Devleti küçültmeden istikrar sağlanamaz

TÜRKİYE tarihinin en ciddi ekonomik krizlerinden birini 1970'li yılların sonunda ve 1980'li yılların başında yaşadı.

Mal kıtlıklarını ve yakacak olmadığı için evde palto ile oturulduğu dondurucu kış mevsimlerini o dönemde yaşayan herkes hatırlarlar.

Makro ekonomik açıdan bakıldığında, 1980'in başları o kadar da kötü değilmiş denecek kadar Türkiye'nin şimdi dengeleri şaşmış durumdadır. Yine o günleri hatırlayanlar döviz yokluğunun ve mal kıtlıklarının devletin büyüklüğüne bağlandığını bilirler. 1980 yılının başında açıklanan istikrar programının ana ilkesi devletin ekonomideki ağırlığının azaltılmasıydı.

NEREDEN NEREYE

Rakamlara bakıldığında, o dönemde devlet göreli olarak büyük değilmiş! Tersine, devlet çok küçükmüş. 1980 yılında bütçe harcamalarının milli gelire oranı yüzde 20.7 imiş. Devletin iç borçları ise, Merkez Bankasından kullandığı krediler de dahil olmak üzere, milli gelirimizin yüzde 10'unun altındaymış. Meğerse, o dönemin krizini atlatmak bugüne göre çok daha kolaymış.

1980'lerde gerçekten devletin küçülmesine yönelik girişimler yapıldı. Devlet bütçesinin milli gelire oranı Körfez Krizi'nin çıktığı 1990 yılında yüzde 17.3'e kadar düşürülebilmiş. Bütçe açığı milli gelirimizin yalnızca yüzde 3'ü kadarmış. Aynı dönemde, kambiyo ve dış ticaret alanlarında yapılan çeşitli yapısal reformlarla devletin eli bir anlamda ekonominin üzerinden kaldırılmış.

1990'larda iyice saçmalamışız. 2003 yılına gelindiğinde, kamu finansmanı açısından işin içinden çıkılmaz bir duruma gelmişiz. Bugünkü rakamlara baktığımızda, 1980'lerde, bırakın devletin büyüklüğünü, devletin çok küçük kaldığını dahi iddia edebiliriz. Bugünkü rakamlar korkutucu.

2002 yılında bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 14 oldu. Devletin iç borçlarının milli gelire oranı ise yüzde 55'in üzerinde. 2002 yılında bütçe harcamalarının milli gelire oranı yüzde 40'ın üzerinde gerçekleşti. 2003 yılı bütçesinde de harcamaların milli gelire oranının yüzde 42 olması hedefleniyor. Yani, reel anlamda, devlet bütçesini 1990 yılından bu yana 2.5 kat büyütmüşüz. Devlet ekonominin üzerine çökmüş. Böyle devam etmesi elbette mümkün değil.

SONUÇ ACIDIR

Bu şartlarda Türkiye ekonomisinin kalıcı bir ekonomik istikrara kavuşması olanaksızdır. Neredeyse, ülkede üretilen milli gelirin yarısını harcayan, altıda biri kadar finansman açığı veren ve mali kesimin toplam büyüklüğü kadar borcu olan bir devlet ancak ekonomik istikrarı bozabilir, istikrarı tesis edemez.

Sonuçları ne olursa olsun, Türkiye'de devlet küçülmek zorundadır. Harcamalarını kısmak zorundadır. Harcamaları kısarken, vergi oranlarını düşürüp vergi gelirlerini de azaltmak durumundadır. Bugüne kadar harcamalar tespit edilip gelir ihtiyacı bulundu. Bundan sonra gelir tahmini yapıp harcamaları ona göre planlamak durumundayız.

Sonuçlar elbette acı olacak. Ama, devleti küçültememenin de sonuçları acı olacak. Dolayısıyla, zorla ve çaresizlikten değil de, kendi isteğimizle devleti küçültmeye çalışırsak, acıyı biraz olsun hafifletme olanağımız olacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları