Feminizm belası

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

KISA kısa, sadece satır başlarıyla söylerek gideceğim...

Kadınlara saygı esasına göre yetiştirildiğim için maçolukla yakın uzak ilgim yok. 'Türk aleminin en büyük düşmanı feminizmdir. Görüldüğü yerde ezilmelidir' sloganına da sahip çıkanlardan değilim. Aksine, kadına saygının uygar bir insan kimliğinin önşartı olduğuna inanıyorum.

Ayrıca yazı işleri müdürünün, başyazarının ve sekreterlerimiz dışında birçok çalışanının kadın olduğu bir gazetede yazıyorum. Bu durumdan ve ortamdan bir gün bile şikayet ettiğimi hatırlamıyorum. Hatta böylesi bir ortam bana huzur veriyor.

Bunları peşinen söyledikten sonra kadınların Türkiye’de -ve dünya genelinde- ezilmesi sorununa gelelim. Bu tezi haklı gösterecek milyonlarca olay var. Birçoğuna da hayatımızın bir anında tanıklık etmiş olmamız mümkün.

Peki bütün bunlar sonunda erkek düşmanlığına indirgenecek bir 'feminizm' anlayışı ve kamplaşmasını haklı gösterir mi?

Bence hayır!

Asıl ayrımcılar

Oysa böyle bir kamplaşma var.

İşin acıklısı bunu yapan yazar-çizer takımından tahsil terbiye görmüş kadınlar. En azından başı çeken onlar.

Dikkat ediyor musunuz bilmem, neredeyse danışıklı dövüşen bir kadınlar grubu var ortada. Bir tür kardeşlik teşkilatı üyesi dayanışması sergiliyorlar.

İşin garip yanı, tek ortak noktaları da kadın olmaları.

Öyle değilse bile bunu çok ön plana çıkartıyorlar.

Kalbimi kıran Kırıkkanat

Bütün bunları yazmama, hayranlığımın sınırını bir türlü çizemediğim Mine Kırıkkanat’ın bir yazısı neden oldu.

6 Ekim cuma günkü yazısında kendisini, 'en çok mahkemeye verilen kadın yazar' olarak tanımlamış.

Kadın yazar ne demek?

Yazar olmak açısından, erkek yazardan farkı nedir?

İyi yazar ile kötü yazar arasındaki farkı anlarım. Ama kimse kusura bakmasın, kadın yazarla erkek yazar arasındaki farkı anlayamıyorum. Bir bilen varsa, lütfen bana da anlatır mı?

Bu arada aklıma takılan bir düşünceden bir türlü kurtulamıyorum: En azından ana enstrümanları dil olan yazarlar, Türkçe’nin cinsiyet ayrımcılığı yapmayan bir dil olmasına bakıp bizim geleneğimiz içinde böyle feminizm yakıştırmalarının ne kadar iğriti durduğunu nasıl olur da anlamazlar? Yoksa tecahülü arif mi yapıyorlar?

Nejat Eczacıbaşı’dan anılar

GAZETEYE gittiğimde kocaman ve ağır bir paket buldum. İçinden Dr. Nejat Eczacıbaşı’nın kitapları çıktı.

Eczacıbaşı şirketleri, kurucularının kendi deyimleriyle 'dünyamızdan ayrılışının' yedinci yıldönümünde acılarını böyle bir girişimle gidermek istemişler.

Nejat Bey hiç şüphesiz böyle bir girişimi yapanları takdirle karşılardı. Tam onun şık, entellektüel tavrına yakışan bir iş olmuş.

Zaten bizim son yıllarda unuttuğumuz bir uygulama var. Uygar ülkelerde acılar sanatla tedavi edilir. Cenazeler bile töreniyle, müziğiyle ölüm gibi trajik bir olayın acısını hafifletir; sanatın güzelliği ölümün çirkinliğini gölgeler.

* * *

Şık bir kutu içinde yollanan dört kitap içinde 'Yeni Bir Türkiye'yi okuyabildim.

Kitap iyi düzenlendiği için, beni ilgilendiren bölümlere kolayca ulaştım.

İlgilenenler bu kitapları Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı aracılığıyla bulabilir.

İstanbul ve sanat

Nejat Bey’in yazılarını okurken, İstanbul’la ilgili olanları özellikle dikkatimi çekti.

Yazıların bir kısmı Uluslararası İstanbul Festivali ile ilgiliydi. Kendisinin bu festival dolayısıyla İstanbul’a yaptığı hizmet hiç unutulmadı. Unutulursa da nankörlük edilmiş olur.

Nejat Eczacıbaşı’nın İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nca düzenlenen 1974 yılındaki Uluslararası İstanbul Festivali dolayısıyla söylediklerini bencillik edip kendime saklayamadım.

Hep birlikte okuyalım...

Sanata çağrı

'Bir kent çeşitli özelliklere sahip olabilir: Büyük olur, küçük olur; güzel olur, alımsız olur; önemli ya da sıradan olur. İstanbul kalabalık sokakları, göklere yükselen iri yapıları, hareketli yaşantısıyla tipik bir büyük kenttir. Çağdaş dünyanın ölçülerine giren özelliklerinin yanısıra bir başka alemi de vardır İstanbul’un... Bu başka alemi, tarihten aldığı yapılar, köklü bir geçmişten kalan gelenekler, doğanın ona bağışladığı eşsiz güzellikler oluşturur.

Özellikleri ne olursa olsun, bütün kentlerin bir ortak yanı vardır: Kentler, insanların bir arada yaşamaları için kurulur. Kalabalık ve hızlı yaşantı ise çağdaş insana yetmiyor artık...

Uluslararası İstanbul Festivali, hiç olmazsa bir süre, insanoğlunu maddeci dünyanın günlük bunalımlarından ayırmak, onu sanatın duyarlı alemine çekmek istiyor. Kalabalık ve gürültülü sokaklardan sonra Rumelihisarı’nın, Topkapı’nın insanı dinlendiren büyüleyici güzelliğinde; Aya İrini’nin, Yedikule’nin huzur veren sessizliğinde yapılacak bir sanat gösterisinine çağırıyor.'

Kentin hakkını vermek

İstanbul’da oturup bu güzelliklerden kendisini mahrum edenler, kentteki sanatı görmezden gelenler ve yılın belli dönemlerinde olsun bu eşsiz mekanlarla sanatın buluşmasına tanıklık etmekten kaçınanlar kendilerine 'İstanbul’da yaşıyor olmanın hakkını veriyor muyum?' sorusunu bir kere daha sormalı.

TEL: 677 04 25

FAKS: 677 04 21

E-MAİL:

tsavkay@hurriyet.com.tr

Yazarın Tüm Yazıları