Elde şampanya idam izlemek

İstiklal Caddesi’ne kravatsız çıkılmazmış, eski bayramların tadı kalmamış, İstanbul eskiden böylemiymiş...

Haklılık payı olsa da, nostaljik söylemin dışında hiçbir şey ifade etmiyor.

Londra’da yılbaşı gecesi ağır yaralama vakasına tanık olup, zenci gençlerin araba camları kırdığını gözlerimle gördükten sonra özlem dolu bu söylemlerin artık komik olduğunu anladım.

Dünya eski dünya değil ki, İstanbul eski İstanbul olsun...

Eskiden elde şampanya internetten idam da izlenmezdi.

2007 yılbaşı tarihe öyle geçti.

Saddam’ın asılma görüntüleriyle yılbaşı arsızı Londra turistlerinin eğlencesi kafamda yan yana yer aldı.

Gözlerimle gördüm, kafasında yılbaşı kukuletası elinde birasıyla internet kafe önünde Saddam’ın idamını izleyen gençleri...

İngilizler de bu yüzden, nerede o eski Londra diyorlar...

Yılın son gününde The Times’ın yaptığı araştırmada, İngilizlerin yarısından çoğu son beş yılda Londra’nın daha kötüye gittiğini düşünüyor.

Önümüzdeki beş yılda daha da kötüye gideceğini söyleyenler de yüzde 60 civarında...

"20 yıl önce metro çıkışında gazete makinelerinin yanında şeffaf para kutuları dururdu da, kimse dönüp bakmazdı. Herkes parasını atar gazetesini alırdı.

"Şimdi olsa, anında çalarlar o kutuları" diye iç geçiriyor İngilizler...

İstanbul da 20 yıl önceki İstanbul değil, Londra da...

İnsanlık da...

Elde şampanya idam izleyen bir dünyada, "Nerede o eski..." diye başlayan cümleler kuracak insan da kalmayacaktır yakında...

Bayram röportajı

Bayramda ilan sayısı da, haber sayısı da, köşe yazarı sayısı da azaldığı için gazete hazırlamak zordur.

Bu yüzden bayram öncesinde hazırlanan röportajlar özel önem kazanır.

Okurlar için de en eğlenceli bölümler bunlardır bayram gazetelerinde.

Bu yıl bayramda en keyifli röportajları Milliyet’te okudum.

Üç komedyene üç ünlüyle röportaj yaptırmışlar.

Kadir Çöpdemir, Süleyman Demirel...

Ata Demirer, Fatih Terim... Okan Bayülgen, Kadir Topbaş...

Beğeni sıralamam da aynen yazdığım gibi, Kadir’in röportajı en iyisiydi.

Kelebek’teki Feraye Tanyolaç röportajını dün yazmıştım.

Hürriyet Spor’da kulüp başkanlarının ünlülerin sorularını yanıtlaması da bayram gazetelerinin bir başka iyi fikriydi.

Çimmekten yüzmeye geçmek

AKP Kars Milletvekili Zeki Karabayır, 55 yaşında yüzme öğrenmiş.

Yüzmeyi nasıl öğrendiğimi hatırlamadığım için etrafımdaki yüzme bilmeyenler her zaman garibime gitmiştir.

Üç tarafı denizle çevrili ülkede yüzme bilmeyen insan sayısının bu kadar çok olması şaşırtıcı.

Deniz ülkesi olup, denizi yüzmek için de, seyretmek için de, ulaşım için de kullanmayan bir başka ülke daha var mı acaba?

Bu yüzden Karabayır’ın çabasını takdirle karşıladım.

Bravo dedim.

Hiç kompleks yapmadan çocuk havuzunda başlamış antrenmanlara.

"Çocuklar beni çırpınırken görüp gülüyorlardı" diyecek kadar da kendisiyle barışık.

Karabayır’ın 55 yaşında yüzme öğrenmesi, Türkiye’nin çimmekten yüzmeye geçmesi yolunda unutulmayacak bir adımdır.

Hakkasan Türk gibi...

Kanyon’da açılacak olan Hakkasan’ın Londra’daki tek dükkanının en önemi müşterileri de Türkler.

Bunun en büyük nedenlerinden biri de, Hakkasan’ın Hong Kong asıllı sahibi Alan Yau’nun eşinin Türk olması...

Restoranda 30’un üzerinde Türk çalışıyor, genel müdürü de Adnan Özkara adlı bir Türk.

Alan Yau, Wagamama’yı yaratan adam.

Ortaklarıyla sürtüşme yaşadıktan sonra Wagamama’daki hisselerini satıyor ve Hakkasan’ı kuruyor.

Kısa sürede Londra’da popüler olan Hakkasan’ın dışında Yauatcha ve Busaba adıyla iki restoran markası daha yaratıyor Alan Yau...

Kanyon’da açılacak olan Hakkasan, dünyadaki ikinci şube olacak. Mayısın 15’ine yetiştirmeye çalışıyorlar.

Gittiğimiz gece Türklerin olduğu masalar çoktu, ünlü sima olarak bir tek Ergun Gürsoy’u gördüm, ben çıkarken ailesiyle birlikte restorana giriyordu.

Hakkasan’ın balığı da, haşlanmış karidesleri de, eti de iyiydi.

Türkiye’nin damak zevkine Wagamama’dan daha çok uyacak gözüküyor.

Ama şunu söylemeliyim ki, bizim Hüseyin Özer’in, Oxford Circus’taki Özer’de yaptığı ördekli börekler Hakkasan’da iyi...

Sudoku hastası oldum

Sudoku’ya sardırdım bu aralar fena halde.

Bile bile hastalığa yakalanmak buna denir herhalde.

Takıntıya dönüştüğünü, bağımlılık yarattığını Sudoku oynayanlardan bilmeme rağmen kaptırdım kendimi...

Bir-iki çözeyim derken, baktım hırs yaptım kopamıyorum olaydan.

Gazetelerin hiç bakmadığım bulmaca sayfalarını arar oldum.

Durun şuradaki kutuyu bitireyim geliyorum...
Yazarın Tüm Yazıları