Dilim döner gelmez sözüm (6)

YOKTUR daha bir eşi, tarihiyle derinliklere uzanan bir ırk, soy –ya da nasıl denirse- Türk’ten başka, dilini sürekli eloğluna kaptırmış olsun!

Haberin Devamı

Yine herhalde yoktur Türkçe’den bir başka dil, onca “istila”ya karşın omurgası kırılmamış, canını yitirmemiş olsun.
“Anadolu’nun kapılarını Türklere açan” Alparslan’dır ya, Selçuklular’ın devlet katında “farsça” konuşulur!
Düşüncenin derinliklerinde Türkçe’ye söz düşmüyor olmalı! Dilini anlamasak da beyit beyit derinleşmiş bir düşünce anıtı olduğuna inandırıldığımız “Mesnevî”yi, Anadolu’ya geldiğimiz o 1071’den iki yüz yıl sonra, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi “farsça” yazmıştır.
* * *
Mevlâna’nın 1273’de ölümünden sonra dört yıl geçmiştir, 13 Mayıs 1277’de, devlet katında Türkçe’nin yüceltildiği ilk kez duyulur. Karamanoğlu Mehmet Bey bir ferman yayınlar, der ki:
“Bugünden geru divanda, dergahta, bargahta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır.”
* * *
Mevlâna öldüğünde bir yaşında olan Âşık Paşa, altmış yaşlarına vardığında yazdığı 12 bin beyitlik “Garipnâme”sinde, Mesnevi’nin karşısında Türkçesiyle durur gibi, yıl olmuş 1329, yakınıyordu yine de: “Türk diline kimesne bakmaz idi - Türk dahi bilmez idi o dilleri.”
Aradan yüz yıl geçer neredeyse, Türkçe, dillerden düşmeyen uzun bir “kaside” ile ancak sesini yükseltir. Adı “Vesîletü’n Necât - Kurtuluş Vesilesi” olsa da 1410 yılında Süleyman Çelebi’nin yazdığı “Mevlid”, etkileyici Türkçesiyle benimsenip yaygınlaşır.
Ya Osmanlı? O kocaman imparatorluk cüssesiyle oturur üstüne Türkçe’nin ve hiç kalkmaz. Ve geride büyük şairleriyle, artık hiç anlaşılmayan diliyle, ıssız çölde görkemli bir anıt gibi, bir Divan Edebiyatı kalır.
* * *
Arapça’yı, Farsça’yı pek sevmişken, birden o güzelim batılılaşma sevdasıyla Fransızca’ya açtığı dağarcığını, başdöndürücü teknolojik buluşlarıyla başedilmez gücün sözcüsü diye İngilizce söyledikleriyle tıka basa doldurmada Türkçe artık. Ve Mustafa Kemal Atatürk şöyle demiş, 1930’da: “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
“Bir gün olur” umuduyla tarih üstünde dilimizi kaydıra kaydıra sürdürdüğümüz bu yazılardan ayrılırken yine de dilerim ki:
“Münderacatı lisan mevzuuna temerküz olunmuş, adeta bir tefrika halinde tahrir etmiş bulunduğum maruzatım, tahsisen lisanımızın inkişafını iştiyakla ve kalben ve dahi fikren arzu edenlere, her hâl ü kârda bir katre de olsa, neticeden faideli olmuştur. Bu ümid ile mülâhazat hânesini huzurlarınıza terk ediyorum. Bâki kalın, efendim.”Anladınız, değil mi? Evet, anladınız.


 

Yazarın Tüm Yazıları