Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın diplomatik atılımları

PARLAMENTER rejimde dış politikanın yürütülmesinde başlıca sorumluluk Başbakan’dadır; çünkü parlamentoya hesap verecek olan odur. Cumhurbaşkanı daha çok sembolik ziyaretler yapar, fakat yine de yanına bir hükümet üyesini alır. Bir anlaşma imzalanacaksa onu bakan da imzalar.

Oysa zaman zaman, özellikle Özal ve Demirel devrinde cumhurbaşkanları dış politikada çok aktif oldular. Abdullah Gül de, eski bir Dışişleri Bakanı olarak kazandığı tecrübe ve o görevde bulunduğu sırada yarattığı olumlu imaj ile yoğun diplomatik faaliyet içinde.

Bugün Türkiye ve Ermenistan milli takımlarının karşılaşmasında hazır bulunmak üzere Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın davetlisi olarak Erivan’a gidiyor. Ziyaretinin başarılı ve herhangi bir aksilik veya tatsız olay vuku bulmadan geçmesini temenni ederim.

* * *

Doğrusu Erivan ziyareti konusunda başından beri bazı tereddütlerim vardı. Kararın son dakikaya kadar açıklanamaması, Cumhurbaşkanı’nın da bazı tereddütleri olduğunu gösterir. Gül’ün bu ziyaret sonunda Türkiye ile Ermenistan arasındaki çok karmaşık sorunların hiç değilse bir iki tanesi üzerinde bir çözüm olasılığı belirmesini beklediğini varsayabiliriz.

Türk ve Ermeni diplomatları arasında geçen aylarda Avrupa’da yapılan toplantılarda bizim taraftan önceliğin tarihçilerin bir araya gelmesine verildiği anlaşılıyor. Acaba Erivan’da bu yolda veya sınırın açılması konusunda bir ilerleme mi umuyoruz?

Unutmamak gerekir ki ilişkilerin normalleştirilmesinde en önemli adım, sınırın açılmasıdır. Gürcistan’daki kriz ve sürekli istikrasızlık ihtimali karşısında bu alanda bir uzlaşmanın artık sadece Ermenistan’a değil, Türkiye’ye de yarar sağlayabileceğini göz ardı etmemeliyiz. Çözüm bekleyen sorunların hiçbirinde bir ilerleme işareti belirmezse yine de başarıdan bahsedebilecek miyiz?

Olabilir, çünkü ziyaret çok sıcak bir atmosferde geçerse, dışişleri bakanları, devam edecek olan buluşmalarında daha kolay ilerleme kaydedebilirler. Ne var ki, somut sonuç vermeyen bir ziyaretin iç politikada polemikleri tahrik etmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Ziyaretin kuşkusuz Azerbaycan yönü de var. Azerbaycan hükümeti herhangi bir itiraz ileri sürmediyse de Azerbaycan basınından, sivil toplumundan ve akademisyenlerinden düş kırıklığı belirten tepkiler geldi.

Bunlar normal karşılanabilirse de Türkiye’nin Ermenistan ile sürekli kötü ilişkiler içinde bulunmasının Karabağ sorunun çözümüne nasıl bir katkı sağlayacağını anlamak zor.

Başbakan Tayyip Erdoğan’a gelince; o Suriye Başkanı Beşar Esad’ın daveti üzerine perşembe günü Şam’daydı. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Katar Emiri ile birlikte dörtlü bir toplantıya katıldı. Sarkozy daha önce Türkiye’nin Suriye ile İsrail arasında barış müzakerelerin başlamasındaki rolünü görmezlikten geliyordu.

27 Ağustos’ta Paris’te yapılan büyükelçiler toplantısındaki konuşmasında Suriye ile İsrail arasında barış sürecini sahiplenerek şunu söylemişti: "Suriye, zamanı gelince, İsrail ile yapacağı doğrudan müzakerelerde ve barış için anlaşmaya varılırsa bu anlaşmanın uygulanmasında Fransa ile ABD’nin ortaklaşa kolaylaştırıcı bir işlev üstlenmelerini bekliyor."

Türkiye’nin önemli katkısına bir atıf bile yoktu! Neyse Şam’daki toplantıda Türkiye’nin inisiyatifini övdü ve onun katkısının devamına ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.

* * *

AKP hükümetinin Ortadoğu ve Kafkasya’da aktif, yapıcı ve uzlaştırıcı bir rol oynadığı kabul edilmelidir. Fakat dış politikanın öncelik sırasında bir hata yok mu sorusu ister istemez akla geliyor.

Hiç değilse aynı miktarda enerjinin Avrupa Birliği üyelik sürecinin hızlandırılmasına ve onunla bağımlı olan Kıbrıs meselesinin çözümüne hasredilmesi doğru olmaz mıydı?

Evet, Kıbrıs’ta Talat ile Hristofyas arasındaki görüşmeleri destekliyoruz, fakat çözümün temel parametreleri konusundaki tutumumuzun çizgileri iyice belirlendi mi?
Yazarın Tüm Yazıları