Din kimsenin tekelinde olmamalı!

İSLAM’ın insana ulaşmadaki metodu "sevdirmek ve müjdelemek"tir. "Zorlaştırmak" veya "korkutmak" değil.

Dini anlatanların, ilahiyatçıların despotça ve dinin tek temsilcisi gibi konuşmaları yanlıştır. Birilerine sataşmaları, şahsi yatırımcılık yapmaları, politik göndermelerde bulunmaları doğru değildir. Halkın anlayamayacağı tarzda ağdalı, ağır ve sınırı zorlayan akademik çalışmaları halka değil, özel ilmi toplantılarda gündeme almaları gerekir. 1400 senelik İslami mirastan kopmadan, modern dünyayı da iyice tanıyıp ihtiyaca göre halka gitmeleri gerekir.

Gençleri kazanacak, onları zararlı felsefelerden uzak tutacak bir yöntem seçmeleri gerekir. Kendilerini yenilemeleri, camiye gelen halkın ayağına gitmeleri şarttır. Konuşurken, yazarken; Allah için Allah’a sığınarak, takvayla, samimiyetle, hissederek, hissettirerek, hurafe ve bidatten uzak, her kesimi kuşatacak bir yol bulmaları gerekir. Sipariş fetva değil, dinin istediğini söylemeleri gerekir. Aksi takdirde gençleri satanizme, olgunları nefislerine itmiş olurlar.

* * *

Diyanet görevlileri, ilahiyat fakültelerinin öğretim üyeleri, özel olarak kendilerini yetiştirmiş olanlar, dini kaynaklara ulaşabilenler, kendi birikimlerini halka yansıtma hakkına sahipler. Bu ülkede kimseden de icazet almamalılar. Hiç kimse bu konuda tekel hakkına sahip değildir. Din de bu tekel hakkını tanımaz. Tanısaydı bu kadar mezhep çıkar mıydı? Aksi halde içtihadın kapısını kapatırsınız. Dini, kazuistik, yaşanmaz, uygulanmaz bir hayal haline getirirsiniz.

Muhteşem bir dini; kim, ne adına, hangi yetkiyle temsil eder! Hiç kimse. Bunun sınırları herkesi aşar. Adı-sanı, makamı, mevkii, ilmi, birikimi vs. ne olursa olsun hiçbir fani Kuran ve Hz. Muhammed (SAV) adına konuşamaz. Ancak ondan aldığını anlatır, o kadar. Ötesi boş sözdür, iddiadır, tutarsız ve hoş bir avuntudur. Hz. Peygamber’in (SAV) bir sefer sonrası, anlaşma-sözleşmeye "Allah ve Resulü adına imza atıyorum" diyen sahabeye, "Hayır, kendi adına anlaşmaya imza at, benim adıma değil" demesi yeterli bir ders vermiyor mu?

Hz. Peygamber (SAV), namazı uzattığı için arkadaki cemaati yormuş olan Muaz bin Cebel’i (RA) yanına çağırır ve şöyle buyurur: "Sen bu hareketinle insanları fitneye mi uğratıyorsun Muaz! İhtiyar olabilir, hasta olabilir cemaatte."

Namazlarda daha çok ayet okuyayım çizgisini, yeterli kadarınca oku çizgisine çeken bir muhteşem uyarı.

Geçenlerde gazetelere yansıyan bir röportajda en güzide kuruluşlarımızdan olan Diyanet’in bir görevlisi, "tele vaizlerden" şikáyetçi olmuştu. Televizyonlarda dini anlatmak veya sorulara cevap vermek "tele vaiz" olarak nitelenecekse bunu yıllarca Diyanet de yürüttü. Ve yürütülmeli de. Hálá da haftalık periyotlarla yürütüyor. Bizde genel tespitler yapmak, vitrine çıkmaya çalışmak hastalığı vardır. Belki, şu tarzdaki dini temsiller hatalıdır denseydi problem olmazdı.

Peki, şikáyet niye! Biz etkili olamıyoruz da başkası neden etkili oluyor diye televizyonlara çıkan hocalarımıza ve ilahiyatçılarımıza sitem etmek neden? Siz de etkili ve faydalı olun. Kavga etmeden, magazine malzeme olmadan, duruşunuzu bozmadan televizyonlarda din anlatmak tabii ki sizin de hakkınız. Hakkınız gasp edilmedi ki!

Burada şu sorunun cevabını vermeli bu tür röportajı verenler: Biz neden etkili olamıyoruz? Neden program yaptığımız televizyonlarda istenilen izlenme oranlarını yakalayamıyoruz? Veya neden programlara çağrıldığımızda hemencecik ürküyoruz, korkup siniyoruz? Çarşıda, sokakta bizi görenler neden koşup bizleri kucaklamıyorlar? Eksiğimiz nerede? Belki de bu makamları hak edemiyoruz. Düşünüp özeleştiri yapalım.

Bunu düşünmeli herkes. Sabah kuşağında program yapan bir hanımefendi, beni programına çağırdığında, "Magazin ağırlıklı programa katılamam" demiştim de şu cevabı vermişti: "Biz gelecek ilahiyatçı buluruz o halde. Siz gelmezseniz bizi başkasına mahkûm edersiniz. Din adına konuşma yetkisini temsil ettiğini zannedenler ya konuşmalılar veya oturup konuşanları dinlemeliler."

* * *

Televizyon ekranı; cami, Kuran kursu, konferans salonu değildir. Bu yerlerin her birinin kendine göre hitap üslubu ve tarzı vardır. Bunları karıştırırsanız, karışırsınız. Kenarda kalırsınız. Televizyonlara çıkan ilahiyatçı arkadaşların da; vakur, hassas, saygın, mesafeli ve ne verdiğinin veya vereceğinin farkında olması gerekir. Magazinleşmemeli, şov malzemesi olmamalı, ısmarlama fetva vermemeli, Allah ne buyuruyorsa onu iletmeli.

Dini anlatmak, her ilahiyatçının görevi ve hakkıdır. Yeter ki doğru ve faydalı konuşsun veya yazsın. Bundan rahatsız olup, eyvah tekeli kaptırdım diye hayıflanmak ilim adamına değil, şahsi yatırımcılık yapan hesap adamlarına yakışır.

SORALIM ÖĞRENELİM

Namazda aklıma dünyalık şeyler geliyor. Namazıma engel olur mu?

Ali AKIN/MANİSA

Namaz aslında kişinin Allah ile konuşması, O’na imanını, kulluğunu ifade etmesidir. Gerçek anlamda namaz kılan kişi, her türlü dünyalığı seccadenin dışında bırakmalıdır. Bununla beraber namaz esnasında bu tür şeylerin akla gelmesi namazı bozmaz. Belki manevi lezzetini azaltır.

Namazda Fatiha’dan sonra "amin" diyoruz. Bu ne demektir.

Tuğba ÇELİK/SİNOP

Amin, "Allah’ım duamızı kabul et" anlamına gelir. Bazı dilcilere göre; "Allah’ım ümidimizi boşa çıkarma" gibi anlamlar da taşır.

Beni isteyenler oluyor. Ama son anda vazgeçiyorlar. Kısmetim kapalı mı?

Nurcan GÖZCÜ/KARABÜK

Kısmetin kapalılığı veya birilerinin kısmeti kapatması söz konusu olamaz. Tabii ki evliliğin bir zamanı vardır. Zamanı gelince bütün engeller kalkar ve nasip olur. Zaman zaman görülen gecikmeler mutlaka sizin lehinizedir. Bilmediğiniz hikmetleri olabilir. Siz ümidinizi kaybetmeden en doğru kararı vermeye çabalayın.

Ölen babam için 52 mevlidini mi okutayım yoksa fakir mi doyurayım?

Fazıl KÜRKÇÜ/BİTLİS

Dinimizde 40., 52. gün mevlit okutma zorunluluğu yoktur. Böyle bir emir de bulunmamaktadır. Mevlit okutmak ise güzel bir gelenektir. Çünkü bu yolla bir araya gelinir, fakir doyurulur ve dayanışma sağlanır. Dualar yapılır. Bütün bunlara rağmen gerçek muhtaçları doyurmakla bu güzel geleneği yerine getirmiş olursunuz. Belki daha da iyisini yapmış olursunuz.
Yazarın Tüm Yazıları