Düşüşten Rönesans'a

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Batılı Türkologlardan Erich Zürcher bir süredir Hollanda'nın ünlü Leiden Üniversitesi'nde çalışıyor. Meslektaşlarının söylediğine göre, bu yılki başlangıç dersinin başlığı, ‘‘Modern Türkiye'nin yükselişi ve düşüşü’’ymüş.

‘‘Yükseliş ve düşüş’’ sözcüklerini içeren başlıklar daha çok büyük imparatorlukların görkemli dönemler sonrasındaki batışlarını anlatan kitaplar için kullanılır; Roma'nın ya da Osmanlı'nın yükselişi ve düşüşü gibi.

Zürcher de, herhalde, ‘‘Mustafa Kemal'in yarattığı Türkiye Cumhuriyeti, başarılı atılımlarının ardından artık bir tükeniş ve bitiş sürecine girmiştir’’ demek istemiş olmalı.

Aslına bakarsanız, yalnız onun tarafından değil, son zamanlarda ikinci cumhuriyetçilerce ve yabancı dilli üniversitelerde yahut dışta okuyan Türklerce de savunulan bir görüştür bu. Onlara göre, Türkiye'de değişik temellere oturtulmuş yeni bir devlet düzeni kurmak gerekir.

Özal'ın laiklik dozu düşük ve dincilik dozu yüksek, başkanlık sistemine dayalı ve federatif yapılı devlet modeline benzer bir şey.

Acaba öyle mi? Acaba, yaşanan başarısızlıklara ve hayal kırıklıklarına bakarak çaresizlik içinde başlangıçtakinden farklı bir cumhuriyet anlayışına mı sıçramak gerekir? Yoksa, eski gücü ve atılımcı dinamizmi yeniden canlandırmak için yapılabilecek bir şey var mıdır?

Yapılması gereken, partiler yelpazesinin solunda başlangıçtaki o devrimci yaklaşıma yatkın bir siyasal gücü yaratıp halkın çoğunluğunu arkaya alarak iktidara yürümektir. Başka türlüsü, şimdi olduğu ve yaklaşan seçimler sonrasında da olacağı gibi, özde cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle çatışan sağ ağırlıklı hükümetlere ülkeyi teslim etmek demektir.

Ama, solda devrimci bir siyasal güç yaratıp iktidara yürüyebilmenin de iki temel koşulu var.

Birincisi, hareket noktası ve yönelinecek hedefler bakımından düşünce berraklığına varmak. Sol kesimin Özalcı düşünce kırıntılarından ve ikinci cumhuriyetçi şaşkınlıklardan arındırılması gerekiyor.

İkincisi, parlamento yelpazesinin solunda yer alır gözüken partilere musallat olmuş hastalıkları gidermek. Aile ve hizip tekelciliğinin son bulması ve bütün güçlerin sağlıklı bir toparlanmayla yan yana getirilmesi şarttır.

Sonrası için muhtaç olunan kuvvet, damarlardaki asil kandan daha çok, cumhuriyetin kuruluş felsefesinde mevcuttur: Ulus-devlet, ulusal egemenlik, bağımsız düşünce, halkçı ve devrimci yaklaşım ilkeleriyle sorunların üzerine gitmek. Böyle yapınca görülecektir ki, ülkenin gereksinimlerine uygun düşen stratejik planlamayla ve düzeltilmiş bir kamu girişimciliğinin sağlamlığına oturtulan özel kesim dinamizmiyle aşılamayacak engel, çözülemeyecek ekonomik ve sosyal sorun yoktur.

Türkiye'nin gereksinim duyduğu, böyle bir yeniden doğuş ve çağdaş ortamlara göre biçimlendirilmiş büyük bir ulusal ‘‘rönesans’’tır. İçteki yobazların özlediği gibi bir Ortaçağ'a dönüş ya da dıştan aşılanmak istendiği gibi sözde küresel bir aldanmaya sürükleniş değil.



Yazarın Tüm Yazıları