Bu günahı kim ödeyecek?

MİLLİ Eğitim Bakanlığı, geçen yıl okula başlayan 60-66 aylık öğrencilerin yaşadığı uyum sorunu nedeniyle 4+4+4 sisteminde revizyona gidecekmiş.

Haberin Devamı

Vatan’ın haberine göre 60–66 aylıkların okula başlama kararı veliye bırakılmıştı. Şimdi veli onayı yanı sıra, uzman komisyon onayı da istenecek.
Başbakan’ın kulakları çınlasın! Çocuklarının okula o yaşta başlamasını sakıncalı bulan velilere demediğini bırakmamıştı.
Tam bir yıl önce bu endişeler içinde olan velilere şöyle seslenmişti:
“Gidip rapor alanlar var. Bunları evlatlarına ihanetle vasıflandırıyorum. Bu çocuklar geri zekâlı mı?”
Zekâ tartışmasına hiç girmeyeceğim, çocuklara ihanet eden kim acaba diye merak ediyorum!
Habere göre 40 dakikalık derslere 60–66 aylıklar uyum sağlayamamış. Dinleme bozukluğu ve dikkat dağınıklığı söz konusu, bunun için dersler 20-30 dakikaya indirilecek.
60–70 aylık çocuklarla 71–84 aylık olanlar ayrı sınıflarda toplanacak.
Dersliklerin de bu yaştaki çocuklar için uygun olmadığı ortaya çıktı. Sıra boyları onlara göre değil. Şimdi bunun için minderli derslikler oluşturulacak. Okulların çatılarına ve bodrumlarına oyun alanları yapılacak.
66 ayın altındaki her beş çocuktan dördü okumayı sökemedi. Yüzde 67’si en az bir kez altına kaçırdı. Öğretmenlerin yüzde 65’i de zaten bu yaştaki çocuklara eğitim verebilecek meslek içi eğitimden geçirilememişti.
Bütün bunlar bir gece yarısı gündeme getirilen ve Milli Eğitim Bakanı’nın bile haberi olmayan 4+4+4 sistemi yüzünden oldu.
Yüz binlerce çocuğun geleceği, AKP’lilerin imam hatiplerin orta bölümlerini açma hırsları yüzünden karartıldı.
Bütün bu yaşananlar, bir yıl önce uzmanlar tarafından söylenmişti, ama uzmanları dinleyen kim ki zaten?
Başbakan mimariden tutun da eğitimciliğe kadar her şeyin “tek bileni”, onun dediği oldu, sonuç ortada!
Bu kadar çocuk ve velileri utangaç da olsa bir özrü hak ediyor. Özür o çocukların yaşamları boyunca yaşayacakları sorunları hafifletmeye yetmez elbette.
Ama hiç olmazsa pişkinlikle karşılaşmayalım!

Haberin Devamı

Demokratik haklar ‘taviz’ değildir

DÜN hükümetin demokratik reformlar konusunda elini ağırdan almasını ve demokratik reformların yapılmasını PKK’nın silah bırakmasına endekslemesini eleştiren bir yazı yazmıştım.
Bazı okuyuculardan beklemediğim bir tepki aldım.
Tepkiyi “taviz vermek” olarak özetleyebilirim.
Demek ki Türkiye’de belli bir kesim, demokrasinin tüm kurumlarıyla işler hale gelmesini, yargılamalarda evrensel adalet ve insan haklarının gözetilmesini bir “taviz” olarak görüyorlarmış.
Hayır, bunlar “taviz” değildir, Türkiye’de yaşayan herkesin yararlanacağı ve talep etmesi gereken haklardır.
Seçim barajının düşürülmesinden tutun da, uzun yargılama sürelerinin kısaltılması, abuk sabuk iddianamelerle insanların yıllarca hapislerde tutulmaması, düşünce özgürlüğüne kadar hepsi medeni bir demokraside yaşamanın şartlarıdır.
Terörle, demokrasi dışı yönetim biçimleriyle mücadele edebilmenin yolu, bu hakları talep etmek, hükümetleri buna zorlamaktan geçer.
Demokrasi olacaksa bu sadece Kürtler için değil, Türkler için de olacak.
Demokratik siyaset yapmanın yolu açılacaksa bu hepimiz için açılacak.
İfade özgürlüğü teminat altına alınacaksa bu hepimizi özgürleştirecek.
Terörle mücadele bahanesiyle bu özgürlükleri kısıtlamak, demokratik kurumları çalıştırmamak kabul edilemez.

Haberin Devamı

İlgili yetkililer için tatil ödevi!

BUGÜNDEN itibaren on gün yazı yazmayacağım, küçük bir seyahate çıkıyorum.
Tabii ben tatile çıkıyorum diye yanıt bekleyen soruların gereklerini yerine getirecek yetkili ve ilgililerin boş oturması da gerekmiyor!
Onlar için bir tatil ödevi çizelgesi hazırladım.
Biliyorum ki bu on gün içinde bunların yanıtlarını alamayacağız, çünkü bazılarını yıllardır soruyorum, yanıt yok.
Ama belki bu yazıyı kesip buzdolaplarına yapıştırırlar ve her sabah bakıp belki utanırlar diye tekrar hatırlatıyorum! Yenilerden başlayarak:
1– Bu on günlük süre Kabataş’ta belediye başkanının gelinine saldıran “üstleri çıplak, elleri eldivenli, başları sargılı ve hijyenden nasibini almamış 70–100 erkeğin” yakalanması için yeterli olur kanısındayım. Sarai Sierra’nın katili bile MOBESE kameraları sayesinde daha çabuk bulunmuştu, ha gayret diyorum!
2– Yıldız Teknik Üniversitesi’nin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın, YÖK’ün ve savcılığın, ırkçı nefret suçu işleyen Prof. Dr. Ahmet Atan hakkında artık harekete geçmesinin zamanı gelmedi mi? Geldi de geçiyor bile aslında! Bir etnik aidiyeti, hakaret için kullanmak dünyanın her yerinde utanılacak bir suçtur. Bu kişinin üniversitede ya da belediyede görev yapmaya devam etmesi düşünülemez.
3– Irkçı nefret suçu işleyenlerden biri de güreşçi Rıza Kayaalp, onu da unutmayalım. GSGM, Milli Olimpiyat Komitesi, Güreş Federasyonu ve savcılar bu konuda harekete geçmek için ne bekliyorlar?
4- Güroymak’ta beş polis ve bir vatandaşın şehit olmasına neden olan bombayı PKK’ya veren MİT’çiler ile ilgili “yargılama izni” neden verilmiyor?
5– KPSS sorularını çalıp dağıtan organize suç örgütü neden hâlâ yakalanamadı? Başbakan, MİT ve Emniyet’i görevlendirmişti ama ortada hâlâ sanık yok, yazılmış bir iddianame yok. Bu suç örgütünü kim koruyor? Hani hükümetimiz suç çetelerine karşı ayrım gözetmeden savaşıyordu?
6– Deniz Feneri davası ne oldu? Alman mahkemesi “asrın dolandırıcılığı” diye nitelemişti, eski savcılar bunun büyük bir soygun olduğu kanısındaydılar. Hayırsever vatandaşlarımızı dolandıranların yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak?

Haberin Devamı

On gün sonra bu köşede yine birlikte olacağız.

Yazarın Tüm Yazıları