Eşini kaybetmiş su kaplumbağası

Lilo, karısını kaybetmiş bir su kaplumbağası.

Bizimle yaşıyor.

İçinde adası ve palmiyesi olan minik havuzunda artık yalnız yaşıyor.
En çok havuzunu temizlediğimiz zaman mutlu. Aman Allah’ım deliler gibi yüzüyor, o minik kollarını çırpıyor, çırpıyor.
Çok sevdiği taşları var havuzunda, bize minik çakıl taşları gibi geliyor, ona tırmanıp, güneşlenebileceği kayalar.
Her gün her biri pirinç tanesi büyüklüğündeki mamasından 11 tane koyuyoruz suya, öyle demişti veteriner.
Ama şimdilerde yasta diye, 13.
Karısını kaybettiğimiz günü hiç unutmam.
Karı-koca yaşadıkları havuza baktığımda, suyun üzerinde yatıyordu Lilo’nun karısı Stitch.
“İkisini birbirinden nasıl ayırt ediyorsun?” diyeceksiniz, sırtında taşıdığı kabuğunda yıldız şeklinde bir iz vardı Stitch’in, bir tür dövme, ona pek yakışıyordu, oradan./images/100/0x0/55ea8649f018fbb8f8859fe4
Bilemedim, “Ohhh keyfe bak” dedim, onun için sevindim, çünkü kollarını iki yana açmıştı ve pek rahatlamış duruyordu.
Perdeden odaya süzülen güneş, suda ışık oyunları yapıyordu. Gözüm Lilo’ya takıldı, havuzun bir köşesinde, sanki nefesini tutmuş, karısını izliyordu. Biraz sonra Stitch’in hiç hareket etmediğini anlayınca, bir terslik olduğunu fark ettim.
Hemen sudan çıkardım ve çevirdim. Gözleri kapalıydı minik kaplumbağanın. Ve onu çevirmiş olmama rağmen hiç hareket etmedi.
Anladım.
Geri dönüşü olmayan o yolculuğa çıkmıştı.

BİZ KOCAMAN BİR AİLEYİZ

O günden sonra, Lilo’ya daha fazla özen gösterir olduk. Daha fazla konuştuk, daha fazla hal hatır sorduk.
O da bütün erkekler gibi gece azıyor!
El etek çekildikten ve tüm ışıklar söndükten sonra bir faaliyet, bir faaliyet, çatur çutur sesler çıkarıyor, kayaların, taşların üzerine tırmanıyor, oradan adasına geçiyor, sonra kendini o adadan sulara bırakıyor.
Ve inanır mısınız, yatağımda yatarken, çıkardığı sesler bana huzur veriyor.
Şöyle dedirtiyor:
“Biz kocaman bir aileyiz. Bir üyemizi kaybettik ama hayat devam ediyor. Her şey yolunda ve herkes rahat!”
Ama Dubai’den İstanbul’a taşınacağımız zaman işler yolunda gitmiyordu.
Alya’yı karşıma alıp, “Alyacım” dedim, “Tavşan Hımm geliyor bizimle. Ama ne kadar zorlandığımızı biliyorsun. Uçaklar, tavşanlara izin vermiyor. Yanımızda gelemeyecek. İsviçre üzerinden bir kargo uçağıyla gelecek. Lilo ise maalesef hiç gelemeyecek...”
“Nasıl yani?” dedi, “Onun karısı öldü. O yapayalnız bir kaplumbağa. Karısından sonra biz de mi onu terk edeceğiz?”
“Lütfen uzatma!” dedim, “Tavşandan sonra bir de kaplumbağayla uğraşmak istemiyorum. Ülkeden nasıl çıkarılır, Türkiye’ye nasıl sokulur, bunun bir prosedürü vardır. Kafamıza göre götüremiyoruz, kurallar, kanunlar var...”
Kızım bir kova burcu ve inanılmaz inat. Gözleri çakmak çakmak bana baktı ve şöyle dedi:
“Lilo gelmezse, ben de gitmeyeceğim!”
Al başına belayı.
“Öyle bir şey olmayacak küçük hanım!” dedim.
Küsüştük.

AKLIMA BİR PLAN GELİYOR

Ben küs kalamıyorum, kimseyle.
Hele altı yaşındaki kızımla hiç.
Bir süre sonra yanına gittim, dalgın dalgın Lilo’yu izliyordu yüzerken.
“Baksana” dedim, “Aklıma bir şey geliyor.”
“Ne?”
“Bir plan. Ama başarılı olur mu bilmiyorum. Yine de deneyebiliriz. Barışalım mı? Anlatayım m?”
Sarıldı, “Anlat lütfen” dedi.
Yere oturmuş, plan yapan iki banka soyguncusu gibiydik.
“Avantajımız Lilo’nun el kadar küçük bir kaplumbağa olması” dedim.
“Avucumuzda mı uçağa bindireceğiz?” dedi.
“Hayır, o zaman görürler” dedim, “Neticede yaşayan, hareket eden bir canlı...”
“Bir de su kaplumbağasının suyun dışında fazla kalmaması lazım” dedi.
“Evet o da var” dedim. Devam ettim:
“Önemli olan x raydan geçirebilmemiz. Onu becerdik mi sorun yok. Nasıl yapsak, nasıl etsek?”
“Ben çantama sokayım” dedi, “Pembe sırt çantama.”
Birden bende bir ampul yandı, “Baksana, bu çok parlak bir fikir!” dedim.

ALYA NASIL YAPARSIN BUNU

Havaalanına ilerlerken heyecanlıydık.
Lilo, plastik havuzunun içinde şaşkın şaşkın bize bakıyordu, sanki o da heyecanlıydı. Havuzunun içindeki suyu biraz azalttık. Ve bir pastane poşetinin içine koyduk. Tepesine de Alya’nın yumuşak oyuncaklarından birini iliştirdik. Boarding kartımızı alırken Lilo, havuzunun içinde duracaktı.
Bütün bavullarımızı bagaja verdikten sonra, çaktırmadan tuvalete gidip havuzun suyunu boşaltacaktık, taşları çıkarıp başka bir poşete koyacaktık adayı da.
Ve sonra hepsini bir güzel kurulayıp, tekrar pastane poşetine koyacaktık.
Lilo’yu ne yapacağımızı soruyorsunuz...
Sırtına bir öpücük kondurup, ona şans diledikten sonra, ıslak kağıt mendillere sarıp, önce buzdolabında kullandığımız plastik kaplama kaplarından birinin içine, sonra da Alya’nın pembe sırt çantasına koyacaktık. O çantanın özelliği sırtının sert olması, böylelikle Lilo zarar görmeyecekti.
Derin bir nefes aldıktan sonra gümrükten ve x ray’den geçirecektik.
Ola ki biri, “Aaaa bu çantada harekete eden bir şey var, bir canlı...” filan derse, ben salağı oynayıp “Nasıl yani?” diyecektim.
Açıp gösterecekler.
Birden Alya’ya dönüp, “Alya nasıl yaparsın bunu!” diye çığlık atacağım.
Sonra da polislere, “Daha 6 yaşında, kaplumbağasına da çok bağlı, onu alamayacağımızı söyleyince, demek benden gizli böyle bir yola başvurdu, çok özür dilerim” diye açıklama yapacaktım.
Sonrası Allah kerim...
Bizim Lilo’yu alıp götürürler mi, bir pet dükkanına mı verirler, çöpe mi atarlar bilmiyoruz.
Benim bildiğim biz Alya ile böyle anlaştık.
Gözümün içine baktı, “Tek yol bu anne. Yapmalıyız” dedi.
Gerçekten de düşündüğümüz her şeyi yaptık, Lilo’yu ıslak mendillere sarıp, önce şeffaf saklama kabına, sonra pembe çantaya koyduk.
Altı tekerlekli sırt çantasını sürüklerken, tümseklerde Alya yavaşlıyordu, Lilo zarar görmesin ve çantanın içinde küçük bir deprem yaşamasın diye.
Derken geldik.
Gümrük memuru önümüzde dikiliyor, pasaportumuzu ve boarding kartımızı uzattık.
Memur gülümsedi.
Alya’ya “Evine mi dönüyorsun” dedi.
“Evet” dedi Alya.
O da gülümsüyor ama kızımın yüzündeki gerginlik anlaşılıyor.
Yalan söyleme alışkanlığı da olmadığı için birden bire, “Evet, eve dönüyorum. Lilo da benimle geliyor. Ama sizden gizliyoruz onu. Bakın bu çantanın içinde. Acele etmem lazım. Nefes alamayacak diye korkuyorum” demeye başlayabilir.
Allah’tan demiyor.
Şimdi x-ray cihazının önündeyiz.
Ben el çantamı koyuyorum, sonra pastane poşetini, içinde boş bir havuz, plastik bir ada, bitkiler ve taşlar olan...
Bir sorun yok.
Lap topumu koyuyorum, o da geçti.
Şimdi sıra, Alya’nın oyuncak çantasında.
İçimden dua ediyorum.
Evet, geçiyor.
O sırada x-ray’ci memur, Alya’ya takılıyor. “Senin ne güzel saçların var, buklelerin harika” diyor.
Alya da teşekkür ediyor, utanıyor, başını öne eğiyor ve o anda Lilo, x-ray’den geçiyooor.
Ve geçti.
Kimse bir şey söylemedi.
Alya çantasını kaptığı gibi tuvalete koşuyor.
Ana-kız bir kabine giriyoruz, hemen pembe çantayı açıyoruz, Lilo’yu ıslak selpakların arasından alıp, havuzuna koyuyoruz, Alya da pet şişeden havuza az biraz su döküyor, birden bizimki tekrar yüzmeye başlıyor. Adasını da koyuyoruz, tepesine çıkıyor, bize bakıyor ve selam çakıyor.

HEP BERABER BODRUM’A GİDİYORUZ

Ana-kız bir mutluyuz, bir mutluyuz.
Operasyonun birinci bölümü tamamdır.
Şimdi uçağa binmesi kaldı.
Planın ikinci aşamasına geçiyoruz. Tekrar Lilo’yu pastane poşetine koyuyoruz. Havuzunun içinde az suyla. Taş koymadık ses çıkarmasın diye.
Uçağa da problemsiz bir şekilde biniyoruz. Ayağımızın dibine yerleştiriyoruz. Tepesinde Alya’nın başka bir oyuncağı var, kimse şüphelenmiyor.
Yol boyu da keyfi yerinde mi diye kontrol ediyoruz.
Lilo, şu an bizimle İstanbul’da.
Yakında Bodrum’a gideceğiz.
Onu da, Hımm’ı da beraberimizde götüreceğiz.
Biz işte böyle kocaman bir aileyiz.
Her şey yolunda ve herkes rahatsa, ben de kendimi huzurlu hissediyorum.

ALDATMA HİKAYELERİ DEVAM EDİYOR

Hadi gel Facebook’ta ilkokul arkadaşımızı bulalım


Her şey Facebook yüzünden. Hani şu ‘Haydi ilkokul arkadaşlarımızı bulalım!’ modası vardı ya, gitti Facebook’ta, ilkokul arkadaşını buldu. İyi halt etti! İlişkimizin içine etti! Zamanla konuşmaların boyutu değişmiş, hediyeler gönderilmeye başlanmış. Ayrı şehirlerdeydiler. Buluşmuş, sevişmişler. Küçük araştırmalar sonucu öğrendim. Zaten inkar etmedi, “Bunları sana nasıl yapabildim? Hiç hak etmedin. Sen çok değerlisin” filan dedi ama iş işten geçmişti. Çok yalvardı, pişman oldu. Ben de, “Bir şansı daha hak ediyoruz galiba” dedim... Ama kopamadılar. Sürekli bir gel-git yaşadı. Hem o hem ben, içim almadı. Bitirdim. Bir insanı Faceook’a giriyor diye suçlayacak, ona yasak getirecek halimiz yok. Ama hep uyanık olmak gerekiyor. Oralar pek tekin yerler değil. (Filiz S.B. )

- Ah Filiz ah! Facebook, iş seyahati, spor salonu, market, tatil köyü, konferans, kongre, toplantı... Bunun sonu yok ki. Her zaman herkes için binlerce fırsat var. Evet uyanık olmak gerekiyor ama bir insanı sürekli kontrol altında tutmak imkansız. Ayrıca gördüğün gibi işe yaramıyor. Yakalandıktan sonra bile kopamıyorlarsa birbirlerinden, o zaman “Güle güle” demekten başka bir şey kalmıyor insana... Ya da: “Hadi canım ikile...”

Eşim üçlü aşk teklif etti

28 yaşındayım. Eşimle beş yıl önce tanıştık ve üç yıldır evliyiz. Tanıştığımız günden beri hayatımızda onun en yakın arkadaşı Orhan var. Eşim ne kadar düzgün, beyefendi ve klasik bir erkekse, Orhan da o kadar asi, serseri, zampara ve modern. İçten içe bizi kıskandığını, hatta bana karşı bir şeyler beslediğini hissediyordum. Nitekim haklı da çıktım ama gel gör ki, olabilecek en tuhaf şekilde!
Evlendikten sonra, her şey eskisi gibi devam etti. Sevgiliyken birbirimize karşı nasıl romantik ve anlayışlıysak, evlendikten sonra da değişen bir şey olmadı. Tek bir farkla: Eşim Orhan ile daha sık görüşür oldu. Bu sık görüşmelerin birinde, gece vakti, Orhan ile eşimin ‘sevgili’ olduklarını telefondaki mesajdan anladım. Eşim uyuyordu, şeytan dürttü su içmeye giderken cep telefonunu karıştırdım. Ertesi gün hiçbir şey belli etmedim. Çünkü bir mesaj yüzünden dünyamızı yıkmak istemedim. Şeytan ikinci sefer dürttü, biraz kafamı kullanarak eşimin mail şifresini buldum. İnan bu gibi durumlarda Allah yardım ediyor ve görmen/bilmen gereken bir şey varsa da sana yol gösteriyor. Mail kutusunda Orhan’dan gelen ve eşimin gönderdiği mailleri gördüm. Fakat üzülmem gereken yerde şoka girdim, neden mi?
Çünkü Orhan, eşime aşık olduğu kadar, bana da aşık olduğunu yazmış. Hem de defalarca. Eşim de üçlü bir aşk yaşamaya, benim sıcak bakmayacağımı yazmış. Ve bu konu aralarında uzun süre konuşulmuş. Çünkü mailler geçen yıla aitti. Orhan’ın en büyük hayali, bizim üçlü bir aile olmamızmış. Ayşe, lütfen bakar mısın şu duruma?
Olup biteni, gayet sakin ve aklıselim bir şekilde eşimle konuştum. İnanamadı önce, bu kadar şeyi nasıl öğrendiğime şaşırdı. Sonra durumu kabul etti. Hatta eğer kabul edersem, Orhan’ın teklif ettiği şekilde üçlü bir hayat dahi yaşabileceğimizi söyledi. Ben modern bir kadınım ama el insaf, bu kadar da değil! Ben aşık olarak, severek evlenmiştim o adamla ancak üzülerek boşanma sürecini başlattım. Eşim ve Orhan hâlâ beni çok sevdiklerini söylüyorlar. Eşim artık Orhan ile görüşmeyeceğini bile söyledi. Artık çok geç. Böylesine marjinal üçlü bir hayatın içine çekilmek, kabul edebileceğim bir şey değil. (Selma K.)

- Selma, başına gelen, pişmiş tavuğun başına gelmez! Şoke olmakta haklısın. Kim olmaz? Tamam herkesin hayatı kendine, herkes hayatı nasıl istiyorsa öyle yaşasın ama kimse de kimseye istemediği bir şeyi dayatmasın. Onlar yoluna, sen yoluna?

Bana dokunmuyordu

Her kadın gibi ben de bir şeyler hissediyor ama konduramıyordum. Çünkü kendi babası da, annesini bir zamanlar aldatmış, o da çok acı çekmiş. “Ben asla eşime ve çocuklarıma böyle bir acı yaşatmam” derdi, ben de inandırdım. Demek ki inanmak istiyormuşum.
Önce kafasına saç ektirdi, “Saçsızlığı sorun yapıyordu, varsın mutlu olsun” dedim. Sonra göbeğini dert etmeye “Yağ aldırayım” demeye başladı, spor yapması için teşvik ettim. Derken, ayrı yatmalar başladı. Bana dokunmamaya özen gösteriyordu. Sonunda bir gün dayanamadım, cep telefonunu karıştırdım. Eski bir arkadaşıyla erotik mesajlarını okudum. Ne kadar sarsıldığımı anlatamam. İnkar etmedi. Hatta kendince beni kıskandırdığı için gururluydu da. Kavgalar, kavgalar, sonunda boşandık. Olay ortaya çıktıktan sonra, çektiğim acıları anlatmam kolay değil. Her sabah uyandığımda sanki bir mangal ateş bağrımda yanıyordu, uyanmak istemiyordum. Yalnızlık duygusu, kızgınlık, kırgınlık, nefret, özlem, aşağılanmışlık, korku, aldatılmışlık, reddetme, kabullenme... Hangi duyguyu ararsan vardı. Arkadaşlarımın önerisiyle psikolojik destek aldım, kendimle, yaşadıklarımla yüzleştim. Beni hak etmeyen adamı, hayatımdan sildim. Şimdi kızımızla, yıllarca bizden esirgenen huzurun tadını çıkararak yaşıyoruz. Mahkeme sırasındaysa, aldatan sanki benmişim gibi çok çirkinleşti. Beni suçlu gösterip, maddi haklarımdan yoksun bırakmak için elinden geleni yaptı. Hala uğraşıyor. Allah ’a şükür birçok konuda adalet yerini buldu. Daha da güzel günlerin beni ve kızımı beklediğine inanıyorum. (Ela K.)

- Ne şahane, en azından hayatınızın ondan sonrasını düzenleyebilecek gücünüz var. Her şeyin en iyisini diliyorum sizin için.

Bir zamanlar aşık olduğum adam bir kez daha ihanet etti ve gitti

İlk sevdiğim, ilk öptüğüm, ilk sarıldığım, ilk güvendiğim adamdı benim babam. Sanki Süpermen’miş gibi her şeyi yapabilirdi benim gözümde. Evimize hiç tamirci girmezdi mesela. Her şeyi birlikte tamir ederdik. Bakışlarımı, gülüşümü, gergin sinirlerimi, kinimi, seyrek kaşlarımı hatta yürüyüşümü bile ondan aldım ben. Beni erkek gibi yetiştiren, hayatta kimseye ihtiyacım olmadığını, istediğim her şeyi yapabileceğimi öğreten adam. Gözümde göklere çıkardığım ve ufacık bir hatayla, her şeyi yerle bir eden adam. O anda bile öğretmeye devam etti. Bana, trilyonların da olsa, her kuruşunu dişinle tırnağınla kazıyarak bile kazanmış olsan, bir anda kaybedebileceğini öğretti. Dünyada hiçbir şeyin sonsuza dek var olmadığını öğretti. Ki bunu da, 19 Temmuz sabahı, kendisi de yok olarak öğretti. İçimde kocaman bir ateş yakıp gitti. Bir zamanlar aşık olduğum, bir zamanlar nefret ettiğim adam, bir kez daha ihanet etti ve gitti. (B.C.)

- Dünyanın en zor şeylerinden biri insanın babasını kaybetmesi. Başınız sağolsun. Azalmıyor da acı bilesiniz, içinizde donuyor. Hatırlatan herhangi bir şeyde, eriyor kalbinize akıyor. Ama yapacak bir şey yok. Ölümlüyüz. Sevdiklerimiz kayıp sonsuzluğa gidiyor elimizden. Yanılmıyorsam bir intihar hikayesi anlatıyorsunuz, bence babanız size ihanet etmek için kendini öldürmedi, çaresiz olduğu için, çareleri tükendiği için kendi kendini yok etti. Bence ona kızmayın, onu affedin.
Yazarın Tüm Yazıları