Futbolik

KONFEDERASYON Kupası, hazırlık maçları sağolsun bu yaz futbol hastalığına tutulmuşlar için çok da zor geçmedi.

Hoş hastalığı akut vaziyette olanlar için tek ilaç ligdir ama yine de sırf top seyredeyim diye plaj voleybolu filan seyretmekten iyidir.

‘‘Plaj voleybolunun nesi var, niye beğenmiyorsun?’’ diyenler muhakkak çıkacaktır. O sadece bir örnek, beyzbol da diyebilirdim, curling de...

Süper Lig başladı rahatladık. Kendimize göre bir futbol dozumuz var. Genellikle Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın maçlarını seyrediyorum.

Maçların çakışma durumu da olabiliyor tabii. Fakat neticede ortalama olarak haftada 2 veya 3 futbol maçını baştan sona seyretmeye alıştırmışım bünyeyi.

Geçen hafta sonu, biraz futbolu özlemiş olduğumdan, biraz da NTV yüzünden (Nedenini açıklayacağım. Az sonra...) bütün dengem altüst oldu.

Olaylar şöyle gelişti: Cuma akşamı Trabzonspor-Fenerbahçe maçını seyrettim. İyi, güzel, aferin!

Cumartesi için planım da gayet basitti. Beşiktaş-Bursaspor maçını seyredeceğim. Hatta pazarın programı bile belliydi: Galatasaray-Gaziantepspor.

Fakat NTV'nin yapacağı güzelliği (fenalığı da diyebilirsiniz, yoruma açık) hesaplamamışım.

Cumartesi uyandım, zap yapıyorum. NTV'de Premiership maçlarının anonsunu gördüm.

Premiership, malumunuz İngiltere'nin Süper Ligi oluyor. Herkesin hastalığı başka. Kimi İtalya'nın Serie A'sını sever, kimi Almanya'nın Bundesliga'sını, kimi de İspanya'nın La Liga'sını.

Ben lig düzeyinde en çok İngiltere'yi sevenlerdenim. Uzun paslar, 'mesafe tanımaksızın' çekilen şutlar, hızlı tempo, kan, ter, gözyaşı...

NTV, NBA maçları ve Formula 1'i yayınlayarak yeterince evde vakit geçirttiği yetmiyormuş gibi bir de Premiership'in yayın haklarını almış.

Hayır al, iyi bir şey yapıyorsun tabii ama kardeşim niye 5 maç birden yayınlıyorsun.

Diyeceksiniz ki; ‘‘Haydi onlar yapıyor böyle bir şey, sen seyretmek zorunda mısın?’’

Cevap veriyorum: ‘‘Evet kardeşim. Eğer Angelina Jolie'yle bir randevu filan söz konusu değilse, evde oturup futbol seyretmeyi tercih ediyorum tamam mı?’’

Önce Portsmouth-Aston Villa maçını seyrettim. Portsmouth, ‘‘Asansör takım’’ olur denen Portsmouth, Aston Villa'yı 2-1 yendi.

Sonra dışarı çıktım ve Beşiktaş-Bursaspor maçını seyrettim. Koşarak eve döndüm ve arka arkaya Arsenal-Everton (2-1 Arsenal kazandı) ve Manchester United-Bolton (4-0 Manchester aldı) maçlarını seyrettim.

Bir günde dört maç seyretmiş olmak haliyle sarstı. O gece yıllardır görmediğim türde bir rüya gördüm. Galatasaray'da oyuna sonradan girip, orta sahadan gol atıyordum...

Her neyse, ertesi güne Leeds United-Newcastle maçını seyretmeye koyuldum. 2-2 biten bu maçın hemen arkasından Liverpool-Chelsea maçına baladım. Ama ilk yarısını seyrettikten sonra evden fırladım ve Galatasaray-Gaziantepspor maçını seyrettim.

Yani arkadaşlar, haftasonu 7,5 futbol maçı seyrettim toplamda. İşin buçuk kısmını Liverpool-Chelsea maçı oluşturuyor.

Saat hesabıyla -devreleri saymazsak- 11 saat 15 dakika futbol maçı seyretmiş oldum.

Kalan zamanda ne yaptım peki? Yarıda bırakmış olduğum sayısız Rus klasiklerinden birini mi bitirdim? Yoksa Carl Grünberg döneminde Frankfurt Okulu başlıklı bir makale mi okudum.

Yooo! Galatasaray-Gaziantepspor maçının ardından tekrar eve koştum ve Maraton'u seyrettim.

Son olarak, adını ve logosunu ilk kez gördüğüm bir televizyon kanalındaki spor tartışma programını seyrederken kanepede uyuyakalmışım.

Pazartesi sabahı, sezonun kalan kısmında haftada iki adet Süper Lig, iki adet de Premiership maçı seyretme kararı aldım. Haydi bakalım, hayırlısı.
Yazarın Tüm Yazıları