şimdilik bunları halledeyim, eğitim için sonra nasılsa bir yer bulurum.

Haydi, hep beraber bir üniversite kuralım.














Yazarın Tüm Yazıları