Erkek güzel mi kokmalı

BEN uykusuz ve yalnız gecelerin insanıyım. Her uykusuz insan gibi gece çok geç uyur, çok erken uyanırım.

Gece, gözlerin etkisi azalınca, insanın içindeki yarasa uyanır.

Duygular sivrilir, ultrason dalgaları halinde, gider bir yerlere çarpar ve geri döner.

Geriye dönen her şey o geceki avınızdır.

Bazen umut verici hayaller...

Bazen kapkara kábuslar...

* * *

Cumartesi sabahları, Ali Saydam ile Özlem Gürses’in Habertürk’te sundukları "Bildiğin Gibi Değil" programını kaçırmam.

Aslında gece yayınlanan bir programdır; ama ben sabahın köründe ikinci defa yayınlanan halini seyrederim.

Şu duyguya kapılırım.

Sanki, o saatte herkes uykuda olduğu için, davet edilen konuklar çok rahat konuşur, her şeyi anlatırlar.

Hiç bilmediğim yanlarını anlatırlar.

* * *

Geçenlerde Cem Yılmaz’ı izliyordum.

İflah olmaz bir Cem Yılmaz hayranı olduğum için baştan sona izledim.

Onunla çok yakın bir akrabalığımız bulunduğunu o sabah öğrendim.

Cem Yılmaz, yaptığı filmleri anlatıyordu.

Bir de yapmak isteyip de yapamadığı bir film varmış ki beni çok şaşırttı.

Yusuf Atılgan’ın "Anayurt Oteli" romanını yeniden filme çekmeyi istiyormuş.

"Ömer Kavur, filmi çok güzel çekti. Ben de bir başka türlü çekmek isterim" diyordu.

Cem Yılmaz bir komedi sanatçısı.

Böyle bir insan, "Anayurt Oteli" gibi, yalnız bir insanın ıstırabı ile niye ilgilenir ki?

Bir Anadolu kasabasının hüzünlü otelinde kendini asan gece bekçisinin, hayatı gülmek ve güldürmekle geçen bir komedyenle ne alıp veremediği olabilir.

Olur. Büyük komedyen olmak için, yalnız bir gecede kendinizi en az bir defa tavana asmanız gerekir.

Ruhunuza en az bir iki kere ilmik geçmeli.

Belki de sık sık geçmeli...

* * *

Cem Yılmaz
’ı seyrederken, Yusuf Atılgan’ı düşündüm.

Figen ve Enis Batur’un Ankara Yeşilyurt Sokak’taki evlerinde akşamüzerleri onunla yaptığımız sohbetler aklıma geldi.

Bir de Anayurt Oteli’ni ilk okuduğum akşamı hatırladım.

1976 yılında, Paris’in banliyösündeki evime giderken, gece yarısı benden başka kimsenin bulunmadığı o metro vagonu gözümün önüne geldi.

Romana orada başlamıştım.

Yapayalnızdım. Bomboş bir eve gidiyordum.

Kendi evime darağacı kuracak kadar bile mecalim yoktu. Ne kendimi asacağım üç beş metre ipim, ne boynuma geçireceğim bir ilmik vardı.

İçimdeki yazarı ilk defa o gece keşfetmiştim.

Çok acemi, çok beceriksiz, çok da sallapatiydi.

Ama bendim...

* * *

Dün sabahki konuk ise Fatih Terim’di.

Her zamanki gibi, parlak mor bir kravatı vardı.

Her zamanki gibi egosunu cömertçe sergiliyordu.

Aksesuvarlarını anlatıyordu.

Kolundaki saati, İtalya’nın eski Başbakanı Berlusconi vermiş.

Üzerinde onun imzası ve Milan takımının amblemi varmış.

Parmağındaki yüzüğün üzerinde eşinin ve kızlarının ismi varmış.

Modern çizgilerden nasibini bol bol almış gözlüğünü eşiyle birlikte seçiyormuş.

* * *

Ama beni en çok, erkeklerle ilgili sözleri etkiledi.

"Erkek temiz kokmalı" dedi.

"Güzel görünmeli..."

Asıl önemli sözleri arkasından geldi.

"Erkek ille başkaları için değil, kendisi için de güzel olmalı..."

O sözleri dinlerken içimdeki narsist uyandı.

Yıllardır başkalarına inanıp "ayıptır" diye kömürlükte sakladığım özsevici yanım, kendine iyi bir müttefik bulduğunu anlayıp kapıları tekmelemeye başladı.

Narsist yanım yüz buldu, kendini azat etti.

Ben de rahatça düşünmeye başladım.

İnsan gerçekten kendisi için de güzelleşmeli.

Her sabah aynalara kendisi için de bakmalı. Kendine çekidüzen vermeli.

Sonunda kendi kendimizin en iyi jürisi, yine kendimiz değil miyiz?..
Yazarın Tüm Yazıları