‘Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz’

Türkiye’nin gündeminde, Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla başlatılan soruşturma çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan arama var. Yıllar önce polisler Ankara’da yine “dokunulmaz” denen bir binaya girmişlerdi.

Haberin Devamı

Saatlerce süren aramaların emrini kim vermişti? Onlarca polis neyin peşindeydi? Aramanın duyulması üzerine siyasetçiler neden büyük tepki göstermişti? Ve işte başlıktaki tarihe geçen o sözleri İsmet İnönü kimin için söylemişti?..

 

TARİH: 7 Mayıs 1966

Saat gece 02.00.../images/100/0x0/55eb1968f018fbb8f8aafce2

TBMM önünde olağanüstü bir hareketlilik vardı.

Onlarca resmi ve sivil polis TBMM’den içeri girdi.

Polislere iki Meclis İdare Amiri eşlik etti: Zühtü Pehlivanlı ve Hilmi Onat.

Meclis İdare Amiri Pehlivanlı ve Senato İdare Amiri Onat şaşkınlık içindeydi; ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Her ikisini de bir saat önce İçişleri Bakanı Faruk Sükan telefonla aramış ve Meclis’te olmalarını istemişti.

Haberin Devamı

Peki ne oluyordu? Bunca polis, gece yarısı TBMM’de ne arıyordu?

‘NATO’dan çıkalım’

TBMM’ye yapılan polis baskınının ayrıntılarından önce Türkiye gündeminde neler olduğunu bilmemiz gerekiyor:

Öncelikli sorun Kıbrıs’tı.

Bir önceki hükümetin Başbakanı İsmet İnönü Kıbrıs’a askeri çıkarma kararı almış; ancak ABD Başkanı Johnson’un sert-kaba üsluplu mektubuyla geri adım atmıştı.

27 Ekim 1965’te göreve başlayan Süleyman Demirel Hükümeti’nin de gündeminde yine Kıbrıs vardı./images/100/0x0/55eb1968f018fbb8f8aafce4

TBMM’de senatör olarak bulunan 27 Mayısçı Ahmet Yıldız, Suphi Karaman, Orhan Erkanlı, Haydar Tunçkanat gibi isimler, TSK’nın NATO’dan, dolayısıyla ABD’den bağımsız hareket etmesini isteyen konuşmalar yapıyordu.

NATO’dan çıkma talebi sadece Kıbrıs harekâtı nedeniyle tartışılmıyordu.

CHP milletvekili Mustafa Ok, ABD’nin Karadeniz’deki donanma faaliyetlerinin Sovyetler Birliği’ni kışkırttığını ve bu durumun Türkiye’yi zor duruma düşüreceğini söylüyordu.

Keza CHP’liler, Türkiye’den havalanan Amerikalılara ait B-52 casus uçağının Sovyetler Birliği’nde yakalanması ve bu ülkenin Ankara’ya nota vermesini de eleştiriyordu. ABD yüzünden komşumuz Sovyetler Birliği’yle savaşmak istenmiyordu.

Haberin Devamı

Ayrıca o tarihe kadar sanılıyordu ki; Sovyetler Birliği Türkiye’ye saldırınca NATO yanımızda olacak! Sonra anlaşıldı ki, NATO; Avrupa ve ABD’nin korunması için bir birlikti. Böyle bir savaşta Türkiye topraklarından çekilecekler ve cepheyi Avrupa sınırına kuracaklardı. Yani Türkiye feda edilecek bir ileri karakol konumundaydı.

Zaten Seferberlik Tetkik Kurulu/Özel Harp Dairesi bu amaçla kurulmuştu; Sovyetler’e karşı Anadolu topraklarında gayri nizami savaş yapacaktı. Bu nedenle parasını, teçhizatını ABD veriyordu!

Sadece CHP’liler, Türkiye İşçi Partililer değil; Milliyet başyazarı Abdi İpekçi de, Türkiye’nin bir üvey evlat muamelesi görmesinden dolayı silahlı kuvvetlerin bile NATO’dan hoşnutsuz olduğunu yazdı.

Haberin Devamı

ABD ile yapılan ikili antlaşmalar Meclis gündemine gelmeye başladı.

Kamuoyunda NATO üslerine karşı hoşnutsuzluklar arttı. Başbakan Demirel “Üs yok tesis var” dese de bu kimseyi pek tatmin etmedi.

Hanımın Çiftliği’nde komünizm propagandası

Meclis’te, basında ve TSK içinde NATO aleyhtarlığı artınca ne oldu dersiniz?

Kuşkusuz her daim yapılan şey gündeme getirildi: Türkiye’nin “aşırı sol cereyanların” hedefinde olduğu hatırlandı!

AP hükümeti solculara karşı sert önlemler almaya başladı.

Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklanıp Sultanahmet Cezaevi’ne konulan ilk solcu da, bugünlerde dizi film olarak reyting rekoru kıran “Hanımın Çiftliği” romanının yazarı Orhan Kemal oldu...

Haberin Devamı

Tıpkı 1950’li yıllarda olduğu gibi solcu aydınlar yine sudan iddialarla cezaevlerine sokuldu. Prof. Muammer Aksoy, Muhsin Ertuğrul gibi aydınlar işlerinden edildi. Polis Nâzım Hikmet’in şiirlerini tekrar toplamaya başladı.

Kamuoyu yine “öcü” hikâyeleriyle kandırıldı.

Tabii bu arada trajikomik olaylar da oldu.

5 Mart’ta Ankara’da düzenlenen Şah Hatayi Gecesi’ne katıldıkları için Yaşar Kemal, Can Yücel, Ruhi Su, Nesimi Çimen hakkında “Dini siyasete alet ederek komünizm propagandası yapmak” iddiasıyla soruşturma açıldı!

Ankara’da Namık Kemal Ortaokulu öğrencisi 15 yaşındaki Gürbüz Şimşek, Türkçe öğretmeninin verdiği “Dünyanın büyük liderleriyle Atatürk’ü karşılaştırınız” başlıklı ödevinde Atatürk ile Lenin’i karşılaştırdığı için komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklandı!..

Haberin Devamı

Johnson’un özel uçağı

“Öcü” korkutmalarına rağmen NATO gündemden düşmedi.

General De Gaulle’ün NATO’dan Fransa’daki üslerini boşaltmasını istemesi Türkiye’de de heyecan yarattı.

ABD ve NATO güç durumdaydı. Amerikalılar zaten Vietnam bataklığına saplanmıştı; Türkiye’deki üslerinin kapatılmasına izin veremezdi.

Hakaret dolu mektubunu unutturmak isteyen ABD Başkanı Johnson, hastalanan Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e özel uçağını göndererek Amerika’da tedavi görmesini sağladı.

NATO Genel Sekreteri Manlino Brosio Ankara’ya geldi. NATO aleyhindeki propagandanın, komünistlerin işi olduğunu söyledi. Öte yandan nedense De Gaulle için aynı sözleri sarf edemiyordu.

Bu arada hükümete yakın gazeteler de NATO karşıtı propagandayı CHP’lilerin, TİP’lilerin yaptığını yazmaya başladı. Şablon belliydi, “NATO’ya düşmanlık yapan solcu milletvekilleri Sovyetler Birliği’nin himayesi altında!”

NATO karşıtlığının giderek taraftar toplamaya başladığı o günlerde ilginç bir olay yaşandı...

Darbe isteyen gizli bildiriler

Tarih: 4 Mart 1966.

Ankara’da “Milli Kurtuluş Komitesi” imzalı bildirilerin dağıtıldığı ortaya çıktı.

Bu bildiriler, AP hükümetini, siyasi milliyetçiliğe aykırı hareket ettiği için kınıyor ve TSK’nın idareye el koyarak hükümeti devirmesini istiyordu!

Polis hemen soruşturmalar başlattı.

Polise göre bildiriyi dağıtanlar üniversitelerdeki Fikir Kulüpleri’nin devrimci öğrencileriydi.

Peki nerede basılıyordu bu bildiriler?

Polisin açıklamasına göre bildiriler yurtdışında basılıp Türkiye’ye getiriliyordu!

İçişleri Bakanı Faruk Sükan, polisiyle aynı görüşte değildi. Bu nedenle 7 Mayıs gecesi polisleri TBMM’ye gönderdi.

Çünkü Sükan’a göre bildiriler “Meclis’ten çıkarılan bazı teksir ve daktilo makineleriyle” hazırlanmıştı!

Zehir Hafiye

O gece TBMM’nin dokunulmazlığı ayaklar altına alındı.

Polis, AP’nin grup odası dışında her yeri didik didik etti.

Yapılan aramada özellikle teksir ve daktilo makineleri üzerinde duruldu. Sabaha karşı biten aramalarda yasadışı bir şey bulunamadı!

Olayı sabah saatlerinde duyan CHP lideri İsmet İnönü, “İlk vazifemiz Meclis’e tecavüz edenleri cezalandırmaktır. Vakit geçirilemez. Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz” diye demeç verdi.

Aynı gün, olayın olağanüstü bir toplantıyla Meclis’te görüşülmesini isteyen CHP’nin teklifi AP’li Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli tarafından reddedildi.

TBMM’ye yaptırdığı gece yarısı baskınından dolayı Faruk Sükan’a “Zehir Hafiye” adı takıldı. Bakan Sükan, muhalif milletvekillerinin telefonlarını dinletmesiyle de meşhurdu. “Ben solcuların nefes alışlarını bile biliyorum” diyordu hep.

İlginçtir...

Faruk Sükan tam 5 yıl önce, 4 Ocak 2005’te öldü.

Cenaze protokolünün başında, bugünlerde Genelkurmay’ın aranmasına sebep olan bir politikacı vardı: Dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç!

 

CADI AVI’NIN TANIĞI:AYN RAND

 

KİŞİNİN, ideolojik-siyasi değişimine/dönüşümüne kim ne diyebilir? İnsan hayat içinde farklı fikirlere savrulabilir. Bunlar “dönek” değildir.

Peki kimdir “dönek”?/images/100/0x0/55eb1968f018fbb8f8aafce6

“Döneklik” kariyer/statü planlamasıyla ortaya çıkar.

Ama kişi bu gerçeği kendisinden gizler.

Hiç olur mu; para, pul, ün/şöhret, koltuk; yeni sınıfa kabul edilmek için “döndüm” denir mi?

Kurnazlık yapar; dönekliğini fikirle taçlandırmak ister.

Tamam, güzel, buna da eyvallah!

Fakat döneklik dönmekle sona ermez.

Bu kez bir türlü yok olmayan/”çağdışı dinozorlara” kızar. Çünkü bunlar onu, kendisinden bile sakladığı “döneklik gerekçesiyle” yüzleşmek zorunda bırakır.

“Dönek” bu etkiden kurtulmak için vicdanını tenekeleştirmeye çalışır. Bunun reçetesi ise nefret duygusudur.

Döndüğü yere, fikre ve insanlarına kin kusar.

Konuşmalarına, yazılarına kötülük, mutsuzluk hâkim olur.

Bu girişi yapmamım nedeni; senarist-yazar Ayn Rand!

Türkiye’nin liberal solcularının elinden son yıllarda Ayn Rand’ın “bireycilik” kavramını ele alan kitapları düşmüyor.

Asıl adı Alissya Zinovievna Rosenbaum olan Ayn Rand 1905’te Rusya/Petersburg’da doğdu. Felsefe, tarih okudu. 1926’da ABD’ye gitti. Aktör Frank O’Connor ile evlenip Amerikan vatandaşı oldu.

Soğuk Savaş’ın başlamasıyla ABD’de; sendikalarda, üniversitelerde, tiyatro-sinema endüstrisindeki komünistleri ortaya çıkarmak için, “Amerika’ya Karşı Çalışmaları Araştırma Komitesi” kuruldu.

Komite her taşın altında komünist aramaya başladı. “Mahkemeler” kurdu. “Uzman tanıklardan” biri de Ayn Rand idi.

20 Ekim 1947 tarihinde Komite’ye söyledikleri, yukarıda yapmaya çalıştığım “döneklik” tanımının en güzel örneklerinden biridir:

KOMİTE: Komite’nin isteği üzerine, Rusya Şarkısı filmini seyrettiniz değil mi?

RAND: Evet.

KOMİTE: Bu film konusundaki düşüncelerinizi söyler misiniz? Filmde propaganda gördünüz mü?

RAND: Film, Amerikalı bir orkestra şefinin Rus savaş yaralıları için verdiği konserle başlıyor. Orkestra şefini oynayan Robert Taylor, Amerikan ulusal marşını çaldırıyor önce. Perdede kızıl bayrak taşıyan Rus halkı görünüyor. Korkunç bir şey bu. Düpedüz komünizm propagandası. Bu başlangıçtan sonra, işin içine bir aşk öyküsü karışıyor. Rusya’da konserler veren Robert Taylor’u görmeye bir köylü kızı geliyor. Düşünün bir kere, kız köyünden kalkıp Moskova’ya rahatça gidebiliyor. Kimse engel olmuyor ona. Kimse onu izlemiyor. Kız, Robert Taylor’dan bir istekte bulunuyor; köyüne gelip konser vermesini istiyor. Robert Taylor kıza tutuluyor; onun bu isteğini kabul ediyor. Sonra birlikte Moskova’yı dolaşıyorlar. Perdede Moskova görülüyor. Stüdyo o sahneleri nerede çekmiş bilmiyorum. Koca koca tertemiz yapılar göze çarpıyor. Bir de büyük lokanta var. Benim zamanımda bir tek lokanta vardı; ona da kimse gidemezdi. Bir kere bir kız, köyünden kalkıp Moskova’ya gelemez; gelse bile öyle bir lokantaya adım atamaz. Lokantadan çıkıp Moskova’yı dolaşmaya devam ediyorlar. Her yer pırıl pırıl. Hiçbir yerde kuyruk yok. Herkes içinde gücünde. Parkta beyaz gömlekli mutlu çocuklar oynamakta. Rusya’da gördüğüm çocuklara hiç benzemiyorlar. Büyükler de mutlu. Hepsi gülümsüyor.

Sonra, Robert Taylor’la kız kalkıp köye gidiyorlar. Köylülerin bile keyifleri yerinde. İşten dönerken şarkı söylüyorlar. Yemek yerken bir köylü gösteriliyor. Aslında bir lokma için Rusya’da herkes birbirini öldürür.

Bütün köylülerin radyoları var. Filmin bir yerinde köylünün biri radyoda müzik dinlerken “Milyonlarca insan şimdi bu konseri dinliyor” diyor. Rusya’da bin kişinin radyosu var mı acaba?

Robert Taylor kızla evleniyor. Robert Taylor karısının köyüne şehirlerarası telefon ediyor. Rusya’da bu şehirlerarası telefon işini nasıl yarattılar, bilmiyorum doğrusu.

Filmin sonlarına doğru kız kocasıyla gitmek istemiyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkesinde kalması gerektiğini söylüyor. “Aileme, köyüme karşı sorumluluklarım var. Ülkemdeki insanların hayatını daha da iyileştirmeye çalışmalıyım” diyor. “Daha da iyi” ne demek? Anlaşılan Rusya’daki hayat iyi ki, kız o hayatı daha da iyileştirecek. Propaganda bu.

KOMİTE: Rusya’da kimse gülmüyor mu?

RAND: Pek gülen yok. Gülse bile başka nedenlerle güler; komünizmden hoşlandığı için değil.

KOMİTE: Ruslar Amerikalıların yaptıklarını yapamazlar mı; kalkıp kaynanalarını görmeye gidemezler mi?

RAND: Rusların da arkadaşları, kaynanaları vardır tabii. Ama gece gündüz korku içinde yaşarlar. Kapı zilinin çalınıp gizli polisin geleceğinden korkmak, hep o korku içinde yaşamak ne demektir bilemezsiniz. Ne yasalar vardır ne de insan hakları.

KOMİTE: Amerika’ya 1926 yılında geldiniz. Rusya’dan kaçmış mıydınız?

RAND: Hayır. Tuhaftır pasaport verdiler. Burada akrabalarım vardı. Ben de gelince bir daha dönmedim.

KOMİTE: Anlıyorum...

Amerika’daki Cadı Avı’nın parçası “liberallerin prensesi” Ayn Rand’ın ifadesini okuyunca; Türkiye’deki liberal solcuların neden her taşın altında Ergenekoncu/darbeci aradıklarını anlıyorsunuz.

Döneklik psikolojisidir bu...

Yazarın Tüm Yazıları